12167 TL 'den başlayan taksit seçenekleri için tıklayın. Şelale Yayınları, Mehmet Altunkaya tarafından yazılan Müminlere Vaaz ve İrşad adlı kitabı incelemektesiniz. 5 cilt Vaaz ve İrşad kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkaında bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde
Anadolu insanlarına verdikleri sahte, kurmaca, düzmece ve sosyal bir zehir olarak da nitelendirebileceğimiz; İslam dininin özüne, düşüncesine aykırı, vaaz ve sohbetleriyle: Anadolu’da Anne ve Babaların kanıları, düşünceleri bu şekilde etkilenmiş ve şu an bile etkilenmektedir ki, bu sayede ülkemizde ki o canım
02 Mart 2022 - 14:22. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi ve KSÜ iş birliğiyle Yunus Emre Kongre ve Kültür Merkezi’nde ‘Kadın ve Toplum’ paneli düzenlendi. Alanında uzman konuklarla gerçekleştirilen etkinlikte kadının toplumdaki yeri ve önemi konusu masaya yatırıldı. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi ve Sütçü
Kadının Toplumdaki Yeri ve Önemi Anlatıldı. Çarşamba, 02.03.2022. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi ve KSÜ iş birliğiyle Yunus Emre Kongre ve Kültür Merkezi’nde ‘Kadın ve Toplum’ paneli düzenlendi. Alanında uzman konuklarla gerçekleştirilen etkinlikte kadının toplumdaki yeri ve önemi konusu masaya yatırıldı
Bu haftaki programda araştırmacı yazar Yaşar İçen; kadınlara, kadının toplumdaki yeri ve önemi, kişisel gelişim, ailedeki etkisi ile ilgili bilgiler verdi. Slayt gösterimi eşliğinde yapılan seminere kadınlar yoğun ilgi gösterdi. Yaklaşık 2 saat süren program, karşılıklı görüş alışverişi ile son bulurken, yazar
islamdamezhepler nasıl oluşmuştur?İslamda mezheplerin ortaya çıkmasının başlıca nedenleri nelerdir?Mezheplere neden ihtiyaç duyulmuştur? >> Oku. AKLIN ÖNEMİ İLE İLGİLİ AYETLER. Kuran-ı kerimde geçen akıl ve aklın önemiyle ilgili ayetler.İslamın akla verdiği öneme dair ayeti kerimeler >> Oku.
zwJ5MoK. İslam toplumunda kadının yeri I Cenab-ı Allah kadını ve erkeği aynı nefisten yaratmış, birbirleriyle ülfet edecekleri bir fıtrata sahip kılmış, kadının erkeksiz erkeğin de kadınsız yaşayamayacağı duygusunu her ikisinin iç âlemine yerleştirerek insanlığın ve dünya hayatının devamını bununla sağlamıştır. Allah, insanlığın ilk atası ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem'i tek başına değil, eşi ile birlikte aynı nefisten yaratarak, dünya hayatını sürekli olarak birlikte paylaşacaklarını irade ettiğini insanlığa hissettirmiştir. Bu çerçeve içinde kadın ve erkek birbirinin tamamlayıcısı mahiyetinde ve bir bütünün ayrılmaz iki parçası hükmündedir. Birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bu iki cins, dünya tarihi ve dünya hayatı boyunca bu şekilde yaşamış ve birbirlerinin yardımına daima ihtiyaç duymuşlardır. Cenab-ı Allah, her ikisinin fıtratını yaratırken birbirleriyle sükûnet duyacakları fıtrat ve özellikte yarattığından gerçekten birbirlerine ihtiyaç hisseden bu iki canlı, diğer canlı türlerinin hepsinden farklı bir duygu yumağı ile hayat sürmüştür. Zaman içinde insan nüfusunun artması, toplumların büyümesi, insanlar arasında dünyaya bakışın ve yaşam biçimlerinin farklılık arz etmesi üzerine rekabetler ve hatta düşmanlıklar oluşmaya başlamıştır. Bu rekabet ve düşmanlık duygusu neticesinde, zamanla Allah'a itaat edenler ve etmeyenler diye iki ayrı fırkaya bölünmüş olan kitleler ortaya çıkmış, hak ve adaletten, insanlık hukuku ve Allah hukukundan yana olanlar ve olmayanlar diye tarih içinde iki ayrı kitle meydana gelmiştir. Tarih boyunca kurulan medeniyetler, hep bu rekabet ve düşmanlıkların neticesinde yükselmiş ve sonunda yine bu rekabet ve düşmanlıklar yüzünden yıkılıp gitmiştir. Tarihte Roma-Pers savaşlarından, tarihin son dönemlerinde yaşanan dünya savaşlarına kadar meydana gelen çatışmaların temelinde hep bunlar mevcuttur. Ayrıca kadın, bu medeniyetlerin yükselmesinde üstlendiği roller bakımından gerçekten büyük ve mükemmel olduğu gibi, en azından erkek kadar önemli ve etkin bir paya sahiptir. İlk defa yaratılan Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva'dan türeyen bütün insanlığın bugüne kadar aynı eşitliği koruyarak sürdürmesi ilahî iradenin bir tecellisidir. O hâlde toplumlar kadın ve erkeklerden oluştuğuna ve toplumların yarısı erkek, yarısı da kadın olduğuna göre, insanlık tarihinin menfi ve müspet bütün verileri her ikisine aittir. Medeniyetlerin yükselmesi ve çökmesinde kadının rolünün olmadığını söylemek son derece yanlış ve bilimsel olmayan bir kanaattir. Zira her medeniyeti yükselten toplumlar içinde, her devrimi yapan erkeğin yanında mutlaka eşi, annesi veya onu etkileyen bir kadın olduğunu ifade etmek çok da yanlış bir düşünce olmasa gerek. Aynı şekilde insanlığın yaşadığı bütün dönem ve evrelerde görülen değişimlerde kadının etkinliğini çok rahat görebiliyoruz. Yine ilk insan Hz. Âdem'in oluşturduğu toplumda Havva'nın önemli bir rol oynadığını ve Âdem'in iki oğlu Hâbil ile Kâbil arasındaki mücadele ve kavganın ana sebebinin de bir kadın olduğunu hatırdan uzak tutmamak gerekir. Daha sonraki dönemlerde Hz. İbrahim'in oluşturduğu toplumda ve gerçekleştirdiği etkinliklerde en büyük destekçisi Sara ile Hacer'in rolü malumdur. Menfi bir etki dahi olsa, Lut eşinin o günkü toplum içinde oluşturduğu yanlış etkiyi biliyoruz. Hz. Musa'nın nehirde bulunduktan sonra süt emmesi için bütün sütannelerine başvurulmasına rağmen, hiçbir memeyi kabul etmemesi üzerine onun yetişmesi ve büyümesini dileyen Cenab-ı Allah'ın âdeta görevli kıldığı Musa'nın kız kardeşi ile annesinin rolünü, sonra Firavun'un eşinin tevhit inancının kadınlar arasında bayraklaştırılmasında oynadığı rolü takdir etmemek mümkün müdür? Hz. Süleyman'ın devrinde yaşayan ve iman edip tevhide boyun eğen Sebe' Melikesi'nin toplumdaki etkinliğini ve Yemen medeniyetinin gelişmesinde bir kadın olarak oynadığı rolü bütün insanlık çok iyi bilmektedir. Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'in Allah'a itaat eden bütün insanlığın sevgisini kazanmış olması, insanlık tarihinde yüklendiği görevden kaynaklanmaktadır. Hz. Meryem bir kadın olarak Allah'a teslim olmuş ve insanlığın önünü aydınlatan kadınlardan birisi olmuştur. Tevhit inancının son tebliğcisi olarak Hz. Peygamber'in küfre ve müşriklere karşı sürdürdüğü mücadelesinde en büyük rolü üstlenen ve onunla birlikte tam on yıl müddetle bu mücadelede etkin bir rol oynayan Hz. Hadice dünya kadınları arasında en üst sıralarda yer almaktadır. Hz. Hadice, Resulullah'ın "Ben bu inancı kime anlatacağım?" diyerek kendisine yüklenilen Peygamberlik görevinin sorumluluğunu yerine getirme konusunda yükünü hafifleten, ona ilk inanan, herkesin kendisini yalanladığı bir dönemde İslam inancının Mekke'de insanlığa tebliğ edilmesi hususunda bütün servetini harcadığı gibi her türlü destek ve yardımını eşinden esirgemeyen bir kişi idi. Bir kadın olarak şanlı bir mücadele ve değişimde üstlendiği rol bakımından Hz. Hadice, bütün dünya kadınları için büyük bir örnek olmalıdır. O, eşini asla yalnız bırakmayarak gerek inancı gerekse eşi için her konuda her türlü sıkıntıya katlanmış, işkencelerin getirdiği ıstıraplara karşı sabretmiştir. Hayatı boyunca zenginliğin içinde yaşamış olan bu kadının, üç yıl müddetle Mekkelilerin Müslümanlara karşı uyguladığı ekonomik, sosyal, siyasî ve psikolojik ambargoda her türlü eza ve cefayı kabullenerek mücadelesini eşinin yanında sürdürmesi ve bu ambargonun ardından vefat etmiş olması, adını dünya kadınları arasında farklı bir yere yazdırmıştır. Bu mücadele ve sabır sembolü kadının örnek davranışları İslam inkılap ve değişim tarihinde büyük bir öneme sahiptir. Bir sonraki yazıda aynı konuya devam edeceğiz. Prof. Dr. Ahmet Ağırakça Yasal Uyarı Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Sky ziyaretçi İslamda Kadının Yeri Ve Önemi İslamda Kadının Yeri Ve Önemi Dinimiz kadına nekadar önem vermektedir hep birlikte görelim bu konuda akıllarda hep yanlış düşünceler ve yaptırımlar vardır Sual Günümüzde Hayat müşterektir denilerek, kadına zulmediliyor. En ağır, en adi işlerde bile çalıştırılıyor. İslamiyet’te kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak zorunda mıdır? Dinimizde kadın hakları hususunda bilgi verir misiniz? CEVAP İslamiyet’ten önce kadının hiç değeri yoktu. Araplar, kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Kâbe etrafında bile kadınlar çıplak dolaşırlardı. Müslümanlık gelince bu kötü âdetler son bulmuştur. Bugün de dünyanın birçok yerinde kadınlar horlanmaktadır. Rusya’da da kadına zulmedildi. Zorla Kolhozlara sokuldu. Erkek gibi, en ağır işlerde, erkek şeflerin baskısı altında, insafsızca boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalıştırıldı. Fakat zulüm payidar olmadı. Bilinen akıbete uğradı. Hür dünya dedikleri Hıristiyan ülkelerde ve İslam ülkeleri denilen Arap ülkelerinde, Hayat müşterektir denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir. Bir kadın yazar da diyor ki Ne zaman bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üstüne oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşıyorum İyi kötü birer kişilikleri olan bu kadınlar, orada öylece durup o arabaların birer aksesuarı gibi pazarlanmayı nasıl içlerine sindiriyorlar? Hem, kadın cinsini bu kadar aşağılatan o kadınlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı öfke doluyor içim. Kadınlar, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen Müslüman olurlardı. Müslümanlıkta kadın sultandır. Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok mesuliyet yüklemiştir. İslamiyet’te kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak zorunda değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp onun her ihtiyacını karşılamaya mecburdur. Kendisine bakacak hiç kimsesi bulunmayan kadına, devletin yardım sandığı bakar. İslamiyet’te geçim yükü erkek ve kadın arasında paylaştırılmamıştır. Bir erkek, hanımını tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmaya zorlayamaz. Eğer kadın isterse ve erkek de razı olursa, kadın kendine uygun bir işte çalışabilir. Fakat, kadının kazancı kendisinindir. Müslüman kadının ev işi yapması bir ihsandır, çok sevaptır. Yapmazsa, günaha girmez. Zorla yaptırılamaz. Resulullah efendimizin zamanından bugüne kadar, Müslüman kadınlar bu ihsanı yapmıştır. Her kadın, bir erkeğin ya kızıdır, ya kardeşidir, yahut hanımı veya annesidir. Kadınlara kötü şeyler reva görülmemeli, onlara layık olduğu değer verilmelidir. R. Nasıhin Hadis-i şeriflerde buyuruldu kiBir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur. [Müslim] Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın! [İbni Lal] Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur. [ Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır. [ En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir. [Tirmizi] En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim. [Nesai] Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır. [ Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz. [Mürşid-ün-nisa] Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum. [ Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür. [ Sual İslamiyet kadına değer vermiyor deniyor. İslam’da kadının yeri nedir? CEVAP Dinimizi bilmeyen bir kimsenin İslamiyet’in kadına verdiği değerden bahsetmesi, körlerin fili tarif etmesine benzer. Körün biri, filin bacağına dokunur. Fil direk gibi der. Biri karnına dokunur, Fil duvar gibi der. Diğeri de hortumuna dokunur. Fil yılan gibi der. Görenle görmeyen bir olmadığı gibi, bilenle bilmeyen de bir olmaz. Erkek hep kendini kusurlu görmeli Kur’an-ı kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildirilmektedir. Fudayl bin İyad hazretleri, Hanımım huysuzluk yapınca, dine aykırı bir iş yaptığımı anlardım. Hemen o işime tevbe edince, hanımın huysuzluğu da giderdi. Böylece tevbemin kabul edildiğini de anlardım buyurdu. O halde, Müslüman erkek, hanımı ile iyi geçinir. Çünkü kadınların da, erkekler üzerinde hakları vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin! [Müslim] Eve gelince hanımına selam verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalı. Çünkü, o başkalarından ümitsiz ve yalnız kendisine alışmış bulunan dostu, dert ortağı, kendinin neşelendiricisi, çocuklarının yetiştiricisi ve çeşitli ihtiyaçlarının gidericisidir. Erkek, hep kendini kusurlu görmeli, Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı diye düşünmelidir. Hanımının iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmelidir. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmelidir. Çünkü, uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değildir. Onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yani bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması lazımdır. Hadis-i şerifte, Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur buyuruldu. İyi Müslüman olmak için hanım ile iyi geçinmek şarttır. Kur’an-ı kerimde de mealen, Onlarla iyi, güzel geçinin! buyuruluyor. Nisa 19 Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sona ermiş demektir. Eşinin hizmet ve yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Allahü teâlânın rızasını da kazanır! Kadınların yaratılışı Sual Kadınlar zayıf yaratıldığı için erkeklere emanet edildiği, erkeğin evde aile reisi olması gerektiği, erkeklerin kadından mesul olduğu, fakat kadının erkekten mesul olmadığı söyleniyor. Böyle bir âyet ve hadis var mıdır? CEVAP Evet vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. [Tahrim 6] Erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir. [Bekara 228] Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdir. Çünkü Allahü teâlâ, bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır. [Nisa 34] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki Kadınları, Allahü teâlânın emaneti olarak aldınız ve onlara yaklaşmanız Allah’ın emri ile helal kılındı. Sizin onların üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Yatağınızı kimseye çiğnetmemeleri ve maruf olan hususlarda size baş kaldırmamaları, onlar üzerindeki haklarınızdandır. Onlar, bu haklarınıza riayet ederlerse, maruf üzere rızıklandırılıp giydirilmeleri onların hakkıdır. [İbni Cerir] Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hiç bir şekilde doğru olamaz. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın. Kadının kırılması boşanması demektir. [Buhari] Kadın zayıf yaratılmış ve avrettir. Kadınların avretlerini evde tutarak örtün! [İbni Lâl] Sual Kadın mı üstün yoksa erkek mi? CEVAP Bu soru yanlış. Bu mühendis mi üstün, avukat mı demek gibi bir şeydir. Avukattan üstün mühendis, mühendisten üstün avukat olur. Erkekten üstün kadın çoktur. Cinsleri, vasıfları farklı olanlar arasında mukayese olmaz. Mesela elma armuttan veya armut elmadan iyidir denmez. Çünkü cinsleri farklıdır. Onun için elma ile armut toplanmaz denir. Yüz kiloluk pehlivan ile elli kiloluk pehlivanı birbiriyle güreştirmiyorlar. Her pehlivan, kilosundaki pehlivanlarla güreşiyor. Ağır sıkletteki bir pehlivan, rakiplerine yenilse, fakat elli kilodaki bütün pehlivanları yense madalya alamaz. Aynı cinsler arasında bile bazı vasıflar aranıyor. Çalışan kadınların maaşını öğrenmek üzere, Amerika’dan iki kişi gelse, birisi, bakanlık yapan bir kadının maaşını öğrense, öteki de yeni işe giren ilkokul mezunu bir kadının maaşını öğrense, verecekleri rapor elbette birbirinden çok farklı olur. İşçi kadın ile bakan olan kadının maaşı mukayese edilmez. Kadınla erkek mukayese edilerek, Kadın doğum yapıyor, erkek yapmıyor, böyle eşitlik olmaz denemez. Allahü teâlâ, kadını, erkeği ayrı işler için yaratmıştır. Fiziki yapısı birbirine benzemez. Birbirine benzemeyen iki şey, birbiri ile kıyaslanamaz. Bir erkek kalkıp da, Madem kadın-erkek eşitliği var, niye kadınlar da bizim gibi yer altında, kömür ve maden ocaklarında çalışmıyor dememeli. Çünkü kadının bünyesi buna müsait değildir. Bazı ülkelerde, kadın böyle zor işlerde çalıştırılıyorsa da, bu bir hak değil, zulümdür. Herkese, bünyesine uygun iş verilmelidir! Cenab-ı Hak, kadını da, erkeği de her işe elverişli olarak yaratmamıştır. Kadının boksör, güreşçi olmaması onun değerini düşürmez. Limonun ekşi olması limon için bir eksiklik değildir. Çünkü limon ekşiliği için alınır. Allahü teâlâ da kadını ağır işlere elverişli olarak yaratmamıştır. Kadın ile erkek iki ayrı cinstir. Elma ile armut mukayese edilmediği gibi, bunların da birbirine üstünlüğü söz konusu olmaz. Ancak vasıfları eşit olan iki şey arasında kıyas yapılır. Vasıfları farklı olan şeyler arasında kıyas olmaz. Mesela vapur, uçak ve otobüs binek vasıtası olduğu halde, birinin diğerine üstünlüğü söylenemez. Uçak, denizde yüzemediği için vapurdan aşağı sayılmaz. Vapur, karada gitmediği için bisikletten aşağı olduğu söylenemez. Vapur başka bir vapurla, uçak başka bir uçakla mukayese edilebilir. İkisi de kara vasıtası olduğu halde, bir tankla bir taksi mukayese edilemez. Tank taksi kadar hızlı gitmediği için aşağı kabul edilemez. Her birinin görevi ayrıdır. Boksta iki kadın, ancak bir erkek kadar dövüşebilir dense, bu, kadına hakaret olmaz. Cenab-ı Hak, kadını akıl ve beden yönünden erkeğe göre farklı yaratmıştır. Akıllı kadın yarattığı gibi, deli erkek de yaratmıştır. Kadınların da, erkeklerin de akılları aynı değildir. Biri kalkıp da, Ya Rabbi insanların aklını niçin eşit yaratmadın diyemez. Yaratıcı sorguya çekilemez. Birçok bakımdan kadınla erkek, mukayese edilemez, ikisi de her yönden eşit olmalı denemez. İki erkek de her yönden eşit değildir. İki kadın da böyledir. Üstünlük, Allah indindeki kıymete göredir. Müslüman fakir bir zenci, gayri müslim kraldan mukayese edilemeyecek kadar üstündür. Dinimizin, zenginlerin ve kadınların çoğunun Cehenneme gideceğini bildirmesi, zengine ve kadına hakaret değildir. Zenginlerin ekserisi, parasını faydalı işlerde kullanmadığı, zararlı işlerde kullandığı, israf ettiği için, onları ikâz etmek maksadı ile, şunları yapmazsanız, Cehenneme gidersiniz buyurulmuştur. Keza kadınlar da, erkeklere nispetle daha fazla tesir altında kalarak daha fazla günah işlediği için, günah işlemeyin, Cehenneme gidersiniz diye ikâz ediliyor. İyi kadınları ve servetini iyi yolda harcayanları da Cenab-ı Hak övüyor. Malı hayırlı şey olarak bildiriyor, saliha kadınları da övüyor. Kâfir erkeklerin Cehenneme gideceğini bildirirken, Müslüman kadınların Cennete gideceğini haber veriyor. Şu halde, İslamiyet kadına fazla değer vermiyor demek, din düşmanlığından başka şey değildir. Allah’a isyan eden kadın veya erkeğin Cehenneme gitmesi normal değil midir? Devleti yıkmaya çalışan anarşist kadınlar hapse atıldığı için, devlete, kadın düşmanı denebilir mi? Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok sorumluluk yüklemiştir. Kadın, evde ve dışarıda çalışmak zorunda değildir. Evli ise kocası, evli değilse babası, kadına gerekli şeyleri getirmeye mecburdur. Hidâye, R. Nasıhin Kadınların şehid olması Sual Kadınlar cihad edemeyip şehid olamadıklarına göre, Cennete girmeleri zor değil midir? CEVAP Müslüman kadının Cennete girmesi, şehid olması kolaydır. Bir kadın salih kocasına itaat ederse cihad sevabı kazanır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki Müslüman bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar kocasına itaat edip namusunu muhafaza ederse, Cennete istediği kapıdan girer. [İbni Hibban] Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir. [Taberani] Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir. [Taberani] Hamile iken, doğururken veya lohusa iken ölen Müslüman kadın şehiddir. [Taberani] Müslüman kadın, hamilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar Allah yolundaki mücahid gibi olup ölürse şehid sevabı verilir. [Taberani] Müslüman kadın, hamile iken, gündüz saim, gece kaim ve Allah korkusu kendisinde galip olan bir mücahid sevabı hak eder. Onu ağrı tuttuğunda kendisine verilecek sevabı hiç kimse bilmez. Bebeğin her emişinde bir can ihya etmiş gibi sevap alır. Sütten kestiğinde ise, bir melek, onu takdir ederek, “haydi bir daha” der. [Ebuşşeyh] Saim = oruçlu demektir, kaim = gece kalkıp namaz kılmak, ibadet etmek demektir. Bir kadının kocası kendisinden razı olduğu halde hamile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibadet eden bir kişinin sevabı kadar ona sevap verilir. Doğum sancısı tutunca ona verilecek sevabı ancak Allahü teâlâ bilir. Doğum yapınca çocuğun emdiği her yudum süte karşılık kendisine bir sevap yazılır. Gece çocuk onu uykusuz bırakınca Allah rızası için 70 köle azat etmiş gibi sevap kazanır. Ey Selame, bunları söylemekteki maksadımı biliyor musun? Namusunu muhafaza eden, kocasına itaat eden ve kocasından gördüğü iyilikleri inkâr etmeyen saliha hanımları kastediyorum. [Taberani] Kadına niye hitap yok? Sual Ben ateist ve feminist bir bayan değilim. Hikmetini bilmesem de İslamiyet’in emirlerine inanırım. Ancak hem feministlere cevap verebilmek için, hem de merakımın gitmesi için bazı sorularım var. Niçin Kur’anda, hadiste ve İslam âlimlerinin yazılarında genelde hitap erkeğedir, kadına hitap yok. Kadın insan değil midir? Bir de âyet ve hadislerde erkeğe kadından önce hitap ediliyor. Mesela şu âyetlerde hitap hep erkeğedir Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hâkimdir [evin reisidir.] Ey iman edenler, hicret ederek gelen mümin kadınları imtihan edin. Eğer imanlı iseler, kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir. [Mümtehine 10] İman etmedikçe, müşrik [ateist] kadınlarla evlenmeyin. Kadınlarınızı da, iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin! [Bekara 221] Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. [Bekara187] Kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyan] kadınlarla evlenmeniz helaldir. [Maide 5] Naşize kadınlara öğüt verin, yataklarına girmeyin. [Nisa 34] Kadın naşize olur da erkek naşiz olmaz mı? Ne diye, Allah, erkeğin kadına öğüt verip onu terbiye etmesini emrediyor? [Naşiz Eşine zulmeden erkek. Naşize Kocasının yatağına gelmeyen ve ondan izinsiz evi terk edip giden kadın.] CEVAP Âyet ve hadisten din öğrenilmez. Din öğreniyorum derken, yanlış anlayıp dinden çıkılabilir. İlk yazdığınız âyetin başında bildirildiği gibi, Allah, erkeği âmir olarak yaratmıştır. Köpek ve yılan olarak da yaratabilirdi. Allah’ın emrine razı olmak gerekir. Bir fabrikada, çeşitli kısımların müdürleri veya âmirleri olur. Patron, her işçiye teker teker şunu yapacaksınız demez. İdarecilere söyler. İşlerden idarecileri sorumlu tutar. İşte Allahü teâlâ da, evin reisine emrediyor, onu sorumlu tutuyor. Erkeklerin işledikleri günahlardan kadını sorumlu tutmuyor, fakat kadınların işledikleri günahlardan erkekleri sorumlu tutuyor. Her nimet bir külfet karşılığıdır. Sorumlunun, idarecilik görevini yapması da normaldir. Maide suresinin 38. âyetinde, Hırsızlık eden erkek ve kadın ifadesi geçiyor. Önce erkeğin bildirilmesi onun Allah katında yüksek olduğunu göstermez. Belki de hırsızlık daha çok erkekler tarafından yapıldığı için önce söylendi. Nur suresinin 2. âyetinde, Zina eden kadın ve erkek ifadesi geçiyor. Burada belki kadının rolü daha çok olduğu için, kadın erkekten önce bildirildi. Önce hitap edilmesi onun üstün veya aşağı olduğunu göstermez. Bir âyet meali de şöyle Erkek veya kadın, mümin olarak iyi işler yapan, cennete girer. [Nisa 124] Bu âyet de, erkeğin kadından üstün olduğunu bildirmiyor. Üstünlük mümin olarak iyi iş yapmaktır. Erkek olsun, kadın olsun, kâfirin iyi iş yapmasının kıymeti yoktur. Allahü teâlâ kadını erkeğe emanet edip, emanete riayet etmesini de emretti. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki Eşinizi üzmeyin. O, Allahü teâlânın size emanetidir. [Müslim] En üstün mümin, eşine, en iyi, en lütufkâr davranandır. [Tirmizi] Eşinin haklarını ifa etmeyen erkeğin namazları, oruçları kabul olmaz. [Mürşid-ün-nisa] Eşini döven, Allah’a ve Resulüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum. [ Daha az sevab mı? Sual Biz hayzdan dolayı orucu kaza edince ramazan sevabı alamıyoruz. Namazı ise hiç kaza etmiyoruz. Erkeklerden daha mı az sevab kazanmış oluyoruz? CEVAP Hayır. Bayanlar da, kendi aralarında eşit sevab almaz, erkekler de eşit sevab almaz. Aynı ibadeti yapan veya aynı günahı işleyen kişiler hep aynı sevabı almaz veya hep aynı cezayı görmez. Peygamber efendimiz yemin ederek buyuruyor ki Bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshabımdan birinin bir avuç arpası kadar sevap alamaz [Buhari] Eshab-ı kiramın hepsi de eşit sevap almaz. Bu iman ve ihlâslarının kuvvetine göre değişir. İyi eş mutluluktur Sual Dinde uğursuzluk yoksa, Kadın, at ve ev uğursuzdur hadisi uydurma değil mi? CEVAP İslamiyet’te uğursuzluk yoktur. O hadis-i şerifin aslı da şöyledir Bir şeyde uğursuzluk olsaydı, atta, kadında veya evde olurdu. [Buhari, Müslim, Muvatta, İmam-ı Ahmed, Ebu Davud] Görüldüğü gibi, uğursuzluk var denmiyor, olsaydı deniyor. Atın da, evin de, kadın veya erkeğin de iyisi makbul, kötüsü de elbette kötüdür. Aşağıdaki iki hadis-i şerif de, yukarıdaki hadis-i şerifin açıklaması mahiyetindedir Evin, hanımın ve atın kötü olması, talihsizliktir. Dar olan ve komşuları kötü olan ev kötüdür. Bindirmeyen at kötüdür. Huysuz kadın kötüdür. [Taberani] Saliha bir hanım, iyi bir binek, geniş ve rahat ev mutluluğa sebeptir. Huysuz kadın, kötü binek, dar ve sıkıntılı ev de bedbahtlığa sebeptir. [Ebu Davud] alıntıdır
Güzel Kurani kerimimizde geçen kadınlar ile ilgili ayetler. Kuranda geçen kadınlar ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte. Kuranda kadınlar ile alakali tahmini 80 ayet geçiyor 235 - Dedik ki "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." 249 - Hem hatırlayın ki bir zaman sizi Firavun ailesinden de kurtardık, onlar size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı. 2187 - Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar,sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar. 2197 - Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun! 2222 - Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de soruyorlar. De ki O bir eziyettir Onun için ay başı halinde oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever. 2223 - Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele! 2226 - Kadınlarından îlâ edenler onlara yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 2227 - Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah söylediklerini işitir, kurduklarını bilir. 2228 - Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. 2229 - Boşamak talak iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir. 2230 - Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam tutacaklarını ümid ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları, bilen bir kavim için açıklıyor. 2231 - Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir. 2232 - Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 2233 - Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür. 2234 - İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. İddet bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, artık kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 2235 - Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin kesin karar vermeyin. Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır. 2236 - Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız bunda size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara mal verip faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur. 2237 - Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle görür. 2240 - İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. 2241 - Boşanmış kadınlar için de meşru ve geleneğe uygun şekilde bir meta'intifa hakkı vardır ki verilmesi, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur. 335 - İmran'ın karısı "Rabbim, karnımdakini tam hür olarak sana adadım, benden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin." demişti. 336 - Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu bilip dururken- şöyle dedi "Rabbim, onu kız doğurdum; erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu koğulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum". 337 - Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya ne zaman kızın bulunduğu mihraba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. "Meryem! Bu sana nereden geldi?" deyince, o da "Bu, Allah katındandır." derdi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. 342 - Hani melekler "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı. 343 - Ey Meryem! Rabbine divan dur ve secdeye kapan ve rüku' edenlerle beraber rüku' et" demişlerdi. 344 - İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini kur'a için atarlarken sen yanlarında değildin. Bu hususta Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın. 347 - Meryem "Ey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?" dedi. Allah "Öyle ama, Allah dilediğini yaratır, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece 'ol!' der, o da hemen oluverir." dedi. 361 - Sana gerekli bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim". 41 - Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık bağlarını kırmaktan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir. 43 - Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle sahip olduğunuz câriye ile yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir. 44 - Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin. Eğer onlar gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin. 47 - Ana, baba ve akrabaların miras olarak bıraktıklarında erkeklerin hissesi vardır. Kadınların da ana, baba ve akrabaların bıraktıklarında hisseleri vardır. Bunlar, az olsun çok olsun, farz kılınmış bir hissedir. 411 - Allah size evlatlarınızın miras taksimini şöyle emrediyor Çocuklarınızda, erkeğe iki kadın payı kadar, eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden de fazla iseler, bunlara mirasın üçte ikisi ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona malın yarısı vardır. Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa ana babanın her birine ölenin terekesinden altıda bir; şâyet ölenin çocuğu yok da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, ananın payı üçte birdir. Eğer ölenin kardeşleri varsa terekenin altıda biri ananındır. Bu paylar, ölenin borçları ödenip, vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir. Baba ve çocuklardan, hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu, siz bilmezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah alîmdir, hakîmdir. 412 - Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa, bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Şâyet bir çocukları varsa o zaman mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylar, ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve varsa, borcu ödendikten sonra verilir. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınız mirasın dörtte biri hanımlarınızındır. Şâyet çocuklarınız varsa o zaman bıraktığınız mirasın sekizde biri hanımlarınızındır. Bu paylar, yaptığınız vasiyetler yerine getirilip ve varsa borcunuz ödendikten sonra verilir. Eğer ölen bir erkek veya kadının çocuğu ve babası bulunmadığı halde kelâle olarak yan koldan mirasına konuluyor ve kendisinin bir erkek veya kızkardeşi bulunuyorsa, bunlardan herbirinin miras payı terekenin altıda biridir. Eğer mevcut olan kardeşler bundan daha çok iseler, bu takdirde kardeşler mirasın üçte birini zarara uğratılmaksızın aralarında eşit olarak taksim ederler. Bu paylar ölenin vasiyeti yerine getirilip ve varsa borcu ödendikten sonra verilir. Bunlar, Allah tarafından bir emirdir. Allah her şeyi bilen ve yarattıklarına çok yumuşak davranandır. 415 - Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin. 419 - Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir. Verdiğiniz mehrin bir kısmını kurtaracaksınız diye, onları sıkıştırmanız da helal değildir. Ancak açık bir hayasızlık yapmış olurlarsa başka. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur. 420 - Eğer bir eşi bırakıp da yerine diğer bir eş almak isterseniz, öncekine yüklerle mehir vermiş de bulunsanız, ondan bir şey geri almayın. O malı bir iftira ve açık bir günah isnadı yaparak geri alır mısınız? 421 - Birbirinizle kaynaşıp başbaşa kalmışken ve onlar sizden kuvvetli bir teminat almışken verdiğinizi nasıl geri alabilirsiniz? 422 - Cahiliye devrinde geçenler müstesna, babalarınızın nikahladığı kadınlarla evlenmeyiniz. Şüphe yok ki o, pek çirkindi, iğrenç idi, o ne fena bir âdetti. 423 - Size şunları nikahlamak haram kılındı Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz ve karılarınızın anneleri, ve kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Sulbünüzden gelen öz oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikahlamanız da haramdır. Ancak cahiliyyet devrinde geçen geçmiştir. Şüphesiz ki Allah gafur çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. 424 - Bir de harb esiri olarak sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. Bütün bunlar Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunların dışında kalanlar ise iffetli olarak zina etmeksizin mallarınızla mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz size helal kılındı. O halde onlardan nikah ile faydalanmanıza karşılık mehirlerini kendilerine verin ki, bu farzdır. O mehri takdir edip kesinleştirdikten sonra birbirinizi razı etmenizde bir mahzur yoktur. Şüphesiz ki Allah her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. 425 - Sizden her kim hür mümin kadınları nikah edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikahlamak var. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz. O halde sahiplerinin izni ile ve mehirlerini örfe göre vermek suretiyle cariyelerden iffetli olan, zina etmeyen, dost da edinmeyenlerle evlenin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar hakkında gerekli bulunan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir. Bu hükümler, içinizden günah işlemekten korkanlaradır. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah Gafûrdur, Rahimdir çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 432 - Bir de Allah'ın bazınıza, diğerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere hak ettiklerinden bir pay vardır. Kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. İsteklerinizi Allah'ın fazlından ve kereminden isteyin. Gerçekten Allah her şeyi hakkıyla bilendir. 433 - Anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için bir mirasçı tayin ettik. Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir. 434 - Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini cihad, imamet, miras gibi işlerde diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından aile fertlerine harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür. 435 - Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır. 436 - Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. 443 - Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Cünüb iken de yolcu olanlar müstesna gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur, veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince veya cinsî münasebette bulunup, su da bulamazsanız o zaman tertemiz bir toprak ile teyemmüm edin. Niyetle yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. 475 - Hem size ne oluyor ki, Allah yolunda "Ey Rabbimiz! bizleri bu halkı zâlim olan memleketten çıkar, tarafından bizi iyi idare edecek bir sahip ve bize katından bir kurtarıcı gönder" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz? 476 - İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır. 498 - Ancak gerçekten aciz ve zayıf olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç... 4124 - Erkek veya kadın, kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar. 4127 - Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlanmayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap'ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir. 4128 - Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Sulh hep hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve geçimsizlikten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 4129 - Kadınlarınız arasında her yönden adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız buna güç yetiremezsiniz. Bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve haksızlıktan korunursanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. 4130 - Eğer karı-koca birbirlerinden ayrılacak olurlarsa, Allah, onların her birini geniş lutfuyla muhtaç bırakmaz. Allah'ın lutfu geniştir, hikmeti büyüktür. 538 - Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'dan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. 6100 - Onlar, Allah'a cinlerden de ortak koştular. Halbuki onları yaratan O'dur. Bilgileri olmadan O'na oğullar, kızlar uydurdular. O'nun şânı onların uydurdukları sıfatlardan münezzeh ve yücedir. 6101 - Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. Eşi de olmadığı halde, nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi yaratan O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. 6139 - Dediler ki "Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır". Eğer ölü doğarsa o zaman hepsi onda ortaktır. Bu nitelemelerinden dolayı Allah onların cezasını verecektir. Çünkü O hikmet sahibidir, her şeyi bilendir. 781 - Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere gidiyorsunuz. Belki de siz haddi aşan bir kavimsiniz. 7127 - Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki "Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?" Firavun da dedi ki "Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz." 7141 - Hani sizi, Firavun sülâlesinin elinden kurtardığımız zaman, hatırlasanıza, size azabın kötüsünü yapıyorlardı; oğullarınızı öldürüyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük imtihan vardı. 7189 - Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca ona yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi hâmile kaldı. Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah'a şöyle dua ettiler "Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız." 924 - Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez. 967 - Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirlerine benzerler. Kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve Allah yolunda harcamaktan ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular da, Allah da onları unuttu. Gerçekten de münafıklar hep fâsık kimselerdir. 968 - Allah, erkek kadın bütün münafıklara ve bütün kâfirlere cehennem ateşini ebedî olarak vaad buyurdu. O ateş onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir. Onlara bitmez tükenmez bir azap vardır. 971 - Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir. 972 - Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur. 1171 - İbrahim'in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak'ı ve İshak'ın arkasından da Ya'kub'u müjdeledik. 1172 - "Vay başıma gelene!" dedi, "Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!" 1221 - Onu satın alan Mısırlı, eşine dedi ki "Buna güzel bak. Bize faydalı olabilir, ya da evlat ediniriz." Yusuf'u böylece oraya yerleştirdik. Ona rüyaların tabirini de öğrettik. Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 1223 - Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve "Haydi beri gel!" dedi. Yusuf "Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o kocan, benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar" dedi. 1224 - O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi. 1225 - İkisi de kapıya koştular. Hanım, onun gömleğini arkadan yırttı. Ve kapının yanında hanımın efendisiyle karşı karşıya geldiler. Hanım hemen dedi ki "Senin eşine fenalık yapmak isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya acı bir azaba uğratılmaktan başka ne olabilir?" 1226 - Yusuf "kendisi benden yararlanmak istedi" dedi. Hanımın akrabasından biri de şöyle şahitlik etti "Eğer gömleği önden yırtılmış ise hanım doğru söylemiştir, o zaman bu, yalancılardandır." 1227 - "Yok eğer gömleği arkadan yırtılmış ise hanım yalan söylemiştir, o zaman bu doğru söyleyenlerdendir." 1228 - Ne zaman ki, gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu gördü, o zaman dedi ki "Bu iş, siz kadınların tuzağındandır. Gerçekten de sizin tuzağınız çok büyüktür". 1229 - "Yusuf! Sakın sen bundan bahsetme! Kadın! Sen de günahından dolayı istiğfar et. Sen gerçekten günahkarlardan oldun". 1230 - Şehirde bazı kadınlar da "Azizin karısı, delikanlısından murad almaya kalkmış, sevgi yüreğini yakıp kavuruyormuş, görüyoruz ki, kadın çıldırmış besbelli..." dediler.
Giriş Tarihi 1021 Güncelleme Tarihi 1028 Yüce yaratıcı Allah kadını ve erkeği aynı nefisten yaratmış, birbirleriyle ülfet edecekleri bir fıtrata sahip kıldı. Allah, insanlığın ilk atası ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem'i tek başına değil, eşi ile birlikte aynı nefisten yaratarak, dünya hayatını sürekli olarak birlikte paylaşacaklarını irade ettiğini insanlığa hissettirdi. İslamiyet'te kadına her daim önem verilmiş, onların hakları gözetilmişti. Hz. Peygamber bir hadisinde Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muamele ediniz! Onlar hakkında Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim." buyurur. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla akıllara Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in sav kadınlarla ilgili hadisleri geldi. Peki, Peygamber Efendimiz kadınlarla ilgili neler söylemiştir? İslam'da kadının önemi nedir? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü önemi nedir? İşte sizler için Peygamberimizin kadınlar ile ilgili hadisleri… ABONE OL "Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan iyi davranandır. Müslim, Birr 149 "Kadınlara ancak kerîm olanlar ikrâm ederler değerli olanlar değer verirler; onlara kötülük edenler ise leîm kötü kişilerdir." İbn Mâce, Edeb 3; Ebû Dâvud, Edeb 6, Rikak 22, İ'tisâm 3; Müslim, Akdiye 11 "Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh'tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh'ın bir emâneti olarak aldınız." Salih-i Müslim "Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananızdır. Ben âileme en iyi olanınızım." Kütüb-i Sitte, c. 17, s. 214 "Mü'minlerin iman bakımından en kâmil/olgun olanı; ahlâkı güzel olan ve âilesine nâzik davranandır." Nesâî, Işretu'n-Nisâ, 229; Tirmizî, İman hadis no 2612
Milli Birlik Ve Bütünlüğümüzün Sağlanmasında Camilerin Rolü Ve Önemi Değerli Dinleyenler! Din deyince, akla o dine inanan insanların yerine getireceği görevler ve bu görevlerin ifa edileceği mekanlar gelmektedir. Her din, insanların bir araya gelip, ibadet edecekleri, kendi aralarında toplanabilecekleri yer ihtiyacını ortaya çıkartmıştır. İşte dinlerde içerisinde ibadet edilen bu mekanları ifade etmek için mabed kelimesinin karşılığı olarak çeşitli isimler kullanılmıştır. Mabed, Arapça’da; “a-be-de” fiil kökünden gelmekte olup, “ibadet edilen yer, mekan” anlamında kullanılmaktadır. Yani mabed kelimesini daha açık bir ifadeyle; “Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmek için insanların bir araya geldikleri yer” diye tarif edebiliriz. Yeryüzünde ilk “mabed”in Hz. Adem ile başladığı ileri sürülmektedir. Kur’an’da bildirildiğine göre insanlar için inşa edilen ilk mabed, Kâbe’dir. Nitekim Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak Al-i İmran Suresinde şöyle buyurmaktadır اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir.” [1] Rivayete göre Kabe’yi ilk inşa eden Hz. Adem’dir. Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde Yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Haram, ikincisinin ise, Mescid-i Aksa olduğunu belirtmektedir. Her dinin kendine mahsus ibadet yerleri, mabetleri vardır. * Yahudilikte ibadet yerine sinagog, havra denir. Sinagoglar, Yahudilerin toplanma yeridir. Buralarda ruhbanlar tarafından idare edilen ibadetler, dualar yerine getirilir ve kutsal kitap Tevrat okunur. * Hıristiyanlıktaki ibadet yerlerine, mabetlere ise, kilise denir. Kilise ise, Tanrı’nın evi olarak kabul edilir. Kiliselerde sabah, akşam ve pazar günleri ibadet yapılır. * İslâmda ibadet yeri ise, cami veya mescittir. Câmi Arapça’da “bir yere toplayıcı ve bir araya getirici” anlamında “ce-me-a” fiilinden türetilmiş bir ism-i faildir. Mescid ise, Arapça’da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” manasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekan ismidir. Kur’an-ı Kerim, hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında cami karşılığında mescid kelimesi kullanılmıştır. Cami ve mescid arasındaki farkı ise şu şekilde açıklayabiliriz Cami; içerisinde beş vakit namazla birlikte cuma ve bayram namazlarının kılındığı yerlerdir. Mescid ise, içerisinde cuma ve bayram namazları kılınmayan sadece beş vakit farz namazlarının kılındığı ibadet yerleridir. Asr-ı Saadette “namaz kılınan yer, namazgah” anlamında “musalla” kelimesi de kullanılmaktaydı. Camiler, dua ve ibadetlerimizin, niyazlarımızın Yüce Allah’a topluca arz edildiği, gönüllerin birleştiği, temizlendiği şifa ve huzur evleridir. Gerçek mutluluğun bulunduğu sevgi odağı, temizlik mekanlarıdır. Camiler, bilmediklerimizi öğrendiğimiz, irfanımızı yükselttiğimiz ilim ve hikmet yuvalarımız, halk mekteplerimiz ve sosyal yaralarımızın çareleridir. Şifa ve huzur evlerimiz, gerçek mutluluğu bulabildiğimiz manevî sığınaklardır. Camiler, dargınların barıştığı, kan davalarının unutulduğu, kibrin, riyanın terk edildiği, öksüz ve yetimlerin sevindirildiği, çıplakların giydirildiği, iyilik meskenleridir. Camiler, vatan bütünlüğünün temel taşı, varlığımızın teminatı, dinî-millî birlik ve beraberliğimizin ilham kaynağı, feyz odaklarıdır. Bu nedenle camilerin önemi ve fonksiyonları sayılamayacak kadar çoktur. Şu ayet-i kerimeler caminin önemini ve camiye karşı takınılacak tavra ve gösterilecek ilgiye göre insanların değerini ortaya koymaktadır اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللهِ مَنْ اَمَنَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ وَاَقَامَ الصَّلَوةَ وَاَتَى الزَّكَوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلاَّ اللهَ فَعَسَى اُولَئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve yalnız Allah’tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda olanlardır”[2] وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللهِ اَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِى خَرَابِهَا اُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَآ اِلاَّ خَائِفِينَ لَهُمْ فِى الدُّنْيَا خِزْىٌ وَلَهُمْ فِى اْلاَخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve oraların yıkılmasına çalışan kimselerden daha zalim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü girmeye hakları yoktur Bunlar için dünyada bir rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.”[3] Burada camilerle ilgili birkaç ta hadis zikretmek istiyorum Efendimiz şöyle buyurmuştur “Allah’ın yeryüzünde evleri, mescitlerdir. Mescitleri ziyaret eden, oralarda ibadette bulunanlara, Allah Teala ikramda bulunur.” “Kim Allah için, Allah Tealanın rızasını isteyerek bir mescit bina ederse, Allah da ona cennette bir köşk ihsan eder.” Buharî, Salat, 65; Müslim, Mesâcid, 4; Nesâi, Mesâcid, 1; İbn Mace, Mesâcid, 1 İSLÂMDA CAMİ VE MESCİTLER Burada cami ve mescitlerin İslâmdaki kısa tarihçesi üzerinde durmak istiyorum. a Mekke Döneminde Mescid Şüphesiz ki daha ilk zamanlardan beri bir ibadet yeri ve bir müessese olarak mescidin İslamda oynayacağı rolün önemini çok iyi biliyordu. Fakat gerek Müslümanların Mekke döneminde sayıca az olmaları, gerekse Mekkeli müşrikler tarafından Müslümanlara karşı uygulanan siyasî baskı sebebiyle Mekke’de mutlak manada bir mescit yapma imkanına sahip olamamıştır. Aslında Kabe’nin varlığı da bunu gerekli kılmıyordu. Bilindiği gibi, Mekke döneminde Hz. Peygamber İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı zaman Mekke Müşriklerinin büyük tepkisi ve işkencelerine maruz kalmıştır. Hz. Peygamber kendisine yapılan baskı ve hakaretlere rağmen, zaman zaman Mescid-i Haram’da, Kabe’de, Hacerü’l-Esved ile Rüknü Yemânî arasında namaz kılardı. İlk Müslümanlar ise, Dûrul-Erkam’ı bir mescit haline getirmişlerdi. Ayrıca evlerinde ve vadilerde gizli olarak ta ibadet ediyorlardı. b Medine Döneminde Mescid Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Medine’ye 5 kilometre mesafede Kuba mevkiinde 4 gün kalmış ve orada kendine bir namazgah yeri çevirmişti. Daha sonra Kuba halkı, Hz. Peygamber namaz kıldığı yerde bir mescit yapmışlardır. İslâmda ilk mescit, Kuba mescididir. Yüce Allah, Tevbe suresinde bu mescitle ilgili şöyle buyurmaktadır لاَ تَقُمْ فِيهِ اَبَدًا لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ “.....İlk günden takva üzerine kurulan mescit, elbette içinde namaza durma durumuna daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.”[4] Hz. Peygamber ara sıra Medine’den Kuba’ya bazen yürüyerek, bazen de binek üzerinde gidip bu mescitte namaz kılardı. Hz. Peygamber bu mescitte namaz kılmanın fazileti hakkında şöyle buyurmaktadır “Kim evinde güzelce temizlenir, sonra Kuba mescidine gelir ve orada iki rekat namaz kılarsa, kendisine umre sevabı verilir.”[5] Hz. Peygamber, hicret esnasında cuma günü Kuba’dan Medine’ye doğru hareket etmiş ve yolda Salim b. Avf b. el-Hazrec oğullarının yaptırdığı mescitte ranunâ vadisinde ilk cuma namazını kıldırmıştır. Hz. Peygamber, Kuba’dan Medine’ye doğru giderken yanlarından geçtiği kişiler kendisini davet etmişler. Ancak Resul-i Ekrem devesinin serbest bırakılmasını istemiş ve mescidin yapılacağı yerin tespitini kast ederek, devenin görevli olduğunu söylemiştir. Deve, Mâlik b. Neccar oğullarının evlerinin önündeki boş bir arazide durmuştur. Hz. Peygamber, bu yeri, Sehl ve Süheyl ismindeki iki yetimden satın alarak Mescid-i Nebevi’yi buraya yaptırmış ve bu mescidin inşası sırasında kerpiç taşıyarak bizzat çalışmıştır. aile fertleriyle rahatça kalabileceği bir evi bile yokken, Medine’ye varır varmaz ilk iş olarak bir mescit yapmaya teşebbüs etmiş olması, bize mescidin toplum hayatındaki yeri ve önemini çok iyi bir şekilde anlatmaktadır. ASR-I SAADETTE CAMİNİN FONKSİYONLARI Asr-ı Saadette mescit çok farklı amaçlar için kullanılmıştır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz Olarak, İbadet Yeri Olarak Kullanılması İslâmiyette bütün yeryüzü mescit kabul edilmekle beraber, farz namazlarının cemaatle camide kılınması, gerek sevap bakımından gerekse sosyal yönden büyük bir önem taşır. Nitekim Ashaptan bazıları farz namazları evlerde kılıp, camiye gitmemeyi Hz. Peygamber’in sünnetini terk etme olarak yorumlamışlardır. Mescitler, içinde Allah’ın anıldığı ve Allah’a kulluk görevinin yerine getirildiği mekanlar olarak, Allah’a en sevimli yerlerdir. Nitekim Yüce Allah, Nur suresi 35-36. ayetlerinde mescitleri nurunun aydınlattığı yerler olarak zikreder. Bu bakımdan orada edeple hareket edilmesi emredilir. Hz. Peygamber mescitler içerisinde Mescid-i Haram Ka’be, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa’ya özel bir değer atfetmiş, buralarda yapılan ibadetin dünya üzerindeki diğer mescitlerde yapılan ibadetlerden daha faziletli olduğunu söylemiştir Mesela Mescid-i Haram'da kılınan namaz yüz bin, Mescid-i Nebevî’de kılınan namaz bin, Mescid-i Aksa’da kılınan namaz ise, beş yüz defa daha faziletlidir. bir hadislerinde; “Dünya üzerinde sadece üç mescide hususi ziyaret için sefer düzenlenip yolculuk edilir. Bu mescitler ise, Mescid-i Haram Ka’be, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa’dır.” buyurmaktadır. şeytandan Allah’a sığınarak ve rahmet kapılarının açılmasını dileyerek mescide sağ ayağıyla girer ve Allah’ın lütfunu temenni ederek mescitten çıkardı. Mescide girdiğinde ise, iki rekat "tahiyyatü’l-mescit" namazı kılardı. Eğitim-Öğretim ve Kültür Merkezi Olarak Kullanılması bir gün mescide girdiğinde cemaatin bir kısmını dua ve zikirle, diğer bir kısmını ilimle meşgul halde görüp, “Ben muallim olarak gönderildim” diyerek, ilimle meşgul olanların yanına oturması, Asr-ı Saadette mescidin eğitim ve öğretim alanındaki fonksiyonunu göstermeye yeterlidir. İslâmda ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri Mekke döneminde Daru’l-Erkam’da başlamış, Medine’de Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmiştir ki bu ilk asırda hadis derslerini ifade ediyordu. etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir. Halkalara ders verme hususunda bazı Sahabîler de Peygamber Efendimize yardımcı olmuşlardır. Nitekim bazıları mescitte Müslümanlara Kur’an ve okuma yazma öğretiyorlardı. Mescitte barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan Ashab-ı Suffe, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyorlardı. Ayrıca Asr-ı Saadette mescitte eğitim ve öğretim sadece erkeklere has değildi. Kadınlar için de Mescid-i Nebevî’de ayrı bir gün tahsis edilmiş ve onların da dinî konularda geniş bilgi ve kültür sahibi olmaları temin edilmiştir. İslamda en büyük mezhep imamları camide yetişmişler ve buralarda ders okutmuşlardır. İmam-ı Şâfii küçük yaşlarda mescitlerdeki ders halkalarına katılmış ve daha sonra buralarda ders vermiştir. Yine İmam-ı Azam Ebu Hanife kendi mescidinde ders okutur ve talebelerini mescitte yetiştirirdi. Mescitler, sadece dinî eğitim ve öğretimin yapıldığı yerler değildi. Daha ilk asırlardan itibaren edebiyat, bilhassa eski Arap şiiri de mescitte verilen derslerin konuları arasındadır. Hatta bazen mescitte nazarî tıp dersleri dahi verilmiştir. Mesela XI. yüzyılda İbnü’l-Heysem, Ezher Camiinde tıp dersleri veriyordu. Camilerin eğitim ve öğretim mahalli olarak kullanılması geleneği Osmanlılar’da da başlangıçtan beri benimsenen ve devam ettirilen bir uygulama olmuştur. Osmanlı medreselerinde mevcut odalarda öğrenci ikamet etmekte, medrese dershanesinde belirli dersleri görmekte, bunun dışında genel dersleri camilerde takip etmekteydi. Takrir şeklinde halka açık olarak verilen bu dersler için XVII. yüzyıldan itibaren dersiamların tayin edildiği bilinmektedir. Osmanlı devletinin yıkılmasına kadar aralıksız süren bu usule Cumhuriyet döneminde de devam edilmiştir. 3-Caminin Devlet Müessesesi Olarak Hizmetleri Caminin devlet müessesesi olarak hizmetlerini şu şekilde sıralayabiliriz a İdarî Merkez Olarak Kullanılması İslâm dininin tebliğcisi olduğu gibi, İslâm devletinin de başkanı idi. Hz. Peygamber’in evi mescide bitişik idi ve O, cami ile evini dinî ve idarî münasebetler yönünden âdeta bütünleştirmişti. devlet yönetimiyle ilgili meseleleri mescitte görüşüp karara bağlıyordu. diplomatik görüşmeleri de mescitte yapar, yabancı elçileri güzel elbise giyerek burada karşılardı. Camiler daha sonra bu fonksiyonlarını kaybetmişlerdir. b Camiler Adalet ve Hukukî Hizmetlerin Yapıldığı Yerlerdi zamanında çok yönlü olarak kullanılmış olan mescidin yerine getirmiş olduğu önemli görevlerden birisi de, çeşitli hukukî hadiselere sahne olmasıdır. Karı-koca arasındaki gerçekleştirilen nikah akdinin sona erdirilmesinden, alacaklı ile borçlu arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine kadar pek çok hukukî mesele mescitte çözüme kavuşturulmuştur. döneminde cami ve mescitlerin yerine getirmiş oldukları diğer görevleri şöyle sıralayabiliriz edebî yarışmalar tertiplenirdi. misafirhane olarak kullanılırdı. hastane olarak kullanılırdı. hapsane olarak kullanılırdı. ganimetlerin dağıtıldığı yer olarak kullanılırdı. bayram eğlenceleri buralarda tertiplenirdi. Asr-ı Saadette mescidin bu çok yönlü kullanımına rağmen Hz. Peygamber, onun amacı dışında kullanılmasına kesinlikle müsaade etmezdi. Mesela mescitte şu hareketlerin yapılmasını kesinlikle yasaklamıştır alış veriş yapmak. bir kayıp eşyanın ilân edilmesi. cenaze sokulması. silah çıkarılması. cezaların tatbik edilmesi. saçların tıraş edilmesi. kirlenmesini sağlayacak bütün kötü işlerin yapılmasını yasaklamıştır. cemaatin huzurunu bozan her türlü davranıştan uzak durmak gerekir. Soğan sarımsak gibi ağır kokulu şeyleri yedikten sonra camiye gitmek mekruh sayıldığı gibi günümüzde camilerde çok rastladığımız, başkalarını inciterek öne geçmek, rahatsızlık verecek şekilde safları sıkıştırmak ve namaz kılanın önünden geçmek de sakınılması gereken davranışlar olarak sayılabilir. Asr-ı Saadette olduğu gibi Osmanlı döneminde de camiler çok yönlü görev üstlenmiş, toplum hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Osmanlı döneminde camiye kazandırdığı etkinlikler hemen hemen aynen devam ettirildiği gibi, bazı yeni görevler de ilave edilmiştir. Başlıca yapılış amacı ibadethane olmasının yanında camiler, birer eğitim-öğretim müessesesi olma özelliklerini Osmanlılar döneminde de devam ettirmişlerdir. Her ne kadar o dönemde eğitim-öğretim kurumu olarak medreseler önemli bir yere sahip olmuşlarsa da, medreselerin ayrılmaz birer parçası olarak camiler de, medreselerden geri kalmamıştır. Bu dönemde daha çok göze çarpan camili medrese veya medreseli cami, bunun en güzel örneğini oluşturur. Osmanlılar döneminde camilerin, içinde yer aldığı ve âdeta onsuz olmaz diye düşünülebilecek bir kurum da külliyelerdir. Külliye, cami esas olmak üzere, çevresinde çeşitli sosyal görevi olan binaların düzenlenmesi suretiyle meydana getirilmiş bir binalar bütünüdür. Bir sosyal merkez olan külliyelerin merkezinde ise daima cami yer almıştır. Hiç şüphesiz ki cami, o dönemde dinî görevlerin yerine getirildiği bir yerdi. Bunun yanında o, aynı zamanda külliyenin bir toplantı binası idi. Ayrıca cami, çeşitli konularda vaazların verildiği, hutbeler yoluyla toplumu aydınlatıcı bilgilerin verildiği yerdi. Aynı şekilde orada dersler de verilirdi, yani o dönemde camiler, bir nevi medreselerin de dershaneleri durumundaydı. CAMİLERİN SOSYAL BÜTÜNLÜĞÜN SAĞLANDIĞI YERLER OLMASI İslâm dini tevhid dini olup, birlik ve beraberliğe büyük önem verir. Yüce Rabbimiz وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُوا “Hepiniz toptan sımsıkı Allah’ın ipine sarılınız, sakın ayrılığa düşüp parçalanmayınız.”[6] buyurmuştur. Peygamber Efendimiz de “Allah’ın –rahmet ve inayet- eli cemaat üzerindedir”, “Cemaat, birlik ve beraberlik rahmettir. Ayrılık ise azaptır” buyurmuştur. Camilerimiz birlik ve beraberliğimizin en güzel bir şekilde gerçekleştiği yerlerdir. Zaten sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, cami kelimesi, “cem eden, toplayan, bir araya getiren” demektir. Bu toplanma günde beş vakit namazda, cuma namazında ve senede iki defa kılınan bayram namazlarında tezahür eder. Genç-ihtiyar, zengin-fakir, âmir-memur, âlim-câhil demeden bütün insanların bir araya geldiği aynı safta omuz omuza Allah’ın huzurunda durdukları yegane mekan camilerdir. Cuma ve bayram namazları mutlaka camide kılınması gerektiği için bu namazlar daha da kalabalık olur. Böylece Müslümanlar bir araya gelerek ibadet etmekle kalmazlar, tanışır kaynaşırlar. Birbirlerinden haberdar olurlar. Küskünler barışır, fakire, kimsesize, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine elbirliğiyle yardım edilir. Değerli Dinleyenler! Yüce Rabbimiz, Ankebut suresinde bizlere şöyle emretmektedir اُتْلُ مَآ اُوحِىَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلَوةَ اِنَّ الصَّلَوةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللهِ اَكْبَرُ وَاللهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ “Kitaptan sana vahyedilenleri oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”[7] Bu ayette ifade edildiğine göre, hakkıyla kılınan namaz, ruhu ulvileştirir ve insanı mutlaka kötülüklerden alıkoyar. Kur’an’da ve birçok hadiste belirtildiği gibi, iyiliğe sevk etmeyen, kötülüklerden alıkoymayan bir namaz ve ibadet, sırtta taşınan bir vebaldir. Namaz ve cemaatin terki veya hakkıyla eda edilmemesi, İslâm cemiyetinin çöküş sebeplerinin en başta gelenlerindendir. Günümüzde namazı terk edenler bir tarafa, namazı kılanlarda bile, birçok manevî hastalıklar ve kötülükler nüksetmektedir. Dolayısıyla bu da gösteriyor ki, hakkıyla eda edildiğinde müminleri kötülüklerden menetmesi gereken namaz, fonksiyonunu tam olarak icra edemiyor. Haşa Allah’ın kelamı Kur’an’da bir noksanlık söz konusu olmadığına göre, demek ki bizim namazlarımız tam olmuyor. Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin devam ettirilmesi ve daha da ileri götürülmesi için sadece cuma ve bayram namazlarında değil, günlük beş vakit namazlarda da müminlerin camilere koşarak orada bir araya gelmeleri ve birlik ve beraberlik içerisinde namazlarını kılarak, Yüce Allah’a dua ve niyazda bulunmalarını önemle ümmetine tavsiye etmiştir. Ayrıca cemaatla kılınan namazın fert olarak kılının namazdan 25-27 derece daha faziletli olduğunu bizlere şu şekilde belirtmiştir “Kişinin cemaatla kıldığı namaz, evinde veya işyerinde kıldığı namazdan yirmi beş veya yirmi yedi derece daha sevaptır. Buhârî, Ezan, 30; Müslim, Mesacid, 42 Eğer sizden biri, güzelce abdest alır ve namazdan başka bir şey düşünmeksizin mescide gelirse, mescide gelirken atmış olduğu her adımdan dolayı Allah onun derecesini bir kat daha artırır ve bir hatasını da bağışlar. Mescitte kaldığı sürece de namaz kılmış kabul edilir ve melekler de kendisine dua eder” Buhari, Vudu, 34; Salat, 87; Ebu Davud, Salat, 19 Peygamberimiz farz namazların cemaatle kılınmasına o kadar önem vermiştir ki, Müslim’in Ebu Hureyre rivayetine göre, bir gün Resul-i Ekrem’in yanına âmâ bir adam gelerek - Ya Resulallah! Beni mescide götürecek bir yardımcım yoktur, dedi. Namazı evinde kılmak için kendisine müsaade buyurulmasını istedi. Resul-i Ekrem’de ona müsaade etti. Adam dönüp giderken Rasulullah - Ezan sesini işitiyor musun? diye sordu. Âmâ - Evet işitiyorum deyince, Rasulullah - Öyle ise davete icabet et, buyurdu. Buhârî ve Müslim’de geçen bir hadiste meşru bir sebebi olmadan camide cemaatla namaza gelmeyenlerle ilgili şu tehditli sözleri söylemiştir “Bazen içimden öyle şeyler geçiyor ki, bir gün birine, benim yerime namaz kıldırmasını emredeyim. Sonra cemaate katılmayanların yanlarına gidip, oradakilerden odun toplamalarını söyleyeyim ve cemaate gelmeyenlerin evlerini üzerlerine yakayım istiyorum.” Buhârî, Ezan, 29; Müslim, Mesacid, 42 Aslında böyle bir şey yapmamıştır, fakat bu tehdit, meşru bir sebebi olmadan camiye cemaata gelmeyenlerin ne kadar kötü bir davranış sergilediklerini ifade etmek ve onların cemaate iştirak etmelerini sağlamak için söylenmiştir. Buhârî ve Müslim’in Ebu Hureyre’den rivayet ettikleri bir başka hadis-i şerifte Rasulullah “Müminler, yatsı namazı ile sabah namazındaki sevabı bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaatle namaz kılmaya gelirlerdi.” buyurmuştur. Peki farz namazlarının camide cemaatle kılınmasındaki gaye nedir? Bu gayeyi şu şekilde açıklayabiliriz Bir semtte bulunan müminlerin beş vakitte birbirlerinin hallerinden haberdar olması, onlardan herhangi bir Müslümanın bir sıkıntısı varsa, elbirliği ile giderilmesi, hasta varsa, yardımına koşulması içindir. Cemaate gelmeyenin mutlaka meşru bir mazereti olduğu göz önüne alınarak evine gidilip yoklanır ve sorunu giderilmeğe çalışılır. ve Ashabı, içlerinden birinin cemaate devam etmediğini görünce hemen onu araştırıyor, şayet başına herhangi bir musibet gelmişse derhal onunla ilgileniyor ve ne yapılması gerekiyorsa gereğini anında yapıyorlardı. Nitekim Asr-ı Saadette, Mescid-i Nebevî’yi devamlı olarak silip süpüren temizliğini yapan bir zenci kadın vardı. Bir ara Rasulullah onu görememiş ve merak edip, Ashabına o kadını sormuştu. Ashap ta onun öldüğünü söyleyince, neden bana haber vermediniz diyerek, Ashabına kızmış kadının kabrini kendisine göstermelerini istemiş ve kadının kabrine giderek onu ziyaret edip dua etmiştir. Buharî, Salat, 72; Müslim, Cenaiz, 23 Bugün ise bu gayeler kaybolmuş ve Müslümanlara şahsî sevap kazanma endişesi hakim olmuştur. Sadece nefsini düşünüp kendi meseleleri ile meşgul olup, iştirak ettiği cemaatin meseleleriyle ilgilenmeyen bir kimse, Hz. Peygamber’in müjdelediği yirmi yedi derece sevaba ulaşabilecek midir aceba? Bu şekilde şahsî menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen insanları bünyesinde toplayan cami, cemaati ile bir bütünlük ortaya koyamadığı için elbette fonksiyonunu yerine getiremeyecektir. İslâmın, toplumun menfaati için tesis ettiği kurumlardan biri olan camiler ve mescitler, Asr-ı Saadetten başlayarak, bugüne kadar bütün İslâm âleminde Müslümanların ibadet, ilim ve meşveret merkezi olmuştur. Fakat zamanla dünya işleri çoğalıp, siyaset aslî manasının dışına çıkmış, işler karmaşık hale gelince, camilerin içinde artık kudsî hava barınamamış, orada sadece ibadet ve ilim kalmıştır. Camilerimizde bugün, ibadet ve ilmin de ne derecede uygulandığı münakaşa konusu olabilir. Bugün camiler, tam olarak fonksiyonlarını yerine getiremiyorlarsa, elbette bunun suçunu cemaat ve cami bütünlüğündeki birliğin sarsılmasında aramak gerekir. Değerli Dinleyenler! şu hadislerinin sırrı en güzel bir şekilde camide tecelli eder “Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda müminler sanki bir ceset gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle cesedin diğer uzuvları da ona iştirak ederler.” “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirine bağlayan bir tek bina gibidir.” İşte Müminler günde beş vakit namazlarında bir araya gelerek kaynaşmalıdırlar. Bugün İslâm cemiyetinde cemaatle namaz terk edildiği için, Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma tam manasıyla temin edilememektedir. Cemaatten kopan insan yavaş yavaş namazlarını da aksatmaya başlıyor ve neticede büyük şehirlerdeki kalabalıklar onu da yutuyor. Namazı terk edenler, çok kısa bir zamanda İslâmî şuurdan da yoksun bir hale geliyorlar. Bu da önce cemaati terk etmekle başlıyor. Günümüzde tamamen ferdî ve egoist bir toplum hayatı yaşandığından, bulunduğumuz mahallelerde cemaate devam edilip, diğer şahıslarla irtibat sağlanamadığı için, kimsenin kimseden haberi olmamaktadır. Aynı apartmanda oturan komşular birbirlerini yeterince tanımadıkları gibi, bayramlarda bile birbirlerine gidip bayramlaşma yapmıyorlar. Neticede tamamen bencil bir cemiyet hayatı başlıyor. Herkes, birbirine yardımcı olmak şöyle dursun, bir din kardeşini faka bastırıp kandırmanın yollarını arıyor. Dolayısıyla toplumda kimsenin kimseye güveni kalmıyor. Bunun neticesinde de herkesin birbirine şüphe ile baktığı bir cemiyet hayatı karşımıza çıkıyor. Aralarında birlik ve dayanışma olmayan menfaatperest bir toplumda, camilerin fonksiyonlarını yapması beklenemez. Bunun sonucu olarak da camilerimiz garip ve tezyinatsız kalmaya mahkum olur. Şunu unutmamak gerekir ki, camilerin en mühim tezyinatı, bugün olduğu gibi; mermerler, boyalar, oymalar, nakışlar, halılar, kubbeler değil, Allah’ın ve Peygamberinin önderliğinde cami ve cemaat şuuru ile bezenmiş, kendi nefsinden ziyade, başkalarını düşünen diğer gam insanlar topluluğunu yetiştirmeye ihtiyacımız vardır. Değerli Dinleyenler! İslâmın yayılmasında ve İslâm toplumunun yetişmesinde önemli fonksiyon icra etmiş olan camilerin, zamanla toplum hayatından çekilerek, sadece ibadet edilen yerler haline gelmeleri ve günümüzde camilere gelen cemaatin sayısının da çok azalması bizleri düşündürmektedir. Camilerin Rasulullah devrindeki sosyal aksiyon ve aktivitesine kavuşturulabilmesi için şu hususları yerine getirme durumundayız a İlim ve teknik çağının yorduğu, bunalttığı insanımızın dinlenip rahat ve huzura kavuşabileceği yerlerden birinin, belki en güzelinin camiler olduğunu hatırdan çıkarmayarak, camilerimizi pırıl pırıl ve cazibeli hale getirmeliyiz. b Toplumu camide toplayabilmek ve manevî bir hava içerisinde tutabilmek için, cami civarında Müslümanların sosyal ihtiyaçlarını karşılayan kurumlar yapılmalı ve bu kurumlar bakımlı olmalıdır. c Camiler, ibadetin dışında Müslüman halkın dinlerini doğru bir şekilde öğrenebilecekleri, halkla bütünleşen kurumlar haline getirilmesi gerekmektedir. d Camilerde insanlarımızı eğitecek ve onlara doğru ve sağlam dinî bilgileri verecek olan din görevlilerimizdir. O halde bilgili, kabiliyetli, İslâmı anlatmak için çırpınan fedakar imam-hatipler yetiştirilmelidir. Mevcut imam-hatiplerimizin de kendilerini sürekli yenilemeleri gerekmektedir. Şunu iyi bilmeliyiz ki, âlimler peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Kur'an'da ifade edildiği gibi peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra başka bir peygamber gelmeyecektir. O halde O'nun hayattayken icra ettiği o değerli görevi bugün din görevlilerimiz yürütmektedir. Demek ki yaptığımız görev çok kutsal bir görevdir. O halde bu kutsal görevi, en mükemmel bir şekilde yerine getirmemiz için elimizden gelen gayreti sarfetmek zorundayız. Bu vazifeyi yaparken de tek örneğimiz ve rehberimiz Zira Yüce Allah, O'nu Allah'a ve ahiret gününe inanan ve Allah'a kavuşmayı uman mü'minler için en güzel örnek olarak takdim etmektedir. Değerli Dinleyenler! Beni sabırla ve dikkatle dinlediğinizden dolayı hepinize teşekkür edip, saygılar sunuyorum. Hoşça kalın, Allah yardımcınız olsun. SOYSALDI [1] Âl-i İmran, 3/96 [2] Tevbe, 9/18
kadının islamdaki yeri ve önemi vaaz