Maz'un'un hanımı Havle, O'na, bir hayat arkadaşı bulmayı teklif etmiş, O da kabul etmişti. Hz. Peygamber (asm), Sevde'nin iman konusunda gösterdiği sıkı ve vefâkâr tutumundan son derece etkilenmiş ve ona duyduğu takdiri ve verdiği yüksek değeri, nikâh teklifinde bulunarak göstermişti. Hz.
38 O iman etmiş olan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki size doğru yolu göstereyim.” 39- “Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak geçici bir menfaatten ibarettir. Ahiret ise durulacak karar yurdudur.” 40- “Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir.
Nisâsûresi Medine’de nâzil olmuştur, 176 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kadınlar” mânasına gelen اَلنِّسَاءُ (Nisâ) kelimesinden alır.
38- O iman etmiş olan kimse dedi ki: "Ey kavmim! Bana uyun ki size doğru yolu göstereyim." 39 - "Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak geçici bir menfaatten ibarettir. Ahiret ise durulacak karar yurdudur." 40 - "Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir.
11. Kur’an-ı Kerim’in 20 sayfadan oluşan her bir bölümüne ne ad verilir? A) Hizb B) Kıssa C) pasaj D) cüz. 12. ‘’Kur’an’da adı 27 defa geçer. Hz. İbrahim’e (as) iman etmiş ve onunla hicret etmiş kişilerdendir. Sodom şehrine peygamber olarak görevlendirilmiştir.
A Kadere iman. B) Meleklere iman. C) Kutsal kitaplara iman. D) Ahirete iman. Doğru Cevap B. Soru 4 4.Sınıf Din Kültürü İslam'ı Tanıyalım Test 2. Kelime-i Tevhit cümlesi aşağıdakilerden hangisidir? A) Elhamdülillah. B) Allahü ekber.
aWSbUre. İçindekiler1 Peygamber Efendimiz mümini nasıl tanımlar?2 Peygamberin yardımcısına ne denir?3 Peygamber Efendimizi sevmek nasıl olur?4 Peygamberimize iman eden arkadaşlarına ne ad verilir?5 Peygamberimiz mümini neye benzetmiştir?6 Peygamberimizi örnek alan bir insan nasıl olmalı?7 Hadiste Muhadram nedir?Peygamber Efendimiz mümini nasıl tanımlar?Mümin Allah´a ve peygamberine inanan, peygamberin Allah tarafından haber verdiği her şeyin doğru olduğunu yürekten tasdik eden ve bu imanını dili ile de söyleyen yardımcısına ne denir?Sahabe veya çoğulu Ashab Arapça الصحابة, bir İslam terimi. İslam peygamberi Muhammed'i görmüş, onunla konuşmuş, arkadaşlık etmiş ve ona inanmış Müslümanlara verilen isimdir. İslam literatüründe bir saygı ifadesi olarak Eshâb-ı Kirâm Yüce/soylu sahabeler şeklinde Efendimizi sevmek nasıl olur?Peygamber'i sevmek, ona gönül vermek, gerektiğinde onun yoluna malını ve canını verme ile olur. Ancak, bilgi olmadan, sevgi tam anlamıyla gerçekleşmez. Bu nedenle, onu doğru bir şekilde tanımadan lâyıkıyla seveme- yiz. Bu, onun etraflıca tanınmasını zorunlu iman eden arkadaşlarına ne ad verilir?Peygamberimizin meclisinde bulunmuş, söyleşilerini ilk ağızdan dinlemiş ve davranışlarına tanık olmuş yol arkadaşlarına, Arapça'da sahip çıkan anlamına gelen, 'sahabe' denilir. Hz. Peygamber'in arkadaşlarına SAHABE mümini neye benzetmiştir?Hz. Muhammed sav hurma özünün tadına baktıktan sonra etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu "Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman'a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez." Bunun üzerine insanlar çölde yetişen ağaçları saymaya örnek alan bir insan nasıl olmalı?Peygamberleri örnek alan bir mümin, hangi güzel özelliklere sahip olur, Aşağıdaki şemaya örnekler yazınız. Zorluklara karşı sabırlı olur, doğru sözlü olur, güvenilir olur, akıllı ve zeki olurlar, yalan söylemezler, başkalarının hakkını yemezler, devlet malına zarar vermezler, hırsızlık Muhadram nedir?Bu süreç içinde yaşayan tâbiîler arasında, İslam öncesinde doğup asr-ı saâdet döneminde yaşayan, çok az bir zaman farkıyla Hz. Peygamber'i görme fırsatını kaçıran ve kendilerine muhadram denilen insanlar vardır.
Sorunu TaratKitaptan resmini çek hemen cevaplansın. martur123Gündem1 ay önce0 Cevap13 KezAile destek ödemeleri ne zaman sorusunun cevabı nedir? Soru Ara? den fazla soru içinde arama YazBilgilendirme 2022 yılı YKS, AÖF, AUZEF, ATA-AÖF, AÖL, LGS, AÖO, AÖIHL-MAÖL, YDS, TUS, MSÜ, ALES, KPSS, İSG, YKS, DGS, EUS, TYT, AYT, ADES, ADB, Amatör Denizcilik Eğitimi Sınav takvimleri belli olmuştur. Favorilere Eklendi Favorilere eklemek istediğinizden emin misiniz? Eklerseniz bu sayfaya favoriler sayfasından erişebilirsiniz. Giriş Yap Ücretsiz hesap aç Kayıt Ol Şifre Kurtarma Başarılı İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir. Bilgilendirme Çerez Politikası Sitemizi kullanarak; Çerez Politikamızı, Gizlilik Politikamızı ve Hizmet Şartlarımızı okuduğunuzu ve anladığınızı kabul edersiniz.. Başarılı.. Kopyalandı..
OSMAN B. AFFÂN Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi'ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî; Raşid Halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeoğulları ailesine mensup olup, nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Resulullah ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems'tir. Büyükannesi ise Resulullah halası Abdülmuttalib'in kızı Beyda'dır. Künyesi, "Ebû Abdullah'tır. Ona, "Ebu Amr" ve "Ebu Leyla" da denilirdi İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi's-Sahabe, Bağdat II, 462; İbnül Esîr, Üsdül-Ğâbe, III, 584-585; Celaleddin Suyûtî, Târihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 165. Resulullah risaletle görevlendirildiğinde Osman otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Ebû Bekir güvendiği kimseleri İslâma davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun bu çalışmaları neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir'in samimi bir arkadaşı idi Siretu İbn İshak, İstanbul 1981,121; Üsdü'l-Gâbe, aynı yer; Askalanî, aynı yer. Hz. Osman, iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b. Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman ebediyyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı Suyûtî, 168. Peşinden o, Resulullah kızı Rukayye ile evlenmişti. Bazı tarihçiler bu evliliğin Peygamber'in risaletle görevlendirilmesinden önce olduğunu kaydederler Suyûtî, 165. Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Resulullah ashabına Habeşistan'a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman'ın Habeşistan'a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. İbn Hacer birçok sahabiye dayandırarak Hz. Osman'ın, eşi Rukayye ile birlikte Habeşistan'a hicret eden ilk kimse olduğunu kaydetmektedir İbn Hacer, aynı yer. Mekkelilerin iman ettiklerine dair yanlış bir haberin Habeşistan'a ulaşmasıyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke'ye geri dönmüştü. Hz. Osman da geri dönenler arasındaydı. Ancak onlar kendilerine ulaşan haberin asılsız olduğuna şahit olduklarında tekrar Habeşistana gitmek için yola çıktılar. Hz. Osman, hareket etmeden önce Resulullah şöyle demişti "Ya Resulullah! Bir defa hicret ettik. Bu Necaşi'ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle değilsiniz". Resulullah ona; "Siz Allah'a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamamı sizindir" karşılığını vermişti. Bunun üzerine o; "Bu bize yeter ya Resulullah" dedi İbn Sa'd, Tabakatül-Kübra, Beyrut I, 207. Hz. Osman ikinci olarak hicret ettiği Habeşistan'da bir müddet kaldıktan sonra Mekke'ye geri döndü. Resulullah Medine'ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer müslümanlarla birlikte Medine'ye hicret etti. O, Medine'ye ulaştığı zaman Hassan b. Sabit'in kardeşi Evs b. Sabit'e konuk olmuştu. Bundan dolayı Hassan, onu çok severdi İbnül-Esîr, Üsdül-Gâbe, 585; İbn Sa'd, 55-56. Bir yahudinin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin dirheme satın alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu. Bu kuyunun müslümanlar için ne kadar önemli olduğu Resulullah şu sözünden anlaşılmaktadır "Rume kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardır" Buharî, Fezailu'l-Ashab, 47. Hz. Osman, hanımı Rukayye ağır hasta olduğu için, Resulullah izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Rukayye ordu Bedir'de bulunduğu esnada vefat etmiş, müslümanların zaferinin müjdesi Medine'ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir'de bulunmamış olmakla birlikte Resulullah onu Bedir'e katılanlardan saymış ve ganimetten ona da pay ayırmıştı Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, 165; Tarihu'l-İslâm, I, 256. Hz. Osman Bedir savaşı hariç, müşriklerle ve İslâm düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmıştır. Rukayye'nin vefat edişinden sonra Resulullah Hz. Osman'ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah şöyle buyurmuştu "Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Osman'la evlendirirdim" ve yine Hz. Osman'a "Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim" demişti Üsdül-Gâbe, aynı yer. Resulullah iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nûr sahibi anlamında, "Zi'n-Nureyn" lakabıyla anılır olmuştur. Zatü'r-Rika ve Gatafan seferlerinde Resulullah onu Medine'de yerine vekil bırakmıştır Suyuti, 165. Hz. Osman'ın Habeşistan'a hicreti esnasında Hz. Rukayye'den doğan Abdullah adındaki oğlu, Medine'ye hicretin dördüncü yılında bir horozun yüzünü gözünü tırmalaması sonucunda hastalanarak vefat etti. Abdullah, vefat ettiğinde altı yaşında idi İbn Sa'd, III, 53, 54. Hicretin altıncı yılında müslümanlar, Umre yapmak için Mekke'ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onların arasındaydı. Ancak, putperest Mekke yönetimi, müslümanları Mekke'ye sokmama kararı almıştı. Bunun üzerine Hudeybiye'de karargah kuran Resulullah müşriklerle diyalog kurarak, maksatlarının yalnızca umre yapmak olduğunu onlara bildirmek istiyordu. Resulullah bu iş için Hz. Ömer'i görevlendirmek istemiş, ancak Hz. Ömer, bir takım geçerli sebepler ileri sürerek Hz. Osman'ın daha uygun olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Resulullah elçilik görevini Hz. Osman'a verdi. Daha önce elçi gönderilen Hıraş b. Umeyye el-Ka'bî'yi Mekkeliler öldürmek istemişlerdi İbn Sa'd, II, 96. Müşriklerin hırçın davranışları böyle bir elçiliği tehlikeli bir hale sokuyordu. Resulullah Hz. Osman şöyle dedi "Git ve Kureyş'e haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile savaşmaya gelmedik. Sadece şu Beyt'i ziyaret ve onun haremliğine saygı göstermek için geldik ve getirdiğimiz kurbanlık develeri kesip döneceğiz ". Hz. Osman Mekke'ye gidip, müşriklere bu hususları bildirdi. Ancak onlar; "Bu asla olmaz. Mekke'ye giremezsiniz" karşılığını verdiler. Onların red cevabı İslâm kârargahına Osman öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Onun dönüşünün gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Resulullah yanındaki bütün müslümanları, ölmek pahasına müşriklerle çarpışmak üzere, bey'ata çağırdı. Bey'atu'r-Rıdvan adıyla tarihe geçen bu bey'atlaşmada Resulullah sol elini sağ elinin üzerine koyarak, "Osman Allah'ın ve Resulünün işi için gitmiştir" dedi ve onun adına da bey'at etti. Müşrikler bu durumdan korkuya kapıldıkları için anlaşma yolunu tercih etmişlerdi İbn Sa'd, II, 96, 97. Hz. Osman, bu arada Mekke'deki güçsüz müslümanlarla görüşmüş ve onları İslâm'ın yakında gerçekleşecek olan fethiyle teselli etmişti Asım Köksal, İslâm Tarihi, VI, 177. Müşrikler, Osman isterse Kâ'be'yi tavaf edebileceğini bildirmişler, ancak o, Resulullah tavaf etmeden, kendisinin de tavaf etmeyeceği cevabını vermişti. Hudeybiye'de bulunan sahabiler ise Resulullaha "Osman Beytullah'a kavuştu, onu tavaf etti; ne mutlu ona" dediklerinde Resulullah "Beytullah'ı biz tavaf etmedikçe, Osman da tavaf etmez buyurmuştur" Vakidî'den naklen, A. Köksal, 178-179. Hz. Osman, Medine dönemi boyunca sürekli Resulullah ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabın en zenginlerinden biri olması, onun İslâma ve müslümanlara herkesten çok maddi yardımda bulunmasını sağladı. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çıkan orduların techiz edilmesinde aşırı derecede cömert davrandığı görülmektedir. Tarihçiler onun Ceyş'ul-Usra diye adlandırılan Tebük seferine çıkacak ordunun techiz edilmesine yaptığı katkıyı övgüyle zikretmektedirler. O, bu ordunun yaklaşık üçte birini tek başına techiz etmiştir. Asker sayısının otuz bin kişi olduğu göz önüne alınırsa bu meblağın büyüklüğü rahatça anlaşılır. Yaptığı yardımın dökümü şöyledir Gerekli takımlarıyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at, bunların süvarilerinin teçhizatı, on bin dinar nakit para A. Köksal, IX,162. Onun bu davranışından çok memnun olan Resulullah "Ey Allah'ım! Ben Osman'dan razıyım. Sen de razı ol" İbn Hişam, Sîre, IV,161 diyerek duada bulunmuş ve; Bundan sonra Osman'a işledikleri için bir sorumluluk yoktur" Suyûtî, demiştir. Hz. Osman, Veda Haccı esnasında da Resulullah yanındaydı. Resulullah müslümanları ilgilendiren bir çok meselede Osman yardımına müracaat etmiştir I, 256. Hz. Ebû Bekir halife seçilince Osman ona bey'at etti. Ebû Bekir halifeliği boyunca ümmetin işlerini idarede onunla istişarede bulundu. Ebû Bekir vefatından önce yazdırdığı Hz. Ömer'in Halife atanmasına dair belgeyi Osman kaleme almıştır. Hz. Ebû Bekir, Osman yazdıklarını ona tekrar okutturduktan sonra mühürletmişti. Osman yanında Ömer ve yanında Useyd İbn Saîd el-Kurazî olduğu halde dışarı çıkmış ve oradakilere "Bu kağıtta adı yazılan kimseye bey'at ediyor musunuz" diye sormuştu. Onlar da "evet" diyerek bunu kabul etmişlerdi İbn Sad III, 200. Halifeliği Hz. Ömer yaralanınca, hilâfete geçecek kimsenin tayin edilmesi için altı kişiden oluşan bir şura oluşturmuştu. Bunlar Hz. Ali, Osman, Sa'd İbn Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr İbn Avvam ve Talha İbn Ubeydullah idiler. Yapılan görüşmeler neticesinde, şura üyelerinden dördü feragat edince görüşmeler Hz. Osman'la Hz. Ali üzerinde devam etti. Şura başkanı Abdurrahman İbn Avf, geniş bir kamu oyu yoklaması yaptıktan sonra müslümanların bu iki kişiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabık olduklarını gördü. Hz. Ali çağırarak ona; Allah'ın Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer'in uygulamalarına tabi olarak hareket edip etmeyeceğini sordu. O, Allah'ın Kitabı ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacağı, ancak bunun dışında kendi içtihadına göre davranacağı cevabını verdi. Aynı soruyu Osman yönelttiğinde o, bunu kabul etmişti. Bunun üzerine Abdurrahman İbn Avf, Osman halife atadığını ilan ederek ona bey'at etti Suyuti, 172; İbn Hacer, 463; I, 258, 261. Hz. Osman'a ikinci olarak bey'at eden kimse Hz. Ali olmuştur. Peşinden de bütün müslümanlar ona bey'at ettiler İbn Sa'd, III, 62. Osman hilâfete geçişi Hicri yirmi üç senesi Zilhicce ayının sonlarında olmuştur. Osman devlet idaresini devraldığı zaman İslâm fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Hz. Ömer devrinde Suriye, Filistin, Mısır ve İran, İslâm topraklarına katılmıştı. Hz. Ömer güçlü idaresi, fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlamıştı. Hz. Osman İslâm tebliğinin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. O, Ermenistan, Kuzey Afrika ve Kıbrıs'ı fethetmiş, İran'daki ayaklanmaları bastırarak merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etmiştir. Hz. Osman hilâfeti devraldığı zaman idari kadrolarda yavaş yavaş bazı değişiklikler yapma yoluna gitti. Ancak, Ömer vasiyetine uyarak bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde bıraktı. İlk önce Küfe valisi Muğire b. Şu'be'yi azlederek yerine Sa'd b. Ebi Vakkas'ı atadı. Sa'd, Osman yönetime geçtikten sonra atadığı ilk validir İbnül-Esir el-Kamil fî't-Tarih, Beyrut 1979, III, 79. Mısırlılarca sevilen bir kimse olan Amr b. el-As'ın Mısır valiliğinden alınması ve yerine, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in tayin edilmesi bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olmuştu. İskenderiye halkı Bizans İmparatoru Heraklious'a mektup yazarak kendilerini müslümanların elinden kurtarmasını istediler. Ayrıca, müslümanların karşı koyacak kadar askerlerinin olmadığını da bildirdiler. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Manuel komutasında kalabalık bir orduyu İskenderiye'ye gönderip burayı işgal etti. Bizanslılardan çekinen Kıpti halk, Hz. Osman'dan duruma müdahale etmesini istediğinde o, Amr b. el-As'ı Mısır'a geri gönderdi. Amr, yaptığı savaşta, Manuel'i öldürerek düşmanı büyük bir yenilgiye uğrattı ve İskenderiye şehrini çevreleyen sur'u yıktı Hicrî 25 İbnul-Esir, III, 81; I, 264. Aynı yıl içerisinde anlaşmalarını bozan Rey üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas bir sefer düzenlemiş; ayrıca, Deylem üzerine yürümüştür. Sa'd b. Ebi Vakkas, Beytül-Malden borç olarak aldığı parayı geri ödemekte sıkışınca Osman onu azlederek yerine anne bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi Küfe valiliğine getirdi İbnul-Fsir III, 82. Velid, beş sene Küfe valiliğinde bulunmuştur. Velid, bir sabah, namazı sarhoş olduğundan dolayı dört rekat kıldırmıştı. Hatırlatılması üzerine "sizin için arttırıyorum" demişti. Bunu duyan Hz. Osman, ona tazir cezası vererek bunun uygulanmasını Hz. Ali'den istemişti. Hz. Ali de Abdullah b. Cafer'e onu kırbaçlattırmıştı. Bu olay üzerine Hz. Osman onu azlederek yerine Saîd b. el-As b. Umeyye'yi atadı İbnul-Esir, III, 107. Suyûtî, Hz. Osman'ın, ilk olarak Velid'i, Sa'd'ın yerine vali yapması yüzünden kınandığını söylemektedir Suyutî, 172. Velid, Küfe valisi olunca, Azerbaycan komutanı Utbe b. Ferkat'ı görevinden aldı. Bunun üzerine Azerbeycan halkı isyan ettiler. Velid, Azerbeycan üzerine yürüyerek burayı itaat altına aldıktan sonra Ermenistan Tiflis tarafına yöneldi ve andlaşmalar yaparak ganimetlerle geri döndü H. 25. Bu arada Bizansla yapılan mücadele devam etmekteydi. Muaviye, Antalya ve Tarsus taraflarına akınlar düzenliyordu. Öte taraftan, Amr b. el-As'a Kuzey Afrika'yı ele geçirmek için emirler gönderen Osman Sicistan Valisi, Abdullah b. Amr'a Kabil'e yürümesi talimatını veriyordu İbnul Esir, III, 87. Hicri yirmi altıda, Mescid-i Haram'ın genişletilmesi çalışmalarına tanık olunmaktadır. Mescid-i Haram'ın çevresindeki arsalar satın alınarak geniş bir alan elde edilmişti. Hz. Osman Hicri yirmi yedinci yılda Mısır Valisi Amr b. el-As'ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O, Kuzey Afrika'nın fethinin tamamlanması düşüncesindeydi. Bunun için Osman Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, ona izin verdi ve içinde çok sayıda sahabinin de bulunduğu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi Hasan, I, 265. Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasındaki kuvvetler, İbn Ebi Serh ile birleşerek Mısır'dan batıya doğru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans İmparatorunun valisi, İslam ordusunun topraklarına doğru ilerlediği haberini alınca, yirmi bini süvari olmak üzere, yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak tedbirler aldı. Krallık merkezi olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede iki ordu karşı karşıya geldi. İbn Ebi Serh'in, müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmek teklifi reddedilince çatışma başladı. Bu arada, ordunun Medine ile olan haberleşmesi kesilmişti. Hz. Osman bağlantı kurabilmek için Abdullah İbn Zübeyr'i bir askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savaş, Abdullah İbn Zübeyr'in önerdiği taktikle kısa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandı. Müslümanların eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düşmüştü İbnül-Esir, III, 88-90; I, 265-266. İslâm ordularının önündeki bu engel kaldırıldıktan sonra Hz. Osman, Abdullah b. Nafî b. Husayn ve Abdullah b. Nafi b. Abdulkays'a hiç vakit kaybetmeden Cebelu't-Tarık'ı geçerek Endelüs'e girmeleri emrini verdi. Hz. Osman'ın, ordunun Endelüs'e geçişini istemesi, İstanbul'un batı yönünden sıkıştırılarak fethinin kolaylaştırılması düşüncesinden kaynaklanıyordu. O, komutanlarına şöyle diyordu "İstanbul ancak Endelüs tarafından fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz, İstanbul'u fethedenlerin ecrine ortak olacaksınız" İbnül-Esir, III, 93; Ayrıca bk. Muhammed Hamidullah, Fethul-Endelüs İspanya fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27 li'l-Hicre, Ed. Fak. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1978, VII, 221-225. Böylece Hz. Osman zamanında, Kuzey Afrikadaki fetihler tamamlanmış, İslâm'ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans'ın batıdan sıkıştırılması planları uygulamaya konulmuştur. Öte taraftan Muaviye b. Ebi Süfyan, Osman izin alarak, Suriye sahillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve müslümanlar denizlerde de Bizans'a karşı varlık göstermeye başlamışlardı. Muaviye daha önce bu iş için Hz. Ömer'e müracaat etmişti. Ancak Ömer o an müslümanların maslahatı bunu gerekli kılmadığı için izin vermemişti. Daha sonra şartlar bu iş için elverişli hale geldiğinden dolayı Hz. Osman donanma inşasının lüzumuna kanaat getirmişti. Muaviye, donanmasıyla denize açılarak, Kıbrıs Adasına çıktı. Abdullah b. Sa'd Mısır'dan onun yardımına gitti. Kıbrıs, yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hakimiyetini tanımak zorunda kaldı Hicrî 28. Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği meblağdır İbnül-Esir, III, 96. Hz. Osman, Kufe Valisi Ebu Musa el-Eş'arî'yi görevinden alarak yerine Abdullah b. Amir el-Kureyz'i atadı H. 29. Abdullah, Osman dayısının oğludur. Ebu Musa'yı azletmesinin sebebi Kûfe halkının ondan şikayetçi olmaları ve bunu Hz. Osman bildirmeleridir İbnül-Esîr, III, 99-100. Hz. Osman, Mescid-i Nebi'nin genişletilmesine ihtiyaç duyarak, onu süslü taşlarla yeniden inşa etti. Taş sütunlar dikerek tavanını sac bir cins ağaç ile kapattı. Uzunluğunu yüz altmış, genişliğini de yüz elli zira'a çıkarttı Suyûtî, 173. Hicri otuz yılında Sa'id b. el-As'ın Taberistan'a hücum ettiği görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Sa'id, bir çok şehri fethetti. Horasan, Tus, Serahs, Merv, Beyhak bunlardan bazılarıdır. Bu yıl içerisinde Hz. Osman, değişik eyaletlerde, Kur'an-ı Kerim'in okunması üzerine ortaya çıkan ihtilafları ortadan kaldırmak için çalışmalar başlattı. Kur'an-ı Kerim ilk olarak Hz. Ebû Bekir zamanında tedvin edilmişti. Zeyd b. Sabit'in başkanlığında yapılan bu çalışmada, Kur'an-ı Kerim bir kitap haline getirilmişti. Bu ilk mushaf, Ebû Bekir sonra Ömer geçmiş, onun şehadetinden sonra da Hafsa elinde kalmıştı. Azerbeycan sefer esnasında ordu içerisinde kıraat konusunda bir ihtilafın çıkması, ordu komutanı Huzeyfe b. Yeman'ı endişelendirmiş ve Halife'den, müslümanların emin bir şekilde okuyabilecekleri bir mushafın çoğaltılmasını istemişti. Hafsa yanında bulunan mushaf getirilerek çoğaltıldı ve bütün eyaletlere dağıtıldı. Bunun dışında kalan nüshaların tamamı toplatılarak imha edildi. Bu durum karşısında Ashabın hayatta olanları oldukça rahatlamışlardı İbnül-Esîr III,111-112; Nasen, I, 510-513. Hz. Osman, Resulullah ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den sonra kendisine intikal eden mührü Medine'deki Arîs kuyusuna düşürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmuş, ancak bütün aramalara rağmen bu mühür bulunamayınca Osman büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptırdı. Şehid edilene kadar parmağında kalan bu mührün kimin eline geçtiği tesbit edilememiştir İbnül-Esir, III, 133. Bu olay hilâfetinin altıncı yılında meydana gelmiştir. İslam fetihlerinin sürekliliği ve elde edilen ganimetlerle insanların zenginleşmeleri, refah seviyesini oldukça yükseltmişti. Bu durum, tabii olarak, İslâma uygun olmayan birtakım davranış biçimlerinin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Resulullah yanında yetişen ve bu gelişmeleri endişeyle takip eden sahabiler, bu endişelerini yer yer ortaya koymaktaydılar. Bunlardan birisi de, zühd ve takvasıyla tanınan ve maddi varlıklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmediğine inanan Ebu Zerr el-Gifarî O, Şam'da, Muaviye'nin uygulamalarına karşı çıktığı ve düşüncelerini söylemekte ısrarlı davrandığı için Medine'ye çağırıldı. Ebu Zerr, Medine'ye geldiğinde görüşlerini Hz. Osman'a tekrarlamıştı. Bunun ardından, Halife'den izin isteyerek, Medine'ye yakın bir yer olan Rebeze'ye gidip yerleşmişti III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.. Bizans'a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz ki Latu's-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah b. Sa'd'ın komutasındaki İslâm donanması, İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların gemi sayısı hakkında verilen bilgiler, beş yüz ile sekiz yüz rakamı arasında değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise ikiyüz civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir bozguna uğratıldı. Konstantin, Sicilya'ya sığınmak zorunda kalan İbnül-Esir, III,117-118; Hasan, I, 266-267. Bu zaferden sonra Bizans, müslümanlara karşı olan deniz üstünlüğünü kaybetmiş, İslam donanmasının İstanbul sularına kadar önüne çıkacak bir güç kalmamıştı. Fitnenin ortaya çıkışı ve Şehadeti Hz. Osman on iki sene hilâfet makamında kalmıştır. Bunun ilk altı senesi huzur ve güven içerisinde geçmiş ve hiç kimse yönetimin uygulamalarından şikayetçi olmamıştır. Kureyş, onu Hz. Ömerden daha çok sevmişti. Çünkü Hz. Ömer onlara karşı şeriatı uygulamada müsamahasız ve sertti. Hz. Osman ise yaratılışındaki yumuşaklık ve hoşgörü ile insanların serbestçe hareket edebilmelerine imkan sağlamıştı. Onun bu yapısından istifade eden eyaletlerdeki bir takım valiler, sorumsuz davranışlar sergilemeye başlamışlardı. Yükselen şikayetleri ani ve kesin kararlarla karşılayamayınca, yavaş yavaş bir fitne ve kargaşa ortamının oluşmasına zemin hazırlanmıştı. Endelüs'ten Hindistan hudutlarına kadar çok geniş bir sahayı kaplayan devletin içerisinde, çeşitli din ve ırklara mensup zimmi statüsünde topluluklar vardı. Bunlar, mağlup düştükleri İslâm Devleti'ne karşı her fırsatı değerlendirerek baş kaldırıyorlardı. Yahudi unsuru ise, İslâm Ümmeti'ni parçalayıp yok etmek için İslamın temel prensiplerini hedef almıştı. Müslüman olduğunu iddia ederek ortaya çıkan bir takım Yahudi asıllı kimseler, zuhur eden huzursuzlukları körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalışıyorlardı. Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı olan Abdullah İbn Sebe'dir. İbn Sebe Yemenli bir yahudidir. O, samimi kimselerin haklı şikayetlerini kullanarak insanları Hz. Osman'a karşı kışkırtıyordu. Bir taraftan "ric'atı Muhammed" Muhammed tekrar dönüşü düşüncesini yaymaya gayret gösterirken, öte taraftan Peygamber'in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali ait olduğunu ve bunun da Allah tarafından belirlenmiş bir gerçekten başka bir şey olmadığını yayarak daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini atıyordu. Onun yaydığı düşüncelere göre Ebû Bekir Ömer ve Osman Hz. .Ali hakkını gasbetmişlerdi. O, Küfe, Basra ve Şamda insanları kışkırtırken, Ebu Zerr haklı çıkışlarını da kendisine malzeme yapmaya uğraşıyordu. İbnü'l Esir, Tarih, III,154; H. İ. Hasan, age, I, 368-370 Bir zaman sonra, Muhammed b. Ebî Bekr ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe de, yapmış olduğu atamalardan dolayı Hz. Osman'ı tenkid etmeye başladılar İbnül-Esîr. III, 118. Hz. Osman'a yapılan en önemli suçlama, onun kendi akrabalarını valiliklere getirmesi, onlara bolca ihsanlarda bulunması ve yolsuzluklarını denetleyememesidir Suyûtî, 174. Hz. Ali bu konudaki şikayetlerini ona ilettiğinde o, Hz. Ali'ye şöyle diyordu "Muğire b. Şu'be'yi Ömer'in vali tayin ettiğini bilmez misin?" Hz. Ali "Biliyorum" deyince o; "O halde neden akrabalığı ve yakınlığından dolayı onu vali tayin ettiğim şeklinde bir kınamada bulunuyorsun?" diye sormuştu. Hz. Ali'nin buna verdiği cevap şuydu; "Ömer vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol altında tutardı. En ufak hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun" İbnül-Esir, III, 152. Bunun üzerine Hz. Osman, vilayetlerdeki yönetimler hakkında yapılan dedikoduları ve bunların sebeplerini yerinde incelemek üzere müfettişler tayin etti. Muhammed b. Mesleme'yi Kufe'ye; Usame b. Zeyd'i Basra'ya; Abdullah b. Ömer'i Şam'a ve Ammar b. Yasir'i de Mısır'a gönderdi. Ammar b. Yasir hariç, diğerleri görevlerini tamamlayarak geri dönmüşlerdi. Osman haksızlıkları gidermek, filizlenmeye başlayan ve ümmet için büyük sakıncalara sebep olacak olan fitnenin yatıştırılması için yoğun bir gayretin içine girmişti. O, gelen şikayetleri dikkatle inceliyor, başta Hz. Ali olmak üzere Ashab'ın ileri gelenleri ile istişarelerde bulunuyordu. Ancak, Mısır'dan Medine'ye gelip, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in gayr-ı meşru uygulamalarını şikayet eden bir heyetin, dönüşlerinde İbn Ebi Serh'in takibatına uğramaları ve bazılarının öldürülmesi, olayların tırmanmasına sebep olmuştu. Bunun üzerine Mısır'dan altı yüz kişilik bir topluluk Medine'ye gelerek Mescid-i Nebi'de, namaz vakitlerinde Ebi Serh'in işlediklerini sahabilere şikayet ediyorlardı. Talha İbn Ubeydullah, Hz. Aişe ve Hz. Ali Hz. Osman'a giderek, bu insanların haklı isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i azlederek yargılamasını istediler. Bunun üzerine Hz. Osman, Mısırlılar'a kendileri için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar, Muhammed b. Ebi Bekr'i istediklerini bildirdiler. Osman Muhammed b. Ebi Bekr'i vali tayin etti. O, Mısır'dan gelenler ve bir grup sahabi ile birlikte Medine'den yola çıktı. Medine'den üç günlük bir uzaklıkta yol alırlarken devesini, sanki takip ediliyormuş gibi hızlı sürmeye çalışan bir adam gördüler. Adamı yakalayıp sorguladıklarında İbn Ebi Serh'e bir mesajı yetiştirmeye çalıştığını anladılar. Ona kim olduğu sorulduğunda, bazen Osman bazan da Mervan b. Hakem'in kölesi olduğunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu açtıklarında, içinde, "Muhammed b. Ebi Bekr ile falanca falanca... Sana ulaştıklarında onları öldür" yazıldığı ve bunun Hz. Osman'ın mührüyle mühürlenmiş olduğunu gördüler. Derhal Medine'ye geri dönüp Hz. Osman'ın evini kuşattılar. Hz. Ali, yanına Muhammed İbn Mesleme'yi alıp Osman evine gitti. Hz. Ali ona, üzerine kendi mührü bulunan bu mektubu kimin kaleme aldığını sordu. Osman böyle bir mektup yazmadığını ve yazıldığından da haberi olmadığını söyledi. Muhammed de Osman doğrulamış ve bu işi düzenleyen kimsenin Mervan olduğunu söylemişti. Yazıyı inceledikleri zaman bunun Mervan b. Hakem'e ait olduğunu anladılar. O esnada Osman evinde bulunmakta olan Mervan'ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Hz. Osman bunu kabul etmedi. Çünkü onu öldüreceklerinden korkuyordu. Onun evini kuşatan asiler diyalog çağrılarına cevap vermedikleri gibi, suyunu da kesmişlerdi, Hz. Osman'ın fitneyi yatıştırmak ve haksızlıkları gidermek hususunda asilere yaptığı nasihatlerin onlar üzerinde hiç bir tesiri olmamıştı. Onlar, Hz. Osman şöyle diyorlardı "Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu yolda ölene kadar bu işten vazgeçecek değiliz. Eğer sana sahip çıkanlar bize engel olmaya kalkarlarsa onlarla savaşırız". Hz. Osman onlara, Allah'ın üzerine yüklediği hilafet görevini asla bırakmayacağını ve ölümün kendisine bundan daha sevimli olduğunu bildirmiş, ayrıca kendini savunmak için kimseye emir vermediğini eklemişti İbnül-Esîr, III, 169-170. O, ashaptan, asileri şehirden kovup çıkarmak için gelen teklifleri reddediyor, onlardan silah kullanmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istiyordu. Bir gün kendisini kuşatan asilerin karşısına çıkıp "Ali buralarda mı? Sa'd buralarda mı?" diye sormuş, bulunmadıkları cevabını alınca biraz susmuş ve şöyle demişti "Bana su sağlamasını, Ali'ye bildirecek kimse yok mu?" Bu Hz. Ali'ye ulaşınca derhal üç kırba suyu ona göndermişti. Ali asilerin Osman öldürmek istediklerini öğrenince, böyle bir şeye meydan vermemek için, iki oğlu Hasan ve Hüseyin'e, kılıçlarını alarak gidip Osman'ın kapısında beklemelerini ve içeri kimseyi sokmamalarını söylemişti. Abdullah İbn Zübeyr de onlara katılmış, diğer bir takım sahabiler de çocuklarını oraya göndermişlerdi. Durum çok nazik bir hal almıştı. Hz. Osman, ne asilerin haksız taleplerini kabul ediyor, ne de Medine ve diğer bölgelerden gelen, asileri savaşarak Medine'den çıkarma tekliflerine olumlu cevap veriyordu. O, Peygamber şehri'nde kan dökmek ve fitneyi ilk başlatan kimse olmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. Hz. Âişe Resulullah şöyle söylediği rivayet edilmektedir "Ya Osman! Belki Allah sana bir gömlek giydirir, münafıklar senden onu çıkarmanı istediklerinde onu, bana kavuşuncaya kadar sakın çıkarma". Hz. Osman, Resulullah bu günler için kendisine bildirdiği şeylere uymaya çalışıyordu. O, şöyle diyordu "Resulullah benimle ahitleşmiş olduğu şey üzerinde sabretmekteyim" Üsdül-Ğâbe, II, 589; Suyûtî, 170; İbnü'l-Esîr, III, 175. Asilerin kendisini öldürmeye kararlı olduğunu anladığında, onların böyle bir iş işleyip katillerden olmalarını önlemek için kendilerine bir müslümanın kanının ancak; zina, kasten adam öldürme ve dinden dönmek şartları dahilinde helal olduğunu hatırlatıyor ve kendisinin bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyeceğini anlatıp duruyordu.
Sorunu TaratKitaptan resmini çek hemen cevaplansın. ExitGündem4 hf. önce0 Cevap7 KezBenim tatlı yalanım son bölüm sorusunun cevabı nedir? Soru Ara? den fazla soru içinde arama YazBilgilendirme 2022 yılı YKS, AÖF, AUZEF, ATA-AÖF, AÖL, LGS, AÖO, AÖIHL-MAÖL, YDS, TUS, MSÜ, ALES, KPSS, İSG, YKS, DGS, EUS, TYT, AYT, ADES, ADB, Amatör Denizcilik Eğitimi Sınav takvimleri belli olmuştur. Favorilere Eklendi Favorilere eklemek istediğinizden emin misiniz? Eklerseniz bu sayfaya favoriler sayfasından erişebilirsiniz. Giriş Yap Ücretsiz hesap aç Kayıt Ol Şifre Kurtarma Başarılı İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir. Bilgilendirme Çerez Politikası Sitemizi kullanarak; Çerez Politikamızı, Gizlilik Politikamızı ve Hizmet Şartlarımızı okuduğunuzu ve anladığınızı kabul edersiniz.. Başarılı.. Kopyalandı..
Allah ve Resûlü’ne itaat ne demektir? Allah ve Resûlü’ne itaat ile ilgili hadisler nelerdir? Asr-ı Saadet’ten Allah ve Resûlü’nün emirlerine itaat ile ilgili en güzel mânevî seviyesi, Allâh ve Resûlü’nün emirlerine itaati nisbetindedir. Îmânın kemâlâtı da bu itaatteki titizlik, hassâsiyet, muhabbet ve aşk nisbetinde artar. Allâh ve Rasûlü’ne muhabbet ve itaatte mertebe kateden kimseler, iki cihanda da ilâhî lûtuflara mazhar olurlar. Âyet-i kerîmede buyrulur “Kim Allâh’a ve Resûl’üne itaat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine lûtuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” en-Nisâ, 69 Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle haber vermiştir “Rabbiniz -azze ve celle- buyuruyor ki Eğer kullarım Bana îcâb ettiği şekilde itaat etseler, Ben onlara yağmuru dahî gece yağdırırım, gündüz de üzerlerine Güneş’i doğdururum. Onlara ayrıca gök gürleme sesini de duyurmam!»…” Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657 Allâh’ın emirlerine itaati, muhabbet ve teslîmiyet ile îfâ ederek değişen şartlar karşısında rızâ hâlini muhâfaza edebilenlerin gönül âlemleri, hikmet, hayır ve feyz mecrâsı olur. Bunun zıddına, haramlardan ve şüpheli şeylerden korunmayan kalp ve bedenler ise, baştanbaşa bir şer barınağı ve ahlâksızlık yuvasına dönüşür. ALLAH VE RESÛLÜ’NE İTAAT HAKKINDA ÖRNEKLER Sahabenin Sadakat ve Teslimiyeti Bedir Gazvesi öncesinde Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbının fikrini öğrenmek istedi. O zaman Mikdâd bin Esved -radıyallâhu anh- ayağa kalkarak şu konuşmayı yaptı “–Yâ Resûlâllah! Ne ile emrolunduysan onu yap, biz Sen’inle beraberiz. Allâh’a yemin ederim ki, biz Sana İsrâîloğulları’nın Mûsâ Aleyhisselâm’a dediği gibi demeyiz. Onlar Mûsâ Aleyhisselâm’a “...Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız.” el-Mâide, 24 demişlerdi. Sen’i hak peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, şâyet Sen bizi Birkü’l-Gımâd’a[1] kadar yürütsen, Sen’inle birlikte olduktan sonra daha fazla güçlüğe bile katlanırız. Sen’in sağında, solunda, önünde ve ardında düşman ile sonuna kadar çarpışmaya her an hazırız!..”[2] Buhârî, Meğâzî 4, Tefsîr 5/4; Vâkıdî, I, 48 Hazret-i Mikdâd’ın ardından Sa’d bin Muâz -radıyallâhu anh- ayağa kalktı “–Ey Allâh’ın Resûlü! Bizler Sana inandık, Sen’i tasdîk ettik. Getirdiğin Kur’ân ve Sünnet’in hak olduğuna şehâdet ettik. Bu yolda her sözünü dinlemek ve itaat etmek üzere Sana kesin söz de verdik! Yâ Resûlâllah! Nasıl dilersen öyle yap! Sen’i hak peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Sen bize şu denizi gösterip içine dalsan, Sen’inle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse de geri kalmaz! Senin yarın bizi düşmanımızla karşı karşıya getirmenden de hoşnutsuzluk duymayız. Savaşta sabır ve sebat göstermek, düşmanla karşılaşınca da sadâkatten ayrılmamak, bizim şiârımızdır. Umulur ki Allâh, Sana bizden, gözünü aydın edecek şeyler gösterecektir! Haydi yâ Resûlâllah, yürüt bizi Allâh’ın bereketine doğru!” dedi. Bu sadâkat ve teslîmiyet dolu sözler üzerine Allah Resûlü’nün mübârek sîmâları tebessümle doldu, hayır duâ ederek şöyle buyurdu “–Öyleyse, haydi Allâh’ın bereketiyle yürüyünüz! Size müjdeler olsun ki, Allâh iki tâifeden gayr-i muayyen olan birini vaad etti.[3] Vallâhi ben, sanki Kureyşlilerin harp sahasında yıkılacakları yerleri şu anda görüyor gibiyim...” Müslim, Cihâd, 83; Vâkıdî, I, 48-49; İbn-i Hişâm, II, 253-254 Ashâb-ı kirâm bu sözleriyle, Allâh’a ve Resûlü’ne olan muhabbet ve itaatlerini ne güzel tescil etmişlerdir. Allah ve Resûlü’ne İtaatteki İhlas Enes -radıyallâhu anh-, ashâb-ı kirâmın Allâh ve Resûlü’nün emirlerine itaatteki ihlâs, samîmiyet, hassâsiyet ve sür’atlerini en güzel bir şekilde ortaya koyan şu hâdiseyi nakleder Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım, yâni kadehlerini doldurduğum bir esnâda içki haram kılınmıştı. Allah Rasûlü bir münâdîye emretmiş, o da insanlara bu yasağı duyurmuştu. Biz evdeyken münâdînin sesini işittik. Ebû Talha “–Çık da bir bakıver, şu ses neyin nesidir?” dedi. Çıkıp baktım ve “–Bir münâdî Dikkat, dikkat; içki haram kılınmıştır!» diye nidâ ediyor.” dedim. Bana “–Öyleyse git ve bütün içkileri dök!” dedi. O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı. Buhârî, Tefsîr, 5/11 Ashâb-ı kirâm, içkinin haram kılındığını duyar duymaz hiçbir mâzeret ileri sürmeden ve; “Elimdekileri bitireyim de ondan sonra bırakırım.” demek gibi bir oyalanmaya da girmeden derhâl emre itaat etmiş, o an içmekte olduğu kadehte kalan içkiye varıncaya kadar bütün içkileri derhal dökebilme dirâyetini göstermiştir. Allah ve Resûlü’ne Bağlılık Eslem Kabîlesi’nden bir delikanlı, Peygamber Efendimiz’e gelerek “–Ey Allâh’ın Resûlü! Ben gazveye katılmak istiyorum, fakat harp için gerekli olan hiçbir malzemem yok.” dedi. Peygamber Efendimiz “–Filân kişiye git; o harbe gitmek üzere hazırlanmıştı, fakat hastalandı.” buyurdu. Delikanlı o kimseye gitti ve “–Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sana selâm ediyor ve harp için hazırladığın malzemeleri bana vermeni söylüyor.” dedi. Bunun üzerine adam hanımına “–Hanım! Hazırladığım harp malzemelerinin hepsini bu delikanlıya ver, onlardan hiçbir şey geriye bırakma. Allâh hakkı için, onlardan hiçbir şey bırakma ki, berekete nâil olalım.” dedi. Müslim, İmâre, 134 Bu sâhâbî, Resûlullâh’ın emrine büyük bir aşk ve vecdle icâbet etmiş, hazırladığı hiçbir malzemeyi bırakmadan vermesi için hanımına ısrarla tembihte bulunmuştur. Böylece hem Allah Resûlü’ne muhabbet, bağlılık ve itaatini hem de hayırlı amellere duyduğu büyük arzu ve iştiyâkını ortaya koymuştur. Fetih Günü İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor “Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Fetih günü, Mescid-i Harâm’a geldiklerinde Kâbe’nin hâciblerinden[4] olan Osman bin Talha’ya Kâbe’nin anahtarını getirmesini emretti. Osman -radıyallâhu anh-, anahtarları muhâfaza eden annesine gitti. Ancak müşrik kadın, anahtarı vermekten imtinâ etti. Osman -radıyallâhu anh- “–Vallâhi, ya anahtarı verirsin, ya da şu kılıç kınından çıkacaktır!” dedi. Kadın anahtarı verdi. Osman -radıyallâhu anh-, onu Resûlullâh’a getirdi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- kapıyı açıp Beytullâh’a girdi. Onunla birlikte Hazret-i Üsâme, Bilâl ve Osman -radıyallâhu anhüm- de girdiler. Efendimiz, gündüz vakti Kâbe’nin içinde uzun müddet kaldı, sonra çıktı. Ardından insanlar içeri girmede yarış ettiler. Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anh-, ilk giren kimseydi. İçeri girer girmez Bilâl -radıyallâhu anh-’ı kapının arkasında ayakta duruyor buldu. “–Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nerede namaz kıldı?” diye sordu. Hazret-i Bilâl, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın namaz kıldığı yeri işâret ederek gösterdi. Abdullâh -radıyallâhu anh- der ki “–Kaç rekât kıldığını sormayı unuttum.” Buhârî, Cihâd 127, Salât 30, 81, 96, Teheccüd 25, Hacc 51, 52, Megâzî 77, 48; Müslim, Hacc 389 Bu misalde Osman -radıyallâhu anh-’ın, Allah Resûlü’nün emrini yerine getirmedeki yüksek azmi ve Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın Efendimiz’e ittibâdaki takdîre şâyan titizliği müşâhede edilmektedir. Bir Başkasının Yerine Oturmayın Peygamber Efendimiz “Hiç kimse, bir başkasını yerinden kaldırıp sonra da oraya kendisi oturmasın. Ancak halkayı genişletin, yer açın, Allâh da size genişlik versin.” buyurmuşlardı. Allah Resûlü’nün bu emrini öğrenen Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-, hayâtı boyunca bunu tatbîk etmiş, birisi kendisi için kalkıp yer verecek olsa, aslâ oraya oturmamıştır. Buhârî, İsti’zân, 32; Müslim, Selâm, 29 Davete İcabet Edin Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Dâvet edildiğiniz zaman icâbet edin!” buyurmuşlardı. Bunu duyan İbn-i Ömer Hazretleri, oruçlu bile olsa, düğün ve diğer dâvetlere mutlakâ icâbet ederdi. Buhârî, Nikâh, 71, 74; Müslim, Nikâh, 103 Yâni nâfile oruç tutuyor ise dâvete gittiğinde orucunu bozar, daha sonra kazâ ederdi. Şâyet farz veyâ vâcib oruç tutuyor ise, Allah Rasûlü’nün bu emrine itaat edebilmek için, orucunu bozmadan da olsa dâvete icâbet ederdi. Camide Kadınlara Ayrılan Kapı Fahr-i Kâinât Efendimiz, Mescid’in bir kapısı hakkında “Bu kapıyı kadınlara ayırsak!” buyurmuştu. Bunun üzerine İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, ölünceye kadar o kapıdan bir daha hiç girmedi. Ebû Dâvûd, Salât, 53/571 Çarşıya Selam Vermek İçin Gidilir Mi? Übey bin Kâ’b’ın tâbiînden sayılan oğlu Tufeyl, sahâbîlerle görüşür, onların bilgilerinden istifâde ederdi. Zaman zaman da Abdullâh bin Ömer’i ziyâret eder ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı. Tufeyl, Hazret-i Abdullâh’ın, Peygamber Efendimiz’in emirlerine itaatteki gayretini şöyle anlatır “Çarşıya çıktığımızda, Abdullâh bin Ömer kime rastlasa selâm verirdi. Karşılaştığı şahıs ister eski eşya satan, ister değerli mal satan, ister yoksul veya tanınmayan biri olsun, mutlakâ ona selâm verirdi. Bir gün yine onun yanına gitmiştim. Yine birlikte çarşıya çıkmayı teklif etti. Ona “–Çarşıda ne yapacaksın! Alışverişten anlamazsın. Satılan malların fiyatlarını sormazsın. Bir şey satın almazsın. Herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde oturmazsın. Çarşıya çıkacağımıza şurada otur da, birlikte sohbet edelim.” dedim. Bunun üzerine Abdullâh -radıyallâhu anh- bana şunları söyledi “–Kardeşim! Biz, karşılaştığımız kimselere Allâh’ın selâmını vermek için çarşıya çıkıyoruz. Başka bir maksadımız yok.” Muvatta, Selâm, 6; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 348 Bütün sahâbe-i kirâm, Allâh ve Rasûlü’nün emirlerine itaat husûsunda son derece hassas davranırlardı. Selâmı yaygınlaştırıp muhabbeti ziyâdeleştirerek mü’min gönüllerde îman kardeşliğinin yaşanacağı müstesnâ bir zemîn hâsıl ederlerdi. Lâkin Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın bu husustaki şevk ve heyecânı, dikkatleri celbedecek kadar yüksek derecedeydi. Nitekim yukarıdaki misaller bunu en bâriz bir şekilde göstermektedir. Gür Sesli Sahabinin Sevinci Kur’ân-ı Kerîm’den; “Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin!..” el-Hucurât, 2 âyeti nâzil olduğunda Sâbit bin Kays -radıyallâhu anh- evinde oturup ağlamaya başladı. Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Sâbit’i bir müddet göremeyince nerede olduğunu sordu. Orada bulunanlardan biri “–Ey Allâh’ın Resûlü! Ben onun yerini biliyorum!” dedi ve hemen gidip onu evinde oturmuş, başı önünde ağlıyor vaziyette buldu. “–Neyin var, niye ağlıyorsun?” diye sordu. O da “–Sorma, şer var! Sesim, Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sesinin üstüne çıkıyordu, bütün amellerim boşa gitti, Cehennemlik oldum.” cevâbını verdi. Sahâbî, Sâbit’in bu sözlerini Resûl-i Ekrem Efendimiz’e haber verdi. Efendimiz “–Ona git ve söyle, sen Cehennemlik değil, bilâkis Cennetliksin!” buyurdu. Buhârî, Menâkıb 25, Tefsîr 49/1; Müslim, Îmân 187 Gür sesli bir sahâbî olan Sâbit -radıyallâhu anh-, Allâh’ın emrine itaatsizlik ettiği düşüncesine kapılarak derin bir üzüntüye gark olmuş, âdeta hayâtı kararmıştı. Ancak, gür seslilik onun tabiî hâli olduğundan ve samîmî bir kalbe sâhip bulunduğundan onun durumu istisnâ teşkil etmiş ve haberi getiren sahâbî, büyük bir sevinç içinde dönerek onu Cennetle müjdelemiştir. Sâbit -radıyallâhu anh-’ın durumunu öğrenmek için koşan sahâbî de, ashâb-ı kirâmın, Peygamber Efendimiz’in bir işâretini dahî emir telâkkî ederek her şeylerini O’na fedâya hazır olduklarını gösteren güzel bir numûnedir. Sahabinin İtaat İştiyakı Abdullâh bin Revâha’nın hanımı şöyle anlatır “Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hutbeye çıkmıştı. Bu esnâda Mescid’e doğru gelmekte olan Abdullâh -radıyallâhu anh-, Allah Resûlü’nün; “Oturun!” buyurduğunu uzaktan işitti. Daha mescide varmamış olmasına rağmen, hemen olduğu yere oturuverdi. Bu durum daha sonra Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bildirildiğinde, Hazret-i Abdullâh’a “–Allah Teâlâ senin, Allâh’a ve Resûlü’ne itaat iştiyâkını artırsın.” buyurdu.[5] Sen Af Yolunu Tut, İyiliği Emret, Cahillerden Yüz Çevir Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle anlatır Uyeyne bin Hısn, Medîne’ye geldi ve yeğeni Hur bin Kays’a misâfir oldu. Hur bin Kays, Hazret-i Ömer’in istişâre heyetinden idi. Zâten genç olsun yaşlı olsun bütün âlimler Kurrâ Hazret-i Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hur bin Kays’a “–Yeğenim, senin devlet başkanı yanında îtibârın yüksektir. Beni kendisiyle görüştür.” dedi. Hur, Ömer -radıyallâhu anh-’tan izin aldı. Uyeyne, Hazret-i Ömer’in yanına girince “–Ey Hattâb oğlu! Allâh’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun.” dedi. Hazret-i Ömer hiddetlendi. Uyeyne’ye cezâ vermek istedi. Bunu sezen Hur “–Ey mü’minlerin emîri! Allâh, peygamberine, “Af yolunu tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir!” el-A’râf, 199 buyurdu. Benim amcam da câhillerdendir.” dedi. Allâh’a yemin ederim ki, Hur bu âyeti okuyunca Ömer -radıyallâhu anh-, Uyeyne’yi cezâlandırmaktan derhâl vazgeçti. Zâten Hazret-i Ömer, Allâh’ın kitâbına son derece bağlı idi. Buhârî, Tefsîr 7/5, İ’tisam 2 Kendisine Allâh’ın bir emri hatırlatıldığında Hazret-i Ömer, hemen öfkesine hâkim olmuş ve emr-i ilâhîye itaat ederek, kendi yapmak istediği şeyden derhâl vazgeçmiştir. Böylece kâmil bir mü’minin, Allâh’ın emirlerine itaattaki hassâsiyetini sergilemiştir. İnsanlara Haksız Yere Eziyet Edenlerin Cezası Sahâbeden Hişâm bin Hakîm, Filistin’de bulunuyordu. Vergilerini ödemedikleri için başlarına zeytinyağı dökülerek Güneş altında beklemeye mahkûm edilen bir grup gayr-i müslim çiftçi gördü. Doğruca vâlinin makâmına giderek bunun çok yanlış bir davranış olduğunu söyledi. Sonra da bizzat Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den işittiği “İnsanlara haksız yere dünyâda azâb edenlere, Allâh mutlakâ azâb eder!” hadîs-i şerîfini nakletti. Bunun üzerine vâli çiftçileri derhâl serbest bıraktı. Müslim, Birr, 117-119; Ebû Dâvûd, İmâre, 32; Ahmed, III, 403, 404, 468 Zîrâ onlar, nebevî beyanlar karşısında bir an bile tereddüd etmez, derhâl itaat ederlerdi. Cenaze Namazında Kaç Kere Tekbir Alınır? Abdullâh bin Ebî Evfâ -radıyallâhu anhümâ-, kızının cenâze namazında dört defa tekbir almıştı. Dördüncü tekbirden sonra, iki tekbir arasında durduğu kadar durup kızının bağışlanmasını diledi ve ona duâ etti. Cemaattekiler onun beşinci defa tekbir alacağını zannetmişlerdi. Sonra sağına ve soluna selâm verdi. Namazdan sonra “–Bu yaptığın nedir?” diye sordular. O da “–Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle yapardı.” diye cevap verdi. Hâkim, I, 360; İbn-i Mâce, Cenâiz, 24 Abdullâh bin Ebî Evfâ’nın cevâbı, ashâb-ı kirâmın, her hususta Allah Resûlü’nü örnek alabilme titizliğini göstermesi bakımından çok mühimdir. Onların hayat ölçüleri, Hazret-i Peygamber’in Sünnet’iydi. Bu yüzden savunmaları ve îzahları hep Kur’ân ve Sünnet’ten delil göstermek şeklindeydi. Hayatlarını Kur’ân ve Sünnet’e göre ayarlamışlardı. Günümüzde de bilhassa Sünnet’in her işimizde ölçü alınmasına, delillerin ve tartışmaların Kur’ân ve Sünnet’in feyzinden istifâde ederek ilâhî istikâmette buluşmasına ne kadar çok ihtiyâcımız var! Zîrâ karakter ve şahsiyetimizdeki yücelik ile Müslümanlıktaki kemâlimiz, Kur’ân ve Sünnet’e bağlılığımız nisbetindedir. Sahabenin Vaaz Taksimi Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir yatsı vakti ashâbına “–Yarın namaz için toplanın, size bildirmek istediğim hususlar var.” buyurdu. Ashâbdan biri, arkadaşlarına şöyle dedi “–Ey falan, sen Rasûlullâh’ın söyleyeceği ilk sözü, sen ondan sonrakini, sen de ondan sonrakini iyice belle ki, Allah Resûlü’nün konuştuklarından hiçbir şey kaçırmayalım.” Heysemî, I, 46 Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in emirlerini öğrenme ve tatbîk etme husûsunda ashâbın gösterdiği bu titizlik de takdîre şâyandır. Zîrâ o mübârek neslin bu titiz gayretleri sâyesinde bugün Peygamber Efendimiz’in her hâl ve hareketini daha yakından tanıma imkânına sâhibiz. Allâh onlardan râzı olsun… Peygamberimizin Uzak Durduğu Kadın Ebû Bürde şöyle anlatır Ebû Mûsâ el-Eş’arî hastalandı ve başı hanımının kucağında iken bayıldı. Bunun üzerine hanımı, bir çığlık atıp yüksek sesle ağlamaya başladı. Fakat Ebû Mûsâ, hanımını bu davranıştan men edecek durumda değildi. Ayılınca “–Resûlullâh’ın hoşlanmayıp uzak kaldığı şeyden ben de hoşlanmam ve uzak olurum. Peygamber Efendimiz, vâveylâcı, saçını yolan, üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktı.” diye hanımını îkâz etti. Buhârî, Cenâiz, 37, 38; Müslim, Îmân ,167; Nesâî, Cenâiz, 17 Ölümle pençeleşirken dahî Allah Rasûlü’nün emirlerine titizlikle itaat gayreti içinde bulunmak, ne muazzam bir îman hassâsiyetidir. Peygamberimizin Sünnetinden Yüz Çevirenler Dıhye bin Halîfe -radıyallâhu anh-, bir gün bâzı kimselerin Sünnet’e muhâlif davrandıklarını gördüğünde şöyle dedi “Vallâhi bugün, vukûa geleceği hiç aklımdan geçmeyen bir hâdise ile karşılaştım Bir kısım insanlar Resûlullâh’ın ve ashâbının Sünnet’inden yüz çevirdiler. Allâh’ım! Artık beni yanına al, rûhumu kabzet!” Ebû Dâvûd, Savm, 47/2413 Salihlerin Makamına Yüksel Ameller Bişr-i Hafî -rahmetullâhi aleyh- der ki “Bir gece rüyamda Fahr-i Âlem Efendimiz’i gördüm. Bana dedi ki –Ey Bişr! Allâh senin kadrini niçin yüceltti, bilir misin?» –Hayır yâ Resûlâllah!» dedim. Buyurdular ki –Benim Sünnet’ime ittibâ etmen, sâlih kimselerin hizmetinde bulunman, din kardeşlerine va’z u nasîhat etmen, ashâbımı ve Ehl-i Beyt’imi sevmen, seni sâlihlerin makâmına yükseltti.»[6] Hakiki Kulluk Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri, hakîkî kulluğu ne güzel açıklar Bir gün kendisine sordular “–Nefsin istediklerini mi yapalım, istemediklerini mi?” Hazret-i Pîr şöyle cevap verdi “–Bu ikisinin farkını tespit edebilmek oldukça zordur. Nefs, bu isteklerin Rahmânî mi yoksa şeytânî mi olduğunu bilme husûsunda insanları ekseriyâ yanıltır. Bunun içindir ki, yalnızca Allâh’ın emrettiği yapılır, nehyettiği yapılmaz. Hakîkî kulluk budur.” Allah’ın Rızasına Yaklaştıran Amel Hak yolunun sâlikleri, Allâh’ın emirlerine itaati ve din kardeşlerine hizmet ve nasîhati kendilerine vazgeçilmez bir düstûr edinmeli ve bu ebedî saâdet vâsıtalarıyla Hakk’ın rızâsını tahsîle gayret göstermelidirler. Bir gün, Dâvûd-i Tâî Hazretleri’nin sohbetine devâm eden sâlih bir zât Mâruf-i Kerhî’ye “–Sakın amel işlemeyi terk etme! Zîrâ amel, seni Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına yaklaştırır.” dedi. Mâruf sordu “–Amel ile neyi kastediyorsun?” O zât buyurdu ki “–Her hâlükârda Rabbine itaat hâlinde olmayı; Müslümanlara hizmet ve nasihatte bulunmayı...” ALLAH’A MUHABBETİN EN BÜYÜK ALAMETİ Velhâsıl, Allâh’a muhabbetin en büyük alâmeti O’na itaattir. “Seven, sevdiğine itaat eder.” düstûrunca, Rabbini seven bir mü’min, dâimâ O’na itaat hâlinde olur. İtaat ve teslîmiyet ile yapılan az bir ibâdet, itaatsiz ve teslîmiyetsiz yapılan dağlar kadar ibâdetten Hak katında daha makbûldür. Zîrâ kulluk, itaat ve teslîmiyetle başlar. Nitekim şeytan, yüce dergâhtan ibâdet eksikliği sebebiyle değil, itaat ve teslîmiyet noksanlığından dolayı kovulmuştu. Ashâb-ı kirâm hazarâtı, Allâh’a ve Rasûlü’ne olan sevgi, bağlılık ve itaatleri nisbetinde tekâmül ettiler. İlâhî emirlere, sevgi ve teslîmiyet ile îtirazsız boyun eğmeleri sâyesinde, bütün ümmete numûne olan yıldız şahsiyetler hâline geldiler. Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sinde cemâdâtın dahî ilâhî emirlere itaat hâlinde olduklarını ne güzel ifâde eder “Görmez misin? Bulutlar, Güneş, Ay ve yıldızların hepsi de bir nizam üzere hareket ederler. Bu sayısız yıldızların her biri, vaktinde doğar, doğuş zamanları ne gecikir, ne de önce olur. Bu hârikaları nasıl oldu da, peygamberlerin mûcizelerinden bilmedik, anlayamadık? Onlar taşı ve asâyı akıllı hâle getirdiler. Bunları gör de öbür cansızları asâ ile, taş parçası ile kıyâs et. Taş parçalarının azîz Peygamber Efendimiz’e ve asânın da Hazret-i Mûsâ’ya itaat etmeleri, diğer cansız sandığımız bütün varlıkların Hakk’ın emrine nasıl boyun eğdiklerini haber verir. Onlar lisân-ı hâl ile derler ki Biz Allâh’ı biliyoruz ve O’na itaat ediyoruz. Biz rastgele yaratılmış boş şeyler değiliz. Biz hepimiz Kızıldeniz’e benzeriz. O, deniz olduğu hâlde batırıp boğacağı Firavun ile İsrâîloğulları’nı tanıyıp ayırt etti.» Nerede bir ağaç ve taş varsa, Hazret-i Mustafâ’yı görünce O’na açıkça selâm vermişti ya; işte cansız bildiğin her şeyin de canlı olduklarını böylece bil!..” Yâni sâdece insanlar ve cinler değil, hayvânât ve hattâ cemâdât dahî, Allâh ve Rasûlü’ne itaat hâlindedir. Bütün varlıklar itaate koşarken, insanın isyan bataklıklarında boğulması ne kadar hazindir. O hâlde, Allâh’ın yarattığı mahlûkâtın itaatlerinden ibret alarak, huzûr-i ilâhîde kemâl-i edeple eğilmemiz îcâb eder. Dipnotlar [1] Birkü’l-Gımâd Mekke-i Mükerreme’ye beş günlük mesâfede, Kızıldeniz yakınlarında bir yerin ismi. Yemen’de bir şehrin ismi olduğu da rivâyet edilir. [2] İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle der “Mikdâd bin Esved’in öyle kat’î bir söz söylediğine şâhid oldum ki, o sözün sâhibi olmak bana, ona denk olabilecek bütün kıymetli sözlerden daha sevimlidir…” Buhârî, Meğâzî 4, Tefsîr 5/4 [3] Enfâl Sûresi’nin 7. âyetinde vaad edilen iki tâifeden biri Kureyş’in bizzat kendisi, yâni onların mağlûb edilip esir alınması, diğeri de Kureyş’in Şam’dan gelen büyük kervanıdır. [4] Hâcib, Kâbe ile ilgili “hicâbe” vazîfesini üstlenen kimse demektir. Hicâbe ise Kâbe’nin bakımı, kapısının ve anahtarlarının muhâfazası, kapısının belli zamanlarda ziyâretçilere açılması, Makâm-ı İbrâhim’in, hediye edilen kıymetli eşyaların, iç ve dış örtülerin korunması ve bakımı gibi mühim hizmetleri ifâde eder. [5] Ali el-Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, Beyrut 1985, XIII, 450/37171; Heysemî, IX, 316. [6] Mâhir İz, Tasavvuf, İstanbul 1969, s. 184. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
peygamberimize iman etmiş arkadaşlarına ne ad verilir