Çoksayıda yazarın kuran ayetleri için yapmış odukarı mealler ve kuran süreleri ile karşılaştırmalı olarak inceleme imkanı Ayet hadis, ve icmâ-i ümmet esaslarına dayanan din kaideleri (Devellioğlu, 1997, 991) anlamına gelen şeriat, Divan’da da bu anlamıyla kullanılmıştır. Aşağıdaki. şiirde Hz. Ali, şeriat binasının direği olarak gösterilmiştir: Rehber-i ģalvet-serâ-yı Kird-gâr. Ģaydar-ı Kerrâr-ı ŝâģib Źü'l-fikâr Aziz İsminin Anlamı: Onur sahibi yüce, Saygıdeğer, Manevi gücü çok üstün. Aziz İsmi Kur'an'da Hangi Surede Geçiyor: Aziz ismi Kur'an'da toplam 3 surede geçmektedir. Bunlar; Al-i İmran suresi 26. ayet, Yusuf Suresi 51. ayet ve Yusuf Suresi 52. ayettedir. Firdevs İsminin Anlamı: Cenneteki altıncı 6. bahçenin adıdır. En'âm Suresi 95. Ayetinin Tefsiri: Ekinler, otlar ve ağaçlar, tohumları olan dâne ve çekirdeklerin yarılıp çatlaması ve filiz vermesiyle meydana gelir. İşte o dâneleri ve çekirdekleri çatlatıp yaran, ondan bitkileri, meyve ve sebzeleri yaratan kudret, Allah’ın kudretidir. Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır. Qurancom is a Sadaqah Jariyah. We hope to make it easy for everyone to read, study, and learn The Noble Quran. The Noble Quran has many names including Al-Quran Al-Kareem, Al-Ketab, Al-Furqan, Al-Maw'itha, Al-Thikr, and Al-Noor. ŞEMSİ TEBRİZİ'NİN ESERİ. MAKALAT (KONUŞMALAR) GiRiŞ Yıllardır, Makalât-ı Şems-i Tebrizî, ikinci adıyle Hırka-i Şems üzerinde çalışmaktayım. Bugünün diliyle Şems-i Tebrlzî, Konuşmalar diye adlandırdığımız bu kitabın aslı, Farsça ve Arapça ile karışık, onüçüncü yüzyılda yazılmış çok çetin ve arkaik pasajlar ve deyimlerle dolu bir elyazmasıdır. CRp0z5. KuranEN'ÂM Suresi95. Ayetiإِنَّ اللّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَى يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّ ذَلِكُمُ اللّهُ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَinne allâhemuhakkak ki Allahfâliku el habbitaneyi yarıp çıkaranve en nevâve çekirdekyuhricuçıkarırel hayyediri, canlımin el meyyitiölüdenve muhricu el meyyitive ölüyü çıkaranmin el hayyidiriden, canlıdanzâlikum allâhuişte bu Allahfe ennâöyleyse nasıltu'fekuneçevriliyorsunuz, döndürülüyorsunuz Abdulbaki GölpınarlıŞüphe yok ki tohumları ve çekirdekleri yarıp nebatları ve ağaçları yetiştiren Allah'tır. Ölüden diri izhâr eder, diriden ölü. Budur Allah işte, nasıl oluyor da ondan yüz çeviriyorsunuz?Abdullah ParlıyanŞüphesiz ki Allah, daneyi ve çekirdeği yeniden hayat verip yeşertmek için çatlatıp yaratandır. Diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarandır. İşte budur Allah. Bunca delillere rağmen, nasıl oluyor da aklınızı kullanmayıp gerçeklerden çevriliyorsunuz?Adem UğurŞüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde haktan nasıl dönersiniz!Ahmed HulusiMuhakkak ki Allâh tohumu ve çekirdekleri çatlatıp yarandır Esmâ tohumundan varlık sûretlerini yaratan! Ölüden hakikat ilmi yoksunu diriyi Hayy ismi özelliğiyle ölümsüzlüğünü fark edeni çıkarır. . . Diriden hakikat bilgisiyle yaşarken - mülhime kavrayışı içindeyken de ölüyü kozasını terk edemeyip nefsi emmâreye - bedenselliğe düşeni çıkarır! İşte Allâh budur! Nasıl hâlden hâle çevriliyorsunuz?Ahmet TekinAllah tohumu ve çekirdeği çatlatıp diriyi, tohum ve yumurtadan canlıyı çıkaran, diriden de ölüyü, canlıdan tohum ve yumurtayı budur Allah. O halde, haktan, Allah’a kulluk ve ibadetten hiç bir fayda sağlamayan, zararı dokunmayan şeylere kulluk ve ibadete nasıl olup da çevriliyorsunuz?Ahmet Varol Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. Böyleyken siz nasıl yüz çeviriyorsunuz?Ali BulaçTaneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?Ali Fikri YavuzAllah, taneleri ve çekirdekleri çimlendirip çatlatandır. Ölüden diri çıkarır; diriden ölü çıkaran da O’dur. Ölü yumurtadan canlı tavuk ve canlı tavuktan ölü yumurta gibi. İşte Allah! O halde siz O’ndan ona iman etmekten nasıl çevriliyorsunuz?Bayraktar BayraklıŞüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır; ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde haktan nasıl döndürülüyorsunuz?Bekir SadakTaneyi ve cekirdegi yaran suphesiz Allah'tir; oluyu cikarir. Iste Allah budur, nasil yuz cevirirsiniz?Celal YıldırımŞüphesiz ki Allah dâneyi ve çekirdeği yeniden hayat verip yeşertmek için çatlatıp yarandır. Diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarandır. İşte Allah bu! Hak'tan nasıl ve neden oluyor da döndürülüyorsunuz?Cemal KülünkoğluKuşkusuz Allah, tohumu ve meyve çekirdeğini patlatandır. Ölüden diriyi meydana getiren, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde nasıl oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz?Diyanet İşleri eskiTaneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?Diyanet VakfiŞüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde haktan nasıl dönersiniz!Edip YükselALLAH taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır ve diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur ALLAH. Nasıl yüz çevirebilirsiniz!Elmalılı Hamdi YazırAllâh o dâneleri, çekirdekleri pörtleten, ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkaran, işte size söyliyorum Allâh o, şimdi söyleyin nereden çevriliyorsunuz?Elmalılı sadeleştirilmişTane ve çekirdekleri Allah pörtletir. Ölüden diri, diriden ölü çıkarır. İşte size söylüyorum Allah O'dur. Şimdi söyleyin nereden çevriliyorsunuz?Elmalılı sadeleştirilmiş - 2Şüphesiz ki taneleri ve çekirdekleri yaran Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkaran O'dur. İşte Allah budur. O halde nasıl yüz çevirirsiniz?Fizilal-il KuranTohumu ve çekirdeği çatlatan Allah'tır. O ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl olur da bu gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?Gültekin OnanTaneyi ve çekirdeği yaran kuşkusuz Tanrı'dır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Tanrı budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?Hasan Basri ÇantayŞübhesizki Allah ot bitirmek için taneleri, ağaç çıkarmak için çekirdekleri yaratandır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da Odur. İşte Allah bu. O halde bunca bürhanlara rağmen nasıl olub da îmandan çevriliyorsunuz? Hayrat Neşriyat Şübhesiz ki Allah, dâneleri ve çekirdekleri onlardan bitkiler çıkarmak üzereçatlatıp yarandır. Ölüden diriyi çıkarır; diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Rabbiniz olanAllah budur; öyle ise haktan nasıl çevriliyorsunuz?İbni KesirMuhakkak ki Allah; taneyi ve çekirdeği yarandır. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. Nasıl olup da yüz çeviriyorsunuz?Kadri ÇelikTaneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da O'dur. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?Muhammed EsedKuşkusuz Allah, tohumu ve meyve çekirdeğini çatlatarak ölüden diriyi meydana getirendir ve diriden de ölüyü çıkaran. İşte budur Allah ve akıllarınız hala nasıl da tersyüz oluyor!"Ömer Nasuhi BilmenŞüphe yok ki, daneleri de, çekirdekleri de yaran Allah Teâlâ'dır. Diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkaran O'dur. İşte Allah Teâlâ O'dur. Artık nasıl olur da O'ndan çevriliyorsunuz?Ömer ÖngütTohum ve çekirdeği yaran şüphesiz ki Allah'tır. Ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur! O halde nasıl çevriliyorsunuz?Şaban PirişTaneyi ve çekirdeği yarıp filizlendiren, ölüden diriyi çıkaran diriden de ölüyü çıkaran Allah’tır. İşte Allah budur! O halde nasıl aldatılıyorsunuz?Suat YıldırımTaneleri ve çekirdekleri çatlatıp yararak her şeyi gelişme yoluna koyan Allah’tır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da O’dur. İşte gerçek İlah bunları yapandır! Artık nasıl oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz?Süleyman AteşDâneyi ve çekirdeği yaran, şüphesiz Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allâh budur. O halde nasıl yalnız O'na tapmaktan çevriliyorsunuz?Tefhim-ul KuranTaneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?Ümit ŞimşekTaneleri ve çekirdekleri yaran Allah'tır. O ölüden diriyi çıkarır; diriden ölüyü çıkaran da Odur. Allah işte budur. Nasıl olur da ondan yüz çevirirsiniz?Yaşar Nuri ÖztürkHiç kuşkusuz, Allah'tır Fâlık olan/dâneyi yaran, çekirdeği patlatan. Ölüden diri çıkarır O; diriden ölüyü çıkaran da O'dur! İşte budur Allah! Peki nasıl ters bir yöne çevriliyorsunuz? En çok arananlar kelimelerEn çok okunan hakkında33 farklı kuran mealini aynı anda okumanızı ve kıyaslamanızı sağlar, Kuran ayetlerinin Arapçasını okunaklı şekilde sunar. Arapça okunuşlarını Türkçe seslendirme karşılığıyla birlikte görebilmenize yarar. Hepsinden önemlisi, Çok uzun çalışmalar sonucu özel olarak geliştirilmiş arama motoru ile; Tüm kuran meallerini ve arapça karşılıklarını doğru ve hızlı şekilde aramanızı sağlar. - 1215 Güncelleme - 1215 İsimler ya da adlar, bilinen birçok anlam taşıyabileceği gibi bilinmeyen anlamlara da sahiptir. Her adın dil kökeni de farklılık gösterebilir. Bu yüzden isimlerin anlamı hakkında bilgi sahibi olmak önemlidir. Neva isminin anlamı da son dönemlerde sık sık araştırılan konular arasında öne çıkıyor. İsimlerin anlamı, gün içerisinde çeşitli nedenlerden dolayı araştırılabilmektedir. Anne ve baba adayları bebekleri için doğru isim arayışında olabileceği gibi, daha önce hiç duyulmamış bir ismin anlamı da internet üzerinden kolaylıkla öğrenilebilir. Burada bilmeniz gereken nokta şudur, her ismin bir anlamı ve dil kökeni vardır. Neva isminin anlamı ve kökeni de son dönemin popüler arama konularından birisi olarak öne çıkmaktadır. NEVA İSMİNİN ANLAMI NEDİR? Neva ismi de tıpkı diğer isimler gibi farklı bir anlama ve dil kökenine sahiptir. Neva adının anlamı, kimileri tarafından beğenilirken kimleri tarafından beğenilmemektedir. Eğer Neva isminin anlamı hakkında bilgi sahibi değilseniz, bilgi edinmek için en doğru yerdesiniz. NEVA İSMİ NE DEMEK? TDK’da yer alan bilgiler eşliğinde, Neva ismi ne demek ve anlama gelir sorularının yanıtları şu şekildedir; Ses, ahenk, nağme. Klasik Türk müziğinde bir makam adı ve yegâhtan bir oktav tiz olan "re" perdesi. Refah, mutluluk. NEVA İSMİ KURAN’DA GEÇİYOR MU? Neva ismi Kur'an-ı Kerim'de Enam Suresi 95. ayet geçmektedir ve Neva ismini koymak caizdir. NEVA İSMİNDE KAÇ KİŞİ VAR? Türkiye'de Neva ismini kullanan kişi bulunmaktadır. İstanbul'da Neva ismini kullanan 649 kişi bulunmaktadır. Ankara'da Neva ismini kullanan 430 kişi bulunmaktadır. İzmir'de Neva ismini kullanan 138 kişi bulunmaktadır. NEVA ADININ ÖZELLİKLERİ Neva adını taşıyan insanlar için başarı kavramı oldukça önemlidir. Yeteneklerinin olduğu konulardan asla ama asla taviz vermezler. Hayalperest, yaratıcı ve değer verdiği insanlara karşı cömert olurlar. Yer yer agresif ve asabi tavırlar da sergileyebilirler. Hayatta her zaman bir hedefleri vardır, bunun için çok çaba sarf ederler. Özel yaşamlarında duygularını hemen belli edemezler; fakat güven ortamını bulduklarında tüm duygularını açığa vurular. Enam Suresi, Mekke döneminde inmiştir. Kuvvetli görüşe göre, 91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetler Medine’de inmiştir. 165 âyettir. Adını, 136, 138 ve 139. âyetlerde yer alan “el-En’âm” kelimesinden almıştır. En’âm, koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanları ifade eden bir kelimedir. Sûrede başlıca tevhide, adalete, peygamberliğe, ahirete dair meseleler ile küfrün ve batıl inançların reddi ve bazı temel ahlâk kuralları konu Suresi Arapça OkuEnam Suresi Arapça DinleEnam Suresi Türkçe OkuEnam Suresi Türkçe Meali OkuEnam Suresi Türkçe Meali DinleEnam Suresi KonusuEnam Suresi NuzülEnam Suresi FaziletiEnam Suresi Hakkında Sıkça Sorulan SorularEnam Suresi TefsiriEnam Suresi HakkındaEnam Suresi Arapça OkuEnam Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Arapça 1. Sayfaبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِاَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ١هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلاًۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ٢وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ٣وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ٤فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓـؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ٥اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراًۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ٦وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَاباً ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ٧وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكاً لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ٨Enam Suresi Arapça 2. Sayfaوَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ٩وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟١٠قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ١١قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ١٢وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ١٣قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ١٤قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ١٥مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ١٦وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ١٧وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ١٨Enam Suresi Arapça 3. Sayfaقُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ١٩اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟٢٠وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ٢١وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ٢٢ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ٢٣اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ٢٤وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ٢٥وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ٢٦وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ٢٧Enam Suresi Arapça 4. Sayfaبَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ٢٨وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ٢٩وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟٣٠قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ٣١وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ٣٢قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ٣٣وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ٣٤وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ٣٥Enam Suresi Arapça 5. Sayfaاِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ٣٦وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ٣٧وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ٣٨وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ٣٩قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ٤٠بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟٤١وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ٤٢فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ٤٣فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ٤٤Enam Suresi Arapça 6. Sayfaفَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ٤٥قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ٤٦قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ٤٧وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ٤٨وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ٤٩قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟٥٠وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ٥١وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ٥٢Enam Suresi Arapça 7. Sayfaوَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ٥٣وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ٥٤وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟٥٥قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ٥٦قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ٥٧قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ٥٨وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ٥٩Enam Suresi Arapça 8. Sayfaوَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟٦٠وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ٦١ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ٦٢قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ٦٣قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ٦٤قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ٦٥وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ٦٦لِكُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ٦٧وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ٦٨Enam Suresi Arapça 9. Sayfaوَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ٦٩وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟٧٠قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ٧١وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ٧٢وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ٧٣Enam Suresi Arapça 10. Sayfaوَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَـتَّخِذُ اَصْنَاماً اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ٧٤وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ٧٥فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَباًۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ٧٦فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغاً قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ٧٧فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ٧٨اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ٧٩وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـٔاًۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ٨٠وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناًۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ٨١Enam Suresi Arapça 11. Sayfaاَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟٨٢وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ٨٣وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ٨٤وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ٨٥وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًۜ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ٨٦وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ٨٧ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ٨٨اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ٨٩اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟٩٠Enam Suresi Arapça 12. Sayfaوَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ٩١وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ٩٢وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ٩٣وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟٩٤Enam Suresi Arapça 13. Sayfaاِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ٩٥فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ٩٦وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ٩٧وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ٩٨وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ٩٩وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟١٠٠بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ١٠١Enam Suresi Arapça 14. Sayfaذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ١٠٢لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ١٠٣قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ١٠٤وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ١٠٥اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ١٠٦وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ١٠٧وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ١٠٨وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ١٠٩وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟١١٠Enam Suresi Arapça 15. Sayfaوَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ١١١وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ١١٢وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ١١٣اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَماً وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ١١٤وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ١١٥وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ١١٦اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ١١٧فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ١١٨Enam Suresi Arapça 16. Sayfaوَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ١١٩وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ١٢٠وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟١٢١اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ١٢٢وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ١٢٣وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ١٢٤Enam Suresi Arapça 17. Sayfaفَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ١٢٥وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يماًۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ١٢٦لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ١٢٧وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ١٢٨وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضاً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟١٢٩يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ١٣٠ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ١٣١Enam Suresi Arapça 18. Sayfaوَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ١٣٢وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُوالرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ١٣٣اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ١٣٤قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ١٣٥وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ١٣٦وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ١٣٧Enam Suresi Arapça 19. Sayfaوَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ١٣٨وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ١٣٩قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟١٤٠وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ١٤١وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ١٤٢Enam Suresi Arapça 20. Sayfaثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّؤُ۫ن۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَۙ١٤٣وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟١٤٤قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّماً عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَماً مَسْفُوحاً اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقاً اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ١٤٥وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ١٤٦Enam Suresi Arapça 21. Sayfaفَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ١٤٧سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ١٤٨قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ١٤٩قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟١٥٠قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ١٥١Enam Suresi Arapça 22. Sayfaوَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ١٥٢وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ١٥٣ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟١٥٤وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ١٥٥اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ١٥٦اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ١٥٧Enam Suresi Arapça 23. Sayfaهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْساً ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْراًۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ١٥٨اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ١٥٩مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ١٦٠قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ١٦١قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ١٦٢لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ١٦٣قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ١٦٤وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ١٦٥Enam Suresi Arapça DinleEnam Suresi Arapça Dinle, Enam Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi Türkçe OkuEnam Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir lillahillezi halakas semavati vel arda ve cealez zulumati ven nur, summellezine keferu bi rabbihim ya’ halakakum min tinin summe kada ecela, ve ecelun musemmen ındehu summe entum huvellahu fis semavati ve fil ard, ya’lemu sirrakum ve cehrekum ve ya’lemu ma ma te’tihim min ayetin min ayati rabbihim illa kanu anha mu’ kad kezzebu bil hakkı lemma caehum, fe sevfe ye’tihim enbau ma kanubihi lem yerev kem ehlekna min kablihim min karnin mekkennahum fil ardı ma lem numekkin lekum ve erselnes semae aleyhim midraren ve cealnal enhare tecri min tahtihim fe ehleknahum bi zunubihim ve enşe’na min ba’dihim karnen lev nezzelna aleyke kitaben fi kırtasin fe le mesuhu bi eydihim le kalelezine keferu in haza illa sihrun kalu lev la unzile aleyhi melek, ve lev enzelna meleken, le kudıyel emru summe la Suresi Türkçe 2. SayfaVe lev cealnahu meleken le cealnahu raculen ve le lebesna aleyhim ma lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe haka billezine sehıru minhum ma kanu bihi siru fil ardı summenzuru keyfe kane akıbetul li men ma fis semavati vel ard, kul lillah, ketebe ala nefsihir rahmeh, le yecmeannekum ila yevmil kıyameti la reybe fih, ellezine hasiru enfusehum fe hum la yu’ lehu ma sekene fil leyli ven nehar, ve huves semiul e gayrallahi ettehızu veliyyen fatırıs semavati vel ardı ve huve yut’ımu ve la yut’am, kul inni umirtu en ekune evvele men esleme ve la tekunenne minel inni ehafu in asaytu rabbi azabe yevmin yusraf anhu yevme izin fe kad rahımeh, ve zalikel fevzul in yemseskellahu bi durrin fe la kaşife lehu illa huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve ala kulli şey’in huvel kahiru fevka ıbadih, ve huvel hakimul Suresi Türkçe 3. SayfaKul eyyu şey’in ekberu şehadeh, kulillahu şehidun, beyni ve beynekum ve uhiye ileyye hazal kur’anu li unzirekum bihi ve men belag, e innekum le teşhedune enne meallahi aliheten uhra, kul la eşhed, kul innema huve ilahun vahidun ve inneni beriun mimma ateynahumul kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehum ellezine hasiru enfusehum fe hum la yu’ men azlemu mimmeniftera alallahi keziben ev kezzebe bi ayatih, innehu la yuflihuz yevme nahşuruhum cemian summe nekulu lillezine eşraku eyne şurekaukumullezine kuntum tez’ lem tekun fitnetuhum illa en kalu vallahi rabbina ma kunna keyfe kezebu ala enfusihim ve dalle anhum, ma kanu minhum men yestemiu ileyk, ve cealna ala kulubihim ekinneten en yefkahuhu ve fi azanihim vakra, ve in yerev kulle ayetin la yu’minu biha, hatta iza cauke yucadiluneke yekulullezine keferu in haza illa esatirul hum yenhevne anhu ve yen’evne anh, ve in yuhlikune illa enfusehumve ma yeş’ lev tera iz vukıfu alen nari fe kalu ya leytena nureddu ve la nukezzibe bi ayati rabbina ve nekune minel mu’ Suresi Türkçe 4. SayfaBel beda lehum ma kanu yuhfune min kabl,ve lev ruddu le adu li ma nuhu anhuve innehum le kalu in hiye illa hayatuned dunya ve ma nahnu bi meb’ lev tera iz vukıfu ala rabbihim, kale e leyse haza bil hakk, kalu bela ve rabbina, kale fe zukul azabe bima kuntum hasirellezine kezzebu bi likaillah hatta iza caethumus saatu bagteten kalu ya hasretena ala ma farratna fiha ve hum yahmilune evzarehum ala zuhurihim, e la sae ma mal hayatud dunya illa leibun ve lehv, ve led darul ahiretu hayrun lillezine yettekun, e fe la ta’ na’lemu, innehu le yahzunukellezi yekulune fe innehum la yukezzibuneke ve lakinnez zaliminebi ayatillahi lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberu ala ma kuzzibu ve uzu hatta etahum nasruna, ve la mubeddile li kelimatillah, ve lekad caeke min nebeil in kane kebure aleyke i’raduhum fe inisteta’te en tebtegıye nefekan fil ardı ev sullemen fis semai fe te’tiyehum bi ayeh, ve lev şaallahu le cemeahum alel huda fe la tekunenne minel Suresi Türkçe 5. Sayfaİnnema yestecibullezine yesmeun, vel mevta yeb’asuhumullahu summe ileyhi kalu lev la nuzzile aleyhi ayetun min rabbih, kul innallahe kadirun ala en yunezzile ayeten ve lakinne ekserehum la ya’ ma min dabbetin fil ardı ve la tairin yatiru bi cenahayhi illa umemun emsalukum, ma farratna fil kitabi min şey’in summe ila rabbihim kezzebu bi ayatina summun ve bukmun fiz zulumat, men yeşaillahu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu ala sıratın e reeytekum in etakum azabullahi ev etetkumus saatu e gayrallahi ted’un, in kuntum iyyahu ted’une fe yekşifu ma ted’une ileyhi in şae ve tensevne ma lekad erselna ila umemin min kablike fe ehaznahum bil be’sai ved darrai leallehum lev la iz caehum be’suna tedarrau ve lakin kaset kulubuhum ve zeyyene lehumuş şeytanu ma kanu ya’ lemma nesu ma zukkiru bihi fetahna aleyhim ebvabe kulli şey’, hatta iza ferihu bima utu ehaznahum bagteten fe izahum Suresi Türkçe 6. SayfaFe kutia dabirul kavmillezine zalemu, vel hamdu lillahi rabbil e reeytum in ehazallahu sem’akum ve ebsarekum ve hateme ala kulubikum men ilahun gayrullahi ye’tikum bih, unzur keyfe nusarriful ayati summe hum yasdifun .Kul e reeytekum in etakum azabullahi bagteten ev cehreten hel yuhleku illel kavmuz ma nursilul murseline illa mubeşşirine ve munzirin, fe men amene ve asleha fe la havfun aleyhim ve la hum kezzebu bi ayatina yemessuhumul azabu bima kanu la ekulu lekum indi hazainullahi ve la a’lemul gaybe ve la ekulu lekum inni melek, in ettebiu illa ma yuha ileyy, kul hel yestevil a’ma vel basir,e fe la enzir bihillezine yehafune en yuhşeru ila rabbihimleyse lehum min dunihi veliyyun ve la şefiun leallehum la tatrudillezine yed’une rabbehum bil gadati vel aşiyyi yuridune vecheh, ma aleyke min hısabihim min şey’in ve ma min hısabike aleyhim min şey’in fe tatrudehum fe tekune minez Suresi Türkçe 7. SayfaVe kezalike fetenna ba’dahum bi ba’din li yekulu e haulai mennallahu aleyhim min beynina, e leysallahu bi a’leme biş iza caekellezine yu’minune bi ayatina fe kul selamun aleykum ketebe rabbukum ala nefsihir rahmete ennehu men amile minkum suen bi cehaletin summe tabe min ba’dihi ve asleha fe ennehu gafurun kezalike nufassılul ayati ve li testebine sebilul inni nuhitu en a’budellezine ted’une min dunillah, kul la ettebiu ehvaekum kad dalaltu izen ve ma ene minel inni ala beyyinetin min rabbi, ve kezzebtum bih, ma indi ma testa’cilune bih, inil hukmu illa lillah, yakussul hakka ve huve hayrul lev enne indi ma testa’cilune bihi le kudıyel emru beyni ve beynekum, vallahu a’lemu biz indehu mefatihul gaybi la ya’lemuha illa huve, ve ya’lemu ma fil berri vel bahr, ve ma teskutu min varakatin illa ya’lemuha ve la habbetin fi zulumatil ardı ve la ratbin ve la yabisin illa fi kitabin Suresi Türkçe 8. SayfaVe huvellezi yeteveffakum bil leyli ve ya’lemu ma cerahtum bin nehari summe yeb’asukum fihi li yukda ecelun musemma, summe ileyhi merci’ukum summe yunebbiukum bima kuntum ta’ huvel kahiru fevka ibadihi ve yursilu aleykum hafazah, hatta iza cae ehadekumul mevtu teveffethu rusuluna ve hum la ruddu ilallahi mevlahumul hakk, e la lehul hukmu ve huve esraul men yuneccikum min zulumatil berri vel bahri ted’unehu tedarruan ve hufyeh, le in encana min hazihi le nekunenne mineş yuneccikum minha ve min kulli kerbin summe entum huvel kadiru ala en yeb’ase aleykum azaben min fevkıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzika ba’dakum be’se ba’d, unzur keyfe nusarrıful ayati leallehum kezzebe bihi kavmuke ve huvel hakk,kul lestu aleykum bi nebein mustekar, ve sevfe ta’ iza reeytellezine yahudune fi ayatina fe a’rıd anhum hatta yahudu fi hadisin gayrih, ve imma yunsiyennekeş şeytanu fe la tak’ud ba’dez zikra meal kavmiz Suresi Türkçe 9. SayfaVe ma alellezine yettekune min hısabihim min şey’in ve lakin zikra leallehum zerillezinettehazu dinehum leiben ve lehven ve garrethumul hayatud dunya ve zekkir bihi en tubsele nefsun bima kesebet, leyse leha min dunillahi veliyyun ve la şefi’, ve in ta’dil kulle adlin la yu’haz minha, ulaikellezine ubsilu bima kesebu, lehum şarabun min hamimin ve azabun elimun bima kanu e ned’u min dunillahi ma la yenfeuna ve la yadurruna ve nureddu ala a’kabina ba’de iz hedanallahu kellezistehvethuş şeyatinu fil ardı hayrane lehu ashabun yed’unehu ilel hude’tina, kul inne hudallahi huvel huda, ve umirna li nuslime li rabbil en ekimus salate vettekuh, ve huvellezi ileyhi huvellezi halakas semavati vel arda bil hakk, ve yevme yekulu kun fe yekun, kavluhul hakk, ve lehul mulku yevme yunfehu fis sur, alimul gaybi veş şehadeh, ve huvel hakimul Suresi Türkçe 10. SayfaVe iz kale ibrahimu li ebihi azere, e tettehizu esnamen aliheh, inni erake ve kavmeke fi dalalin kezalike nuri ibrahime melekutes semavati vel ardı ve li yekune minel lemma cenne aleyhil leylu rea kevkeba, kale haza rabbi, fe lemma efele kale la uhıbbul lemma reel kamere bazigan kale haza rabbi, fe lemma efele kale le in lem yehdini rabbi le ekunenne minel kavmid lemma reeş şemse bazigaten kale haza rabbi,haza ekber, fe lemma efelet kale ya kavmi inni beriun mimma veccehtu vechiye lillezi fatares semavati vel arda hanifen ve ma ene minel haccehu kavmuh, kale e tuhaccunni fillahi ve kad hedan, ve la ehafu ma tuşrıkune bihi illa en yeşae rabbi şey’a, vesia rabbi kulle şey’in ilma, e fe la keyfe ehafu ma eşrektum ve la tehafune ennekum eşrektum billahi ma lem yunezzıl bihi aleykum sultana, fe eyyul ferikayni ehakku bil emn, in kuntum ta’ Suresi Türkçe 11. SayfaEllezine amenu ve lem yelbisu imanehumbi zulmin ulaike lehumul emnu ve hum tilke huccetuna ateynaha ibrahime ala kavmih, nerfeu derecatin men neşa’, inne rabbeke hakimun vehebna lehu ishaka ve ya’kub, kullen hedeyna ve nuha hedeyna min kablu ve min zurriyyetihi davude ve suleymane ve eyyube ve yusufe ve musa ve harun ve kezalike neczil zekeriyya ve yahya ve isa ve ilyas, kullun mines ismaile velyesea ve yunuse ve luta, ve kullen faddalna alel min abaihim ve zurriyyatihim ve ihvanihim, vectebeynahum ve hedeynahum ila sıratın hudallahi yehdi bihi men yeşau min ıbadih, ve lev eşreku le habita anhum ma kanu ya’ ateynahumul kitabe vel hukme ven nubuvveh, fe in yekfur biha haulai fe kad vekkelna biha kavmen leysu biha bi hedallahu, fe bi hudayuhumuktedih, kul la es’elukum aleyhi ecra, in huve illa zikra lil Suresi Türkçe 12. SayfaVe ma kaderullahe hakka kadrihi iz kalu ma enzelallahuala beşerin min şey, kul men enzelel kitabellezi cae bihi musa nuren ve huden lin nasi tec’alunehu karatise tubduneha ve tuhfune kesira, ve ullimtum ma lem ta’lemu entum ve la abaukum, kulillahu summe zerhum fi havdıhim yel’ haza kitabun enzelnahu mubarekun musaddıkullezi beyne yedeyhi ve li tunzire ummel kura ve men havleha, vellezine yu’minune bil ahireti yu’minune bihi ve hum ala salatihim men azlemu mimmeniftera alallahi keziben ev kale uhıye ileyye ve lem yuha ileyhi şey’un ve men kale seunzilu misle ma enzelallah, ve lev tera iziz zalimune fi gameratil mevti vel melaiketu basitu eydihim, ahricu enfusekum, el yevme tuczevne azabel huni bima kuntum tekulune alallahi gayrel hakkı ve kuntum an ayatihi lekad ci’timuna furada kema halaknakum evvele merretin ve terektum ma havvelnakum verae zuhurikum, ve ma nera meakum şufeaekumullezine zeamtum ennehum fikum şureka’, lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum ma kuntum tez’ Suresi Türkçe 13. Sayfaİnnallahe falikul habbi ven neva, yuhrıcul hayye minel meyyiti ve muhricul meyyiti minel hayy, zalikumullahu fe enna tu’ ısbah, ve cealel leyle sekenen veş şemse vel kamere husbana, zalike takdirul azizil huvellezi ceale lekumun nucume li tehtedu biha fi zulumatil berri vel bahr, kad fassalnal ayati li kavmin ya’ huvellezi enşeekum min nefsin vahıdetin fe mustekarrun ve mustevda’, kad fassalnal ayati li kavmin huvellezi enzele mines semai ma’, fe ahrecna bihi nebate kulli şey’in fe ahrecna minhu hadıran nuhricu minhu habben muterakiba, ve minen nahli min tal’ıha kınvanun daniyetun ve cennatin min a’nabin vez zeytune ver rummane muştebihen ve gayre muteşabih, unzuru ila semerihi iza esmere ve yen’ıh, inne fi zalikum le ayatin li kavmin yu’ cealu lillahi şurekael cinne ve halakahum ve haraku lehu benine ve benatin bi gayri ilm, subhanehu ve teala amma semavati vel ard, enna yekunu lehu veledun ve lem tekun lehu sahıbeh, ve halaka kulle şey’, ve huve bikulli şey’in Suresi Türkçe 14. SayfaZalikumullahu rabbukum, la ilahe illa huve, haliku kulli şey’in fa’buduh,ve huve ala kulli şey’in tudrikuhul ebsaru ve huve yudrikul ebsar ve huvel latiful caekum basairu min rabbikum fe men ebsara fe li nefsih ve men amiye fe aleyha, ve ma ene aleykum bi kezalike nusarriful ayati ve li yekulu dereste ve li nubeyyinehu li kavmin ya’ ma uhıye ileyke min rabbik, la ilahe illa huve, ve a’rıd anil lev şaallahu ma eşreku, ve ma cealnake aleyhim hafiza, ve ma ente aleyhim bi la tesubbullezine yed’une min dunillahi fe yesubbullahe adven bi gayri ilm, kezalike zeyyenna li kulli ummetin amelehum summe ila rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bima kanu ya’ aksemu billahi cehde eymanihim le in caethum ayetun le yu’minunne bih, kul innemel ayatu indallahi ve ma yuş’irukum enneha iza caet la yu’ nukallibu ef’idetehum ve ebsarehum kema lem yu’minu bihi evvele merretin ve nezeruhum fi tugyanihim ya’ Suresi Türkçe 15. SayfaVe lev ennena nezzelna ileyhimul melaikete ve kellemehumulmevta ve haşerna aleyhim kulle şey’in kubulen ma kanu li yu’minu illa en yeşaallahu ve lakinne ekserehum kezalike cealna li kulli nebiyyin aduvven şeyatinel insi vel cinni, yuhi ba’duhum ila ba’dın zuhrufel kavli gurura, ve lev şae rabbuke ma fealuhu fe zerhum ve ma li tesga ileyhi ef’idetullezine la yu’minune bil ahıreti ve li yerdavhu ve li yakterifu ma hum fe gayrallahi ebtegi hakemen ve huvellezi enzele ileykumul kitabe mufassala, vellezine ateynahumul kitabe ya’lemune ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe la tekunenne minel temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla, la mubeddile li kelimatih, ve huves semiul in tutı’ eksere men fil ardı yudılluke an sebilillah, in yettebiune illez zanne ve in hum illa rabbeke huve a’lemu men yadıllu an sebilih, ve huve a’lemu bil kulu mimma zukiresmullahi aleyhi in kuntum bi ayatihi mu’ Suresi Türkçe 16. SayfaVe ma lekum ella te’kulu mimma zukiresmullahi aleyhi ve kad fassale lekum ma harreme aleykum illa madturirtum ileyh, ve inne kesiren le yudıllune bi ehvaihim bi gayri ilm, inne rabbeke huve a’lemu bil mu’ zeru zahirel ismi ve batıneh, innellezine yeksibunel isme seyuczevne bima kanu la te’kulu mimma lem yuzkerismullahi aleyhi ve innehu le fısk, ve inneş şeyatine le yuhune ila evliyaihim li yucadilukum ve in eta’tumuhum innekum le ve men kane meyten fe ahyeynahu ve cealna lehu nuren yemşi bihi fin nasi ke men meseluhu fiz zulumati leyse bi haricin minha, kezalike zuyyine lil kafirine ma kanu ya’ kezalike cealna fi kulli karyetin ekabire mucrimiha li yemkuru fiha, ve ma yemkurune illa bi enfusihim ve ma yeş’ iza caethum ayetun kalu len nu’mine hatta nu’ta misle ma utiye rusulullah, allahu a’lemu haysu yec’alu risaleteh, seyusibullezine ecremu sagarun indallahi ve azabun şedidun bima kanu Suresi Türkçe 17. SayfaFe men yuridillahu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islam, ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennema yassa’adu fis semai, kezalike yec’alullahur ricse alallezine la yu’ haza sıratu rabbike mustekim, kad fassalnal ayati li kavmin darus selami inde rabbihim ve huve veliyyuhum bima kanu ya’ yevme yahşuruhum cemia, ya ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins ve kale evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’duna biba’dın ve belagna ecelenellezi eccelte lena, kalen naru mesvakum halidine fiha illa ma şaallahu, inne rabbeke hakimun kezalike nuvelli ba’daz zalimine ba’dan bima kanu ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussune aleykum ayati ve yunzirunekum likae yevmikum haza, kalu şehidna ala enfusina ve garrethumul hayatud dunya ve şehidu ala enfusihim ennehum kanu en lem yekun rabbuke muhlikel kura bi zulmin ve ehluha Suresi Türkçe 18. SayfaVe li kullin derecatun mimma amilu, ve ma rabbukebi gafilin amma ya’ rabbukel ganiyyu zur rahmeh, in yeşe’ yuzhibkum ve yestahlif min ba’dikum ma yeşau kema enşeekum min zurriyyeti kavmin ma tuadune le atin ve ma entum bi mu’ ya kavmi’melu ala ma kanetikum inni amil, fe sevfe ta’lemune men tekunu lehu akıbetud dar, innehu la yuflihuz cealu lillahi mimma zeree minel harsi vel en’ami nasibenfe kalu haza lillahi bi za’mihim ve haza li şurekaina, fe ma kane li şurekaihim fe la yasılu ilallahi ve ma kane lillahi fe huve yasilu ila şurekaihim, sae ma kezalike zeyyene li kesirin minel muşrikine katle evladihim şurekauhum li yurduhum ve li yelbisu aleyhim dinehum, ve lev şaellahu ma fealuhu fe zerhum ve ma Suresi Türkçe 19. SayfaVe kalu hazihi en’amun ve harsun hicrun la yat’amuha illa men neşau bi za’mihim ve en’amun hurrimet zuhuruha ve en’amun la yezkurunesmallahi aleyhaftiraen aleyh se yeczihim bima kanu kalu ma fi butuni hazihil en’ami halisatun li zukurina ve muharremun ala ezvacina, ve in yekun meyteten fe hum fihi şurekau, se yeczihim vasfehum, innehu hakimun hasirellezine katelu evladehum sefehan bi gayri ilmin ve harremu ma rezekahumullahuftiraen alallah, kad dallu ve ma kanu huvellezi enşee cennatin ma’ruşatin ve gayre ma’ruşatin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytune ver rummane muteşabihen ve gayre muteşabih, kulu min semerihi iza esmere ve atu hakkahu yevme hasadihi ve la tusrifu, innehu la yuhibbul minel en’ami hamuleten ve ferşa, kulu mimma rezekakumullahu ve la tettebiu hutuvatiş şeytan,innehu lekum aduvvun Suresi Türkçe 20. SayfaSemaniyete ezvac, minad da’nisneyni ve minel ma’zisneyn, kul az zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhamul unseyeyn, nebbiuni bi ilmin in kuntum minel ibilisneyni ve minel bakarisneyn, kul az zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhamul unseyeyn, em kuntum şuhedae iz vassakumullahu bi haza, fe men azlemu mimmeniftera alallahi keziben li yudillen nase bi gayri ilm, innallahe la yehdil kavmez la ecidu fi ma uhiye ileyye muharremen ala taimin yat’amuhu illa en yekune meyteten ev demen mesfuhan ev lahme hinzirin fe innehu ricsun ev fıskan uhille li gayrillahi bih, fe menidturra gayre bagın ve la adin fe inne rabbeke gafurun alellezine hadu harremna kulle zi zufur, ve minel bakari vel ganemi harremna aleyhim şuhumehuma illa ma hamelet zuhuruhuma evil havaya ev mahteleta bi azm, zalike cezeynahum bi bagyihim ve inna le Suresi Türkçe 21. SayfaFe in kezzebuke fe kul rabbukum zu rahmetin vasi’ah, ve la yureddu be’suhu anil kavmil eşreku lev şaallahu ma eşrekna ve la abauna ve la harremna min şey’, kezalike kezzebellezine min kablihim hatta zaku be’sena, kul hel indekum min ilmin fe tuhricuhu lena, in tettebiune illez zanne ve in entumilla fe lillahil huccetul baligah, fe lev şae le hedakum helumme şuhedaekumullezine yeşhedune ennallahe harreme haza, fe in şehidu fe la teşhed meahum, ve la tettebi’ ehvaellezine kezzebu bi ayatina vellezine la yu’minune bil ahireti ve hum bi rabbihim ya’ tealev etlu ma harreme rabbukum aleykum ella tuşriku bihi şey’a, ve bil valideyni ihsana, ve la taktulu evladekum min imlak, nahnu nerzukukum ve iyyahum, ve la takrebul fevahışe ma zahere minha ve ma batan, ve la taktulun nefselleti harremallahu illa bil hakk, zalikum vassakum bihi leallekum ta’ Suresi Türkçe 22. SayfaVe la takrebu malel yetimi illa billeti hiye ahsenu hatta yebluga eşuddeh, ve evful keyle vel mizane bil kıst, la nukellifu nefsen illa vus’aha ve iza kultum fa’dilu ve lev kane za kurba, ve bi ahdillahi evfu, zalikum vassakum bihi leallekum enne haza sırati mustekimen fettebiuh, ve la tettebius subule fe teferreka bikum an sebilih, zalikum vassakum bihi leallekum ateyna musel kitabe tamamen alellezi ahsene ve tafsilen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten leallehum bi likai rabbihim yu’ haza kitabun enzelnahu mubarekun fettebiuhu vetteku leallekum tekulu innema unzilel kitabu ala taifeteyni min kablina ve in kunna an dirasetihim le tekulu lev enna unzile aleynel kitabu le kunna ehda minhum, fe kad caekum beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmeh, fe men azlemu mimmen kezzebe bi ayatillahi ve sadefe anha, se neczillezine yasdifune an ayatina suel azabi bima kanu Suresi Türkçe 23. SayfaHel yanzurune illa en te’tiyehumul melaiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du ayati rabbik, yevme ye’ti ba’du ayati rabbike la yenfeu nefsen imanuha lem tekun amenet min kablu ev kesebet fi imaniha hayra, kul intezıru inna ferreku dinehum ve kanu şiyean leste minhum fi şey’, innema emruhum ilallahi summe yunebbiuhum bima kanu yef’ cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha, ve men cae bis seyyieti fe la yucza illa misleha ve hum la inneni hedani rabbi ila sıratın mustekim dinen kıyamen millete ibrahime hanifa, ve ma kane minel inne salati ve nusuki ve mahyaye ve memati lillahi rabbil şerike leh, ve bi zalike umirtu ve ene evvelul e gayrallahi ebgi rabben ve huve rabbu kulli şey’, ve la teksibu kullu nefsin illa aleyh, ve la teziru vaziretun vizre uhra, summe ila rabbikum merciukum fe yunebbiukum bima kuntum fihi huvellezi cealekum halaifelardı ve refea ba’dakum fevka ba’dın derecatin li yebluvekum fi ma atakum, inne rabbeke seriul ikabi ve innehu le gafurun Suresi Türkçe Meali OkuEnam Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Yine de hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk öyle bir yaratıcıdır ki, sizi çamurdan yarattı, sonra bir eceli bitirdi. Bir ecel de O’nun katında adlandırılmıştır. Sonra da siz daha şüphe mi ediyorsunuz?Halbuki göklerde de yerde de Allah O’dur. İçinizi de dışınızı da bilir. Daha ne yapıp kazanacağınızı da iken onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmez ki, ondan yüz çevirmiş için apaçık hak kendilerine geldiği vakit ona yalan dediler. Fakat alay etmekte oldukları şeyin haberi yakında kendilerine gelecek!Önlerinde kaç nesil, kendilerinden önce nice milletleri helak ettiğimizi görmediler mi? Bu yerde onlara, size vermediklerimizi vermiş, üzerlerine göğü bol bol bırakmış, ırmakları ayaklarının altından akar bir duruma getirmiştik. Öyle iken onları günahları yüzünden helak ettik ve arkalarından yeni bir nesil kağıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik, onlar da onu elleriyle yoklasaydılar, muhakkak o küfürlerinde inat edenler yine “Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir.” de “Şuna bir melek indirilse de görsek?” diyorlar. Eğer öyle bir melek indirseydik muhakkak iş bitirilmiş olur, kendilerine bir an bile göz açtırılmazdı!Enam Suresi Türkçe Meali 2. SayfaKendisini bir melek de yapsaydık, yine onu bir erkek kılacak ve onları yine düştükleri şüpheye ki, senden önce gönderilen peygamberlerle de eğlenildi, ancak o eğlendikleri hak, o maskaralığı yapanları çepeçevre ki “Yeryüzünde dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun nasıl olduğunu bir görün!De ki “Göklerde ve yerde ne varsa kimindir?” “Allah’ındır!” de. O, merhametli olmayı kendine yazdı. Muhakkak sizi varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacak. Kendilerine yazık edenler iman gecede, gündüzde barınan herşey O’nundur. İşiten ve bilen ancak O’ ki “Göklerin ve yerin yaratanı olan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim? Oysa O, yedirip besler, kendisi ise beslenmekten münezzehtir.” De ki “Ben ehl-i İslamın birincisi olmakla emrolundum ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma!” ki “Ben Rabbime isyan edecek olursam, büyük bir günün azabından korkarım.”O gün kimden azap giderilirse, işte Allah onu bağışlamıştır. Ve işte apaçık kurtuluş Allah sana bir keder dokundurursa verirse, onu O’ndan başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir iyilik dokundurursa verirse, yine O, herşeye gücü yetendir!Kullarının üstünde tam hakim O’dur. Herşeyden haberdar O’dur!Enam Suresi Türkçe Meali 3. SayfaDe ki “Şahitlikçe hangi şey daha büyüktür?” De ki “Allah benimle sizin aranızda şahittir. Ve bu Kur’an bana vahyolundu ki, sizi ve onun ulaştığı herkesi uyarayım. Gerçekten siz, Allah’tan başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” De ki “Ben şahitlik etmem!” De ki “O birtek ilahtır ve gerçekten ben ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım!”Kendilerine kitap verdiğimiz milletlerin bilginleri, Peygamber’i kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerine yazık edenler ancak iman iftira ederek yalan uyduran veya O’nun ayetlerine yalan diyen kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa mahşerde toplayacağımız, sonra da o Allah’a ortak koşanlara “Hani nerede o Allah’a ortak saydığınız ortaklarınız?” diyeceğimiz gün,Sonra başka çare bulamayacaklar ve sadece şöyle diyecekler “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki, vallahi bizler Allah’a şirk koşanlar değildik.”Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler! O uydurdukları putlar da kendilerinden kaybolup gitti!İçlerinden bazıları da seni Kur’an okurken dinlerler, fakat Biz, kalplerine onu zevkiyle anlamalarına engel kabuklar geçirmişizdir. Kulaklarında da bir ağırlık vardır. Bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Hatta sana geldiklerinde, seninle tartışmaya kalkışarak, o hak tanımaz kafirler “Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.” ise hem ona yaklaşmaktan alıkorlar hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Böylece sadece kendilerini mahvederler, ama farkına varmazlar!Ateşin başında durdurulduklarında “Ah! Ne olurdu geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini inkar etmeyip, mü’minlerden olsaydık!” dediklerini bir görsen!Enam Suresi Türkçe Meali 4. SayfaHayır, daha önce gizleyip durdukları karşılarına çıktı da ondan. Geri çevrilselerdi yine o yasaklandıkları fenalığa mutlaka döneceklerdi. Şüphesiz onlar yine dönüp “Hayat sadece dünya hayatımızdan ibaret; biz bir daha dirilecek değiliz.” görsen onları, Rablerinin huzuruna durdukları zaman! O “Nasıl şu gördüğünüz gerçek değil miymiş?” diyecek, onlar da “Evet Rabbimiz hakkı için gerçek!” diyecekler. O zaman “Küfrettiğinizin cezası olarak azabı tadın!” karşısına çıkacaklarını inkar eden kimseler gerçekten hüsrana uğramıştır. Nihayet kıyamet günü gelip ansızın kendilerini bastırıverince “Hayatta yaptığımız hatalardan dolayı vah bize!” derler; o an ki, günahlarını sırtlanmış götürüyorlardır. Bak ne kötü yükler götürüyorlar!Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka birşey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız?Andolsun ki, söyledikleri lafın seni gerçekten incittiğini biliyoruz. Ancak onların yalancı dedikleri sen değilsin. Fakat zalimler Allah’ın ayetlerini inkar ki, senden önce gönderilen peygamberler de yalanlandılar. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet edilmeye karşı sabrettiler. Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur! Allah biliyor ya, sana peygamberlerin kıssalarından haber de onların omuz dönmeleri sana ağır geliyorsa, haydi kendi kendine yerin dibine inecek bir baca veya göklere çıkacak bir merdiven arayıp da onlara bambaşka bir mucize getirmeye gücün yettiği takdirde hiç durma, bunu yap! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O halde sakın cahillerden olma!Enam Suresi Türkçe Meali 5. SayfaSade işitmesi olanlar davete icabet eder. Ölülere gelince, onları Allah diriltir, sonra hepsi O’nun huzuruna “Ona bambaşka bir mucize indirilse ya!” diyorlar. De ki “Şüphesiz Allah’ın öyle bir mucize indirmeye gücü yeter, fakat çokları bilmezler!”Yerde debelenen hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar! Biz kitapta hiçbir eksik bırakmamışızdır. Sonra hepsi Rablerinin huzurunda yalan diyenler karanlıklar içinde bir sürü sağırlar ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru bir yol üzerinde ki “Kendinizi bir düşünür müsünüz, Allah’ın azabı başınıza gelse veya kıyamet başınıza kopsa Allah’tan başkasına mı dua edersiniz? Eğer doğru söylüyorsanız söyleyin bakalım!”Doğrusu yalnız O’na dua edersiniz. O dilerse yalvardığınız belayı üzerinizden kaldırır ve o an O’na koştuğunuz ortakları ki, senden önce bir takım ümmetlere de peygamberler gönderdik; dinlemediler. Biz de onları yalvarıp yakarsınlar diye darlık ve sıkıntı ile olmazsa kendilerine baskımız geldiği vakit yalvarsaydılar bari. Fakat kalpleri katılaşmış, şeytan da bütün yaptıklarını kendilerine güzel ki yapılan uyarıları unuttular, üzerlerine herşeyin kapılarını açıverdik. Nihayet kendilerine verilen bu bolluk ve serbestlik ile tam ferahlandıkları, düzlüğe çıktıkları sırada ansızın kendilerini yakalayıverdik! Hepsi bir anda bütün ümitlerinden mahrum Suresi Türkçe Meali 6. SayfaArtık o zulmedip duran kavmin kökü kesilmişti. Hamdolsun o alemlerin Rabbi olan Allah’ ki “Söyleyin bakayım, eğer Allah, kulaklarınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi mühürleyiverirse, Allah’tan başka hangi tanrı onu size iade edecek?” Bak Biz delillerimizi nasıl evirip çevirip türlü türlü açıklıyoruz! Sonra da onlar nasıl yüz çevirip geçiveriyorlar!De ki “Kendinizi gördünüz mü? Şayet Allah’ın azabı ansızın yahut açıktan başınıza geliverse, zalimler topluluğundan başkası mı helak olur?”Biz o gönderilen peygamberleri rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın habercileri olmak üzere göndeririz. Onun için kim iman edip dürüstlük yolunu tutarsa, onlara korku yoktur ve mahzun da yalan diyenlere, yapmayı adet edindikleri fenalık yüzünden azap ki “Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.” demiyorum; gaybı da bilmem, size “Ben meleğim.” de demiyorum; ben ancak bana verilen vahye uyarım.” De ki “Kör ile gören bir olur mu? Artık biraz düşünmez misiniz?Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur’an’la uyar. Öyleki, kendileri için O’nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçı vardır. Gerekir ki Allah’tan rızasını isteyerek, sabah-akşam O’na dua edenleri yanından kovayım deme! Sen onların hesabından sorumlu değilsin, onlar da senin hesabından sorumlu değildirler ki, biçareleri kovup da zalimlerden Suresi Türkçe Meali 7. SayfaBöylece bazılarını bazısıyla fitneye düşürmüşüzdür ki “A!.. Şunlar mı o Allah’ın aramızdan lütfunu layık gördüğü kimseler?” desinler. Allah şükreden kullarını daha iyi bilen değil midir?Ayetlerimize iman edenler, yanına geldikleri zaman de ki “Selam sizlere! Rabbiniz kendine rahmeti yazdı. Sizden kim bir cahillikle bir kötülük yapmış, sonra arkasından tevbe edip düzelmiş ise, ona karşı bağışlayan, böyle ayetlerimizi açıklayacağız hem de suçluların yolu seçilsin ki “Ben sizin Allah’tan başka taptıklarınıza ibadet etmekten men edildim!” De ki “Ben sizin çarpık arzularınıza uymam. O zaman şaşırmış ve doğru yoldan gidenlerden olmamış olurum.”De ki “Ben Rabbimden apaçık bir delile dayanmaktayım, siz ise O’na yalan dediniz. Çabuk gelmesini istediğiniz azap benim elimde değil; hüküm ancak Allah’ındır. Gerçeği O anlatır. Hem O, gerçeği batıldan ayırt edenlerin en ki “O çabuk gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı, aramızdaki iş çoktan sonuçlanmış olurdu. Bununla beraber Allah haksızları daha iyi bilir.”Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa yine O bilir. Bir yaprak düşmez ve yerin karanlıklarına bir tane gitmez ki O bilmesin. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan kitapta Suresi Türkçe Meali 8. SayfaO’dur sizleri geceleyin kendinizden geçiren, bununla beraber gündüz kazandıklarınızı bilen, sonra belirlenmiş olan bir ecel ölüm süreci tamamlansın diye gündüzleri sizi uyandırıp kaldıran. Sonra O’nadır yine dönüşünüz. Sonra size neler yaptığınızı haber kulları üzerinde hükümranlığını sürdürür ve üzerinize hareketlerinizi kaydeden koruyucular gönderir. Sonunda birinize ölüm geldiği vakit, gönderdiğimiz ve görevlerinde kusur yapmayan melekler canını o vefat edenler Mevlaları Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki, hüküm O’nundur ve O, hesap görenlerin en sür’ ki “Karanın, denizin karanlıklarından, gizliden gizliye yalvara yalvara “Ahdimiz olsun eğer bizi kurtarırsan, hiç şüphesiz şükredenlerden oluruz.” dediğinizde kim kurtarır sizi?De ki “Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan, sonra da siz yine ortak koşarsınız.”De ki “O’nun size üstünüzden veya altınızdan bir azap salıvermeye yahut sizi birbirinize katıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yeter.” Bak, ayetlerimizi nasıl inceden inceye açıklıyoruz ki, gereği gibi böyle gerçek iken, kavmin bu Kur’an’a yalan dediler. De ki “Ben sizin vekiliniz değilim.”Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır. Artık ileride hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün vakit, kendilerinden yüz çevir, ta ki başka bir söze dalsınlar. Eğer şeytan bunu sana bir an unutturursa, hatırına geldiği gibi hemen kalk, o zalimler topluluğu ile beraber olma!Enam Suresi Türkçe Meali 9. SayfaAllah’tan korkanlara onların hesabından bir sorumluluk yoktur, ancak bir uyarı olur da belki oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının kendilerini aldattığı kimseleri bırak! Bu vesile ile şunu da ihtar et ki “Bir kimse yaptıkları yüzünden azabın pençesine düşmeye görsün, o zaman Allah’ın yüce huzurunda O’ndan başka ne bir koruyucu, ne de bir şefaatçi bulunur. Her türlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez. Onlar azabın pençesine düşmüş kimselerdir. Nankörlük ettiklerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve gayet acı bir azap ki “Biz hiç Allah’ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zarar vermeyecek nesnelere yalvarır mıyız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza şirke döner miyiz? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri o avanak kimse gibi. De ki “Allah’ın hidayet yolu doğru yolun ta kendisidir. Ve biz alemlerin Rabbine teslimiyet göstermekle emrolunduk.”Bir de “Namazı kılın ve O’ndan korkun!” Haşrolunup varacağınız O!Gökleri ve yeri yerli yerince yaratan O! “Ol!” diyeceği gün, o da oluverir. O’nun sözü haktır. Sura üfleneceği gün de mülk O’nundur. Görülmeyeni de, görüleni de bilen, hikmet sahibi O’dur. Herşeyden haberdar da O’ Suresi Türkçe Meali 10. SayfaVaktiyle İbrahim babası Azer’e “Sen putları bir sürü tanrılar ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan gece kaplayınca bir yıldız gördü “Bu imiş Rabbim!” dedi. Batıverince de “Ben böyle batanları sevmem.” doğarken görünce “Bu imiş Rabbim!” dedi. Batınca da “Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak ki, şu şaşkın topluluktan biri olacakmışım.” doğmak üzere görünce “Bu imiş Rabbim, bu hepsinden büyük!” dedi. O da batınca “Ey kavmim, haberiniz olsun, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım!”“Ben, her dinden geçip yalnız hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” de onunla tartışmaya kalkıştı. O da dedi ki “Bana hakikatı doğrudan doğruya gösterdiği halde Allah hakkında benimle mücadeleye mi kalkışıyorsunuz? Sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden ise, ben hiçbir zaman korkmam. Rabbim dilemedikçe onlar bana hiçbir şey yapamaz. Rabbimin ilmi, herşeyi kuşatmıştır. Artık iyice bir düşünmez misiniz?Hem nasıl olur da ben Allah’a koştuğunuz ortaklardan korkarım; baksanıza siz, Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken! Şu halde korkudan emin olmaya iki taraftan hangisi daha layık? Eğer biliyorsanız Suresi Türkçe Meali 11. Sayfaİman edip de imanlarını bir haksızlıkla karıştırmayan kimseler, işte korkudan emin olmak onların hakkıdır ve hidayete erenler de kavmine karşı Bizim İbrahim’e vermiş olduğumuz hüccetimizdir. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, herşeyi başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da… Hepsi Elyesa’ı, Yunus’u ve Lut’u da… Herbirini alemlerin üstüne soylarından ve kardeşlerinden bir kısmını da… Bunların hepsini seçtik ve bir doğru yola hidayetçi bu yol Allah yoludur. O, kullarından dilediğine hidayet eyler. Eğer bunlar Allah’a ortak koşmuş olsalardı, bütün yaptıkları boşa gitmiş bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimseler! Şimdi şu karşıdakiler buna inanmıyorlarsa, yerlerine bunları inkar etmeyen bir milleti getirmişizdir!İşte o peygamberler, Allah’ın kendilerini doğrudan yola eriştirdiği kimselerdir. Sen de onların gittiği yoldan yürü! De ki “Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O Kur’an sadece alemleri irşad için ilahi bir hatıradır.”Enam Suresi Türkçe Meali 12. SayfaAllah insana hiçbir şey indirmemiştir. demekle, Allah’ı gereği gibi tanıyamadılar. De ki “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği Kitab’ı kim indirdi? -Ki siz onu parça parça kağıtlar haline getiriyor ve bunları ortaya atıyorsunuz ama bir çoğunu Bununla beraber şimdi size -ne sizin, ne atalarınızın- bilmediği hakikatler öğretilmekte. Onlara cevaben “Allah.” de, sonra bırak onları daldıkları batakta oynayıp bu da bizim indirdiğimiz bir kitap! Feyiz bereketi dünyayı tutacak; bu tasdik etmedikçe önceki kitaplar muteber olmayacak. Bir de Mekke ve çevresindekileri uyarsın diye indirmişizdir. Ahirete inananlar, buna da iman ederler. Ve onlar namazlarını devamlı karşı yalan uyduran veya kendisine birşey vahyedilmişken “Bana vahiy geliyor!” diyen kimseden, bir de “Allah’ın indirdiği ayetler gibi ben de indireceğim!” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimlerin halini ölümün şiddetli dalgaları içinde boğulurken bir görsen! Melekler, ellerini kendilerine uzatıp “Haydi bakalım çıkarın canınızı! Bugün zillet azabı ile cezalandırılacaksınız; Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğinizden ve Allah’ın ayetlerine karşı kibirli davranmanızdan dolayı!” ki Bize, ilk defa yarattığımız gibi, işte teker teker geldiniz. Ve size verip hayaline daldırdığımız servetleri arkalarınızın gerisine bıraktınız. Hani o sizin var oluşunuzda Allah’ın ortakları olduğunu yanlış yere sandığınız şefaatçıları yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya aranızdaki bağlar büsbütün koptu ve güvendiklerinizin hepsi kaybolup Suresi Türkçe Meali 13. SayfaTane ve çekirdekleri Allah pörtletir. Ölüden diri, diriden ölü çıkarır. İşte size söylüyorum Allah O’dur. Şimdi söyleyin nereden çevriliyorsunuz?Tan attırıp sabahı çıkaran O’dur. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ile ayı da vakit ölçüsü yapmıştır. İşte bu, o güçlü ve herşeyi bilenin ve denizin karanlıklarında yolunuzu doğrultmanız için size yıldızları sebep kılan O’dur. Gerçekten Biz ayetlerimizi, anlayan bir topluluk için bir tek candan yaratan O’dur. Demek ki, bir karar yeri, bir de emanet yeri vardır. Gerçekten, ayetlerimizi ince anlayışlı olanlar için su indiren de O’dur. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş taneler çıkarırız, hurma ağacının tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve narı da çıkardık. Bunların kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Bakın herbirinin meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaşmasına. Şüphesiz şu size gönderilende inananlar için bir çok ibretler de tutup cinleri gizli yaratıkları -onları yarattığı halde- Allah’a ortak koştular. Bundan başka bir de O’na oğullar ve kızlar saçmaladılar, ne dediklerini bildikleri yok. O’nun yüce zatı, onların vasıflamalarından münezzeh ve ve yerin örneksiz yaratıcısı O’dur. Eşi olması mümkün değilken O’nun çocuğu nasıl düşünülebilir. O, herşeyi yaratmıştır ve herşeyi Suresi Türkçe Meali 14. Sayfaİşte bu vasıflara sahip olan Allah’tır Rabbiniz. O’ndan başka tanrı yoktur. Herşeyin yaratıcısı O’dur. O halde O’na kulluk edin, herşeye karşı dayanılacak vekil de O’ gözler algılamaz, O ise bütün gözleri idrak eder. O öyle latif ve öyle herşeyden Rabbinizden size birçok deliller geldi, artık kim gözünü açarak onları görürse kendi lehine, kim de körlük ederse, kendi aleyhinedir. Ve o durumda ben sizin bekçiniz ayetleri böyle çeşitli şekillerde sunuyoruz ki, o körlük edenler sana “Bunları bir yerlerden okuyup öğrenmişsin.” desinler, hem de onu bilen bir toplum için iyice sana ne vahyolunuyorsa ona uy! O’ndan başka tanrı yoktur. Sen müşriklere bakma!Allah dileseydi onlar Allah’a ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine gözcü göndermedik, sen onlara vekil de değilsin!Buna rağmen onların Allah’tan başka taptıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle Allah’a sövmesinler. Her millete yaptıklarını böyle güzel göstermişizdir. Sonra hep dönüp Allah’a varacaklar. O zaman O, kendilerine ne yaptıklarını tamamen haber de onlar en ağır yeminleriyle Allah’a yemin ediyorlar ki kendilerine bambaşka bir mucize gelseymiş, muhakkak ona inanacaklarmış. De ki “Mucizeler ancak Allah katındadır!” Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini siz nereden onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. Önceden buna iman etmedikleri gibi bırakıveririz kendilerini azgınlıkları içinde körü körüne bocalar Suresi Türkçe Meali 15. SayfaBiz onlara, dedikleri gibi melekler indirmiş olsak da ölüler kendileriyle konuşsa da bütün varlıkları karşılarında kümeler halinde toplasak da, Allah dilemedikçe iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bu gerçeği Biz, her peygambere insanların ve cinlerin şeytanlarını düşman etmişizdir; bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Eğer Rabbin dileseydi bunları yapmazlardı. O halde onları iftiraları ile başbaşa bırak!Bir de ahirete inanmayanların gönülleri o yaldızlı söze meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onların işlediği günahları işlesinler diye yaldızlı söz de Allah size kitabı, içinde herşey inceden inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah’tan başkasını mı hakem isteyeceğim? Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki, o tamamıyla gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma!Rabbinin sözü, doğrulukça da adaletçe de tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar yalnızca zannın ardından gider ve sade Rabbin kimin yolundan saptığını en iyi bilendir, doğru yoldan gidenleri en iyi bilen de O’ halde eğer O’nun ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan Suresi Türkçe Meali 16. SayfaO, size, çaresiz kaldığınız haller dışında, yasakladığı şeylerin tümünü ayrıntılı olarak bildirmişken, üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan niye yemeyeceksiniz? Evet, birçokları bildiklerinden değil, yalnızca çarpık arzularıyla insanları sapıklığa düşürüyorlar. Şüphesiz o ölçüyü aşanları en iyi bilen açığını da gizlisini de bırakın, çünkü günah kazananlar, yarın kazandıkları günahın cezasını kesinlikle Allah’ın adı anılmamış olanlardan yemeyin; çünkü o, kesinlikle Allah’ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlardan iken dirilttiğimiz, insanlar arasında yürümesini sağlayan bir aydınlık verdiğimiz kişi, içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç? Fakat kafirlere yaptıkları işler öyle yaldızlı her şehirde o şehrin günahkarlarının büyüklerini, orada hilekarlık yapsınlar diye, işbaşında bulundurmaktayız. Oysa onlar, hilekarlığı başkalarına değil, kendilerine yapıyorlar da farkına bir ayet geldiği zaman, “Allah’ın peygamberlerine verilen peygamberlik aynen bizlere verilmedikçe sana asla inanmayacağız.” diyorlar. Allah, peygamberliğini kime vereceğini en iyi bilendir. Hilekarlıklarından dolayı, öyle günahkarlara, yarın Allah yanında hem bir küçüklük hem de çok çetin bir azap isabet Suresi Türkçe Meali 17. SayfaAllah, her kimi doğru yola erdirmek isterse, onun gönlünü islama açar. Her kimi de sapıklığa bırakmak isterse onun kalbini daraltır, öyle sıkıştırır ki, sanırsın öfkesinden göğe çıkacak. Allah imana gelmeyenleri o murdarlık içinde hep böyle islamiyet, doğrudan doğruya Rabbinin yoludur. Gerçekten aklını başına alacak bir kavme ayetleri ayrıntılarıyla katında “Selam yurdu” onlarındır. Bütün yapacakları işlerde kendilerinin velisi de O’ hepsini toplayıp bir araya getireceği gün “Ey cin topluluğu, gerçekten şu insanlara çok çektirdiniz!” diyecek, insanlardan onların yardakçıları da “Ey Rabbimiz, biz birbirimizden yararlandık ve bizim için kararlaştırdığın ecele ulaştık.” diyecekler. Allah “Sizin ikametgahınız, Allah’ın dilediği zamanlardan başka, ebedi kalmak üzere ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, herşeyi bilendir.”İşte Biz, işleyip kazandıkları günahlardan dolayı zalimlerden kimini kimine dost cin ve insan topluluğu, size ayetlerimizi anlatan ve bu gününüzün geleceğini haber veren peygamberler gelmedi mi? Onlar “Ey Rabbimiz, biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” diyecekler. Dünya hayatı onları aldattı da kendi aleyhlerine kafir olduklarına şahitlik Rabbinin ülkeleri onların halkı habersiz iken, yani onları uyarmadan haksız yere helak edici olmamasından ileri Suresi Türkçe Meali 18. SayfaHerkesin yaptıklarından dolayı dereceler vardır. Rabbin ne yaptıklarından habersiz de zengindir, merhametlidir. Yoksa, dilerse, sizi ortadan kaldırır ve nasıl ki, sizi başka bir kavmin soyundan getirdi ise, arkanızdan yerinize dilediğini yapılan tehdit, kesinlikle başınıza gelecektir; siz onun önüne ki “Ey kavmim, yapacağınızı bütün kuvvetinizle yapın, ben görevimi yapıyorum. Artık yakında dünya evinin sonunun kimin olacağını bileceksiniz. Şu kesindir ki, zalimler arzularına eremeyeceklerdir.”Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve davardan ona bir pay ayırdılar ve kendi yanlış kanaatlerince “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için.” dediler. Fakat ortakları için olanlar Allah tarafına geçmez, Allah için ayrılmış olan ise, ortaklarının tarafına geçer. Ne kötü hüküm yürütüyorlar!Yine bunun gibi, Allah’a ortak koşanlardan çoğuna çocuklarını öldürmeyi de o taptıkları ortaklar, hem onları helak etmek hem de dinlerini karma karışık etmek için iyi birşeymiş gibi gösterdiler. Allah dileseydi, bunu yapmazlardı. O halde onları uydurdukları kanunlarla başbaşa bırak ne halleri varsa Suresi Türkçe Meali 19. SayfaOnlar bozuk kanaatleriyle “Şunlar ilişilmez hayvanlar ve ekinlerdir. Onları, ancak dilediğimiz kişilere yedireceğiz. Şunlar da sırtlarına binilmesi ve yük taşınması haram edilmiş hayvanlardır.” dediler. Diğer bir takım hayvanları da Allah’ın adını anmadan keserler. Bütün bunları Allah’a iftira ederek yaparlar. İftira etmeleri yüzünden Allah yakında cezalarını “Şu hayvanların karnındaki yavrular, sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü doğarsa hepsi ona ortaktırlar.” dediler. Allah, onlara bu isnatlarının cezasını yakında verecektir. Muhakkak O, hikmet sahibidir, herşeyi ve düşüncesizlikle çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği nimetleri, Allah’a iftira ederek yasaklayanlar, kesinlikle zarar ettiler. Şüphesiz onlar, yanlış gittiler ve hiçbir zaman muvaffak çardaklı ve çardaksız cennet misali bağları, tatları ve yemişleri birbirinden farklı ekinleri, hurmaları, zeytinleri, narları, birbirine hem benzer hem benzemez bir şekilde yaratan hep O’dur. Her biri ürün verdiğinde meyvelerinden yiyin. Hasat ve toplama zamanında hakkını da verin, israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri gerek yük taşıyıcıları, gerekse sergi yapmakta yararlanılacakları yaratan da O’dur. Allah’ın size verdiği rızıklardan yiyin, fakat şeytanın adımlarına uymayın; çünkü o, sizin için açık bir Suresi Türkçe Meali 20. SayfaSekiz çift yarattı Bir çift koyun, bir çift keçi. De ki “İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerindekini mi haram etti? Eğer doğru söylüyorsanız, bana ilme dayalı bir biçimde haber verin!”Deveden bir çift sığırdan da. De ki “İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerindekini mi haram etti? Yoksa, Allah size bu yasaklamayı emrederken, siz orada mıydınız?” Öyle gerçeği bilmeden insanları yoldan çıkarmak için uydurduğu yalanı Allah’ın üstüne atandan daha zalim kim olabilir? Kesinlikle Allah, zalimleri doğru yola ki “Bana vahyolunanlar arasında, ölü, dökülen kan, pisliğin ta kendisi olan domuz eti veya Allah’tan başkasının adı anılarak açık bir günahla kesilmiş hayvandan başkasını, yiyecek bir adama haram kılınmış birşey bulmuyorum. Her kim çaresiz kalırsa, başka bir çaresizin hakkına tecavüz etmek ve zorunlu miktarı aşmamak şartıyla, bunlardan yiyebilir; çünkü Rabbin gerçekten bağışlayan ve merhamet bütün tırnaklı hayvanları haram ettik. Bir de bunlara sığır ve koyunun, sırtlarında, barsakları üzerinde veya kemiklere yapışık kuyruk kısmının dışındaki yağlarını da haram ettik. Bunu onlara azgınlıkları yüzünden bir ceza yaptık. Şüphesiz Biz, her hususta doğru Suresi Türkçe Meali 21. SayfaEğer seni yalanlamaya yeltenirlerse, de ki “Rabbiniz bitmez tükenmez bir rahmet sahibidir, fakat O’nun kahrı günahkarlar topluluğundan geri ortak koşanlar diyecekler ki “Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız O’na ortak koşardık; hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Bunlardan öncekiler de Bizim azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanlamışlardı. Onlara de ki “İlim denilecek birşeyiniz var mı ki, bize çıkarasınız? Siz sadece bir zannın ardından gidiyorsunuz ve siz yalnızca atıp tutuyorsunuz.”De ki “Kesin ve açık delil ancak Allah’ındır. O, dileseydi, sizi hep birden doğru yola iletirdi.”De ki “Haydi, Allah’ın bunu haram kıldığına şahitlik edecek şahitlerinizi getirin!” Eğer gelir, şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme, ayetlerimizi yalanlayanların, o ahirete inanmayanların çarpık arzularına uyma! Nasıl uyarsın ki, onlar Rablerine başkasını denk ki “Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım! O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, babanıza annenize iyilikten ayrılmayın, yoksulluk yüzünden çocuklarınızı öldürmeyin; zira sizin de onların da rızkını Biz veririz, kötülüklerin açığına da gizlisine de yanaşmayın, Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın. İşte duydunuz ya, O, size düşünesiniz diye bunları emretti!”Enam Suresi Türkçe Meali 22. SayfaYetimin malına, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakınlarınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size de bu Benim dosdoğru yolumdur; hep onu takip edin, sizi onun yolundan saptırıp parçalayacak başka yolları takip etmeyin! Duydunuz ya, O, korunup takva sahibi olasınız diye bunları size Siz, Musa’ya, güzelce tatbik edene nimetlerimizi tamamlamak, herşeyi detaylı açıklamak, doğru yolu göstermek ve rahmet olmak üzere o kitabı verdik ki, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar…Bu ise indirdiğimiz tam, çok mübarek bir kitaptır. Bundan böyle buna uyun ve korunun ki, rahmetimize “Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi. Doğrusu biz, onlar gibi okuyup anlamaktan habersiziz.” “Eğer bize kitap indirilmiş olsaydı, herhalde onlardan daha çok muvaffak olurduk.” demeyesiniz diye. İşte size Rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi. Artık Allah’ın ayetlerini inkar edenden ve onlardan alıkoymaya kalkışandan daha zalim kim olabilir? Elbette Biz, o ayetlerimizi engellemeye yeltenenleri, bu suçları sebebiyle, en müthiş bir azapla Suresi Türkçe Meali 23. SayfaOnlar, ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rablerinin bir takım alametlerinin gelmesini gözetliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış bir kimseye o günkü imanı hiçbir yarar sağlamaz. De ki “Gözetin! Çünkü biz de şüphesiz gözetiyoruz.”Dinlerini parça parça edip ayrı ayrı gruplara ayrılanlarla senin hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, kendilerine ne yaptıklarını haber bir iyilik ile gelirse, ona on katı verilir. Kim de bir kötülük ile gelirse, yalnızca onun karşılığı ile cezalandırılır ve hiçbirine haksızlık ki “Beni Rabbim, şüphesiz dosdoğru bir yola, gerçek ve daima ayakta olan bir dine, başka dinlerden sıyrılıp yalnız hakka yönelen İbrahim’in tertemiz dinine iletti. O, hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.”De ki “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm kesinlikle hep o alemlerin Rabbı olan Allah hiçbir ortağı yoktur. Ben, bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.”De ki “Allah, herşeyin Rabbı iken ben hiç O’ndan başka Rab mi isterim? Herkesin kazandığı ancak kendi boynuna geçer sorumluluğunu gerektirir. Hiçbir günahkar başkasının günahını taşımaz. Sonra hep dönüp Rabbinize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düştüğünüz gerçeği haber sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve sizleri verdiği şeylerle denemek için kiminizi kiminize üstün kılandır. Şüphe yok ki, Rabbin çabuk cezalandıran ve yine şüphe yok ki, O tek bağışlayan, tek merhamet Suresi Türkçe Meali DinleEnam Suresi Türkçe Meali Dinle, Enam Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi KonusuEnam Suresi konusu, Ağırlıklı olarak Allah’ın birliği tevhid, ilim, irade, kudret, adalet gibi sıfatları; peygamberlik, vahiy, yeniden dirilme, müşrik ve inkârcı zümrelerin bâtıl inançlarının reddi, doğru inanca ulaşmanın yolları vb. itikadî konulardır. Sûrede ayrıca Hz. Peygamber’in şahsına ve risâletine yapılan itirazlar cevaplandırılmış, uğradıkları sıkıntılar yüzünden kaygıya ve üzüntüye kapılan Hz. Peygamber ile arkadaşlarına teselli ve ümit verilmiştir. Hz. İbrâhim’in, aklıyla ve gözlemleriyle Allah’ın varlığı ve birliği hakkında kesin bilgi ve inanca ulaşmasını anlatan âyetler İslâm âlimlerinin özellikle ilgisini çekmiştir. Ayrıca 151-153. âyetleri İslâm ahlâkının başta gelen kurallarını ihtiva Suresi NuzülMushaftaki sıralamada 6., iniş sırasına göre 55. sûredir. Hicr sûresinden sonra, Sâffât sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Tamamına yakınının Mekke’de indiği hususunda ittifak vardır. Abdullah b. Ömer’e ulaşan bir rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur “Enâm sûresi bana toplu olarak indi. melek tesbih ve hamd sözleriyle bu sûrenin inişine eşlik etti” Taberânî, el-Mucemü’s-sağ^r, I, 145. Abdullah b. Abbas’tan aktarılan bir rivayette de Mekke’de “bir defada” indiği teyit edilmiştir Taberânî, el-Mucemü’l-kebîr, XX, 215. Ancak birkaç âyetinin Medine’de indiğine dair görüşler de vardır bk. İbn Atıyye, II, 265; Elmalılı, III, 1861.Enam Suresi FaziletiEnam Suresi fazileti, Faziletine ilişkin bazı rivayetler nakledilmiştir. Bu sûrenin inişine meleğin eşlik ettiğini bildiren yukarıdaki hadis bunlardan biridir. Başka bir rivayette Hz. Ömer’in, “Enâm sûresi Kur’an’ın seçkin sûrelerinden biridir” dediği Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 17 ve faziletini önemle vurguladığı; Hz. Ali’nin de okuyan kimsenin Allah’ın rızâsını kazanacağını ifade ettiği yolunda rivayetler vardır bk. İbn Atıyye, IIEnam Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Enam Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?Enam Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 127. sayfada başlar, 149. sayfada biter. Enam Suresi kaç ayettir?Enam Suresi, 165 ayetten oluşur. Enam Suresi hangi cüzde yer alır?Enam Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 7. cüzde başlar, 8. cüzde biter. Enam Suresi kaç sayfadır?Enam Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 23 sayfa içinde yer Suresi TefsiriKur’an Yolu Tefsiri kitabından Enam Suresi Tefsiri Suresi 1. Ayet TefsiriSûre, her yönden övgüye lâyık bulunanın sadece Allah olduğunu insanlara bildirmekle başlıyor. Çünkü O, bütün varlıklar âleminin yaratıcısıdır ve bundan dolayı ulûhiyyet vasfı yalnızca O’na aittir. Sûrenin ilk âyeti özel olarak, sözde kendilerine yardım ettiğini hayal ettikleri putlara inanan, onlara ulûhiyyet vasfı yükleyen ve darda kaldıklarında onlardan yardım dileyen müşriklere karşı bir reddiyedir. Nitekim Uhud Savaşı’nda kısmî bir başarı sağlayan müşriklerin kumandanı Ebû Süfyân, bu başarıyı putlarından bilerek müslümanlara karşı “Şanın yüce olsun Hübel! müslümanlara seslenerek Bizim Uzzâmız var, sizin Uzzânız yok” diyerek övünmüştü Buhârî, “Megåzî”, 17. Ayrıca nimet ve yardım kimden gelirse gelsin, asıl nimet sahibinin Allah Teâlâ olduğunu düşünerek öncelikle O’na hamd ve teşekkür etmek gerektiğine de işaret Allah bütün mevcudatın, başka bir deyişle, var olan her bir şeyin yaratıcısı olduğu halde âyette O’nun, yer ve gökleri, karanlıkları ve ışığı yaratan olduğu hatırlatılmakla yetinilmiştir. Çünkü “yer” ve “gökler”, diğer yaratılmışları da kapsayan en kuşatıcı kavramlardır. Ayrıca realiteler âleminin pek çok nitelikleri bulunmakla birlikte, bunlar içinde bütün insanların en kolay ve yakından algılayabildikleri, genel olarak varlık kavramından sonra insan zihninin en temel gerçekler olarak farkına vardığı durumlar ışık ve karanlıktır. Nitekim ışık ve karanlığın varlık âlemiyle yakın ilgisinden dolayı bazı eski felsefî akımlarda ışık varlığın ilkesi, karanlık da yokluğun ilkesi sayılmış; yine bazı eski Doğu dinlerinde, özellikle Maniheizm’de biri “ışık tanrısı”, diğeri “karanlıklar tanrısı” olmak üzere iki tanrı kabul edilmiştir ki, söz konusu âyette ışığı da karanlıkları da yaratanın sadece Allah olduğu belirtilerek bu iki tanrı inancı reddedilmektedir. Öte yandan Hz. Îsâ ve Rûhulkudüs’e ulûhiyyet isnat eden Hıristiyanlık’la birlikte, insanlık tarihinde önemli bir yer tutmuş olan yıldız-gezegen kültüne dayalı paganist inançlar da çürütülmüş; böylece her ne suretle olursa olsun, rablerine eş koşan, başka varlıkları O’nun ulûhiyyetine denk tutarak fâni şeylere tanrı gibi sarılıp bunlara kul olan bütün zümreler tevhid ilkesinden saptıkları için “kâfirler” diye nitelenmiştir. Bu arada karanlıklar kelimesiyle inkâr çeşitlerine, ışıkla da imana işaret bulunduğu belirtilir. Nitekim birtek doğru inanç yolu bulunduğu için âyette ışık tekille nur, birçok bâtıl inanç bulunduğu için de karanlık çoğulla zulümât ifade edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 370-371Enam Suresi 2. Ayet TefsiriVarlığının başlangıcından sonuna kadar insanın da yüce Allah’ın yaratma, takdir ve tasarrufunda bulunduğu ifade edilmek üzere “Sizi bir çamurdan yaratan O’dur” buyurulduktan sonra iki ayrı “ecel”den söz edilmektedir. Müfessirler insanın “çamurdan” yaratılmasına iki değişik yorum getirmişlerdira Bütün insanların atası olan Hz. Âdem çamurdan yani topraktan yaratıldığına göre onun soyu da esas itibariyle topraktan Her insanın oluşumu, alınan besinler yoluyla toprağa dayanır. Çünkü hayatın temel ögesi olan kan besinlerden, besinler de doğrudan veya dolaylı yollarla topraktan yaratılmasına dikkat çekilmesinin sebebi, basi yeniden dirilme inkâr eden müşriklere, insanı topraktan yaratan yüce kudretin onu ölümünden sonra tekrar döndüğü bu aslî varlığından yeniden yaratmaya da muktedir olduğunu bildirmektir. Âyetin diğer bir önemli yönü de topraktan canlıların en mükemmeli olan insanın yaratılmasındaki hârikulâde olaya işaret edilmesidir. Arz yaratıldığı zaman üzerinde “hayat”tan eser yoktu. Yok kendi kendini var edemez. Toprakta canı var eden ve onu “insan” yapan; insanda ruhu, aklı, irfanı yaratan yüce Allah’tır. Çünkü gelişmenin her safhasında O alîm, hakîm ve rahîm olan Allah’ın yaratma fiili bulunmaktadır. Bu sebeple yoktan varlığın, basitten bileşiğin, cansızdan canlının, şuursuz tabiattan zekânın kendiliğinden ortaya çıktığına inanmaktan daha bâtıl bir inanç bu gerek diğer ilgili âyetlerde Allah’ın varlığını ve birliğini, eşsiz kudret ve hikmetli yaratışını ispatlamak için insanın yaratılışına dikkat çekilmesi son derece önemlidir. Zira bütün evrenin bilebildiğimiz en büyük olayı hayatın ortaya çıkışıdır. Bütün varlıklar içinde akıl sahibi tek canlı insan olduğu için o, evrenin göz bebeğidir. Eğer bilim kâinatta dünyadakinden başka bir canlı ve akıllı varlık keşfederse, hiç kuşkusuz ki bu, bütün keşiflerin en muhteşemi olacaktır. Halen bilinen gezegenlerin hiçbirinde canlı ve akıllı varlığa rastlanmadığı için dünyamız değerini ve eşsizliğini korumaktadır. Bu değer, canlılardan özellikle de insandan gelmektedir. Fakat bu canlılar ve insan nasıl oluştu? Neden dünyaya en yakın olan ve –Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret buyurulduğu gibi Enbiyâ 21/30– bir zamanlar dünyamızla bitişikken sonradan ayrılan diğer semavî kürelerde hayat yok da dünyada var? Bunlara verilebilecek her ilmî cevap yeni sorularla karşılaşır. İlletsiz hiçbir hadise meydana gelemeyeceğine göre, kendi kendine üreme, oluşma génération spontanée imkânsız bulunduğuna göre yaratılış illetinin, tabiatın dışında ve üstünde bir güç olması gerektiği, yine yaratılış eşsiz bir düzen ve anlam taşıdığına göre onu yaratanın da mükemmel, sonsuz, ilim ve hikmet sahibi olması gerektiği, mutlak bir gerçektir ve bütün yaratılmışlar, özellikle de hayat, akıl ve zekâ sahibi insanın varlığı, her bir insanın baştan sona yaratılışı, gelişmesi bunun en kesin ve açık delilidir. Diğer canlılar gibi insan da çamurdan, yani topraktan meydana gelmiştir. Bunun nasıl olduğunu, hangi gücün tesiriyle meydana geldiğini deneysel olarak bilemiyorsak da kutsal kitabımız bunun hakiki fâilini, yapıp yaratanını bize bildirmekte; aklımız da bâtıllardan arındığında bu gerçeği açık seçik âyette iki defa zikredilen ecel kelimesi sözlükte “bir sürenin sonu” anlamına gelir. Âyetteki iki ecelden nelerin kastedildiği hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları şöyledira İlk ecel ölüm vakti, ikinci ecel kıyamet İlk ecel yaratılışla ölüm arası, ikinci ecel ölümle bas arasındaki süre berzah veya bu sürenin İlk ecel ömrünün süresi kesin olanların ve bu sürenin sonunda ölenlerin eceli, ikinci ecel sıla-i rahim akraba ziyaretleri, sadaka gibi bazı hayırlı işler yaptıkları için ömürleri uzatılacak olanların İlk ecel insanın normal olarak yaşayıp ömrünün dolmasıyla hayatının sona ermesi tabii ecel, ikincisi vücut fonksiyonlarının tamamı henüz sağlıklı ve yaşamaya elverişli iken boğulma, yangın gibi kazalar ve dış sebeplerle hayatın son bulması ihtiramî ecel. Fahreddin er-Râzî’nin filozoflara nisbet ettiği XII, 153-154 bu son görüş, M. Hamdi Yazır’ın da belirttiği gibi, sağlığa önem vermeyi, gerektiğinde tedavi olmayı, tehlikelerden korunmayı öngörmesi açısından yararlı olmakla birlikte, buradan, bir insanın ölümüyle ilgili iki farklı ecel bulunduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir. Olsa olsa bir insanın, ya tabii veya ihtiramî olmak üzere bir tek ecelinin olduğu söylenebilir. Bunlardan hangisi vuku bulmuşsa Allah’ın takdir ettiği ecel odur; dolayısıyla diğerinin vuku bulması imkânsızdır. Zemahşerî II, 3, yukarıda sıralanan ecelle ilgili görüşlerden ilkini; Şevkânî II, 114, İbn Âşûr IV, 130-131, M. Hamdi Yazır III, 1874-1877 gibi bazı müfessirler de ikincisini tercih etmişlerdir. İbn Âşûr, bunun gerekçesini âyette, ikinci ecelle ilgili olarak, bu ecelin “Allah katında belirlenmiş” olduğu, yani insanlar tarafından bilinemeyeceği şeklindeki kayda dayandırır. Buna göre ilk ecel her bir insanın ömrüdür; çünkü kişi öldüğünde insanlar onun ne kadar süre yaşadığını bilirler. İkinci ecel, yani insanların ölümüyle bas arasında geçen sürenin miktarını ne dünyada ne de kıyamet gününde Allah’tan başka kim bilebilir? 2. âyetin sonunda “Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz” ifadesiyle müşriklere hitap edilmiştir. Çünkü bu ifadede bir tenkit ve tehdit vardır; müminler âyetlerde bildirilen gerçeklere inandıklarından böyle bir itham ve tehdide mâruz kalmaları insanın yaratılışının semâvat ve arzın yaratılışıyla ilgili ifadelerden sonra zikredilmesi, önce İslâm düşünürlerinin deyimiyle “büyük âlem”in, ardından da “küçük âlem”in yaratıldığını belirtmek içindir. Bu şekilde insanın yaratılışına dikkat çekilmesinin sebebi, kâfirlerin basi inkâr etmeleri onlara, müşahede ettikleri, bildikleri bu gerçeği göz önüne alarak basin mümkün olduğunu ispatlamaktır. İbn Âşûr, ilk yaratılışa inanan müşriklerin ikinci yaratılışa da bas inanmalarının aklen gerekli olduğunu hatırlatmaktadır. Âyette “Sizi çamurdan yaratan yalnız O’dur” buyurulmakla Allah’ın yaratmada hiçbir ortağının bulunmadığı vurgulanmıştır. Burada insanların “çamurdan” yaratıldığı özellikle belirtilmiş ve böylece “İnsan toprak olduktan sonra tekrar insan olarak yaratılması imkânsızdır” şeklinde ileri sürdükleri delil çürütülmek istenmiştir. Zira müşrikler insanın öldükten sonra toprağa düştüğünü kabul ediyorlar; ayrıca topraktan yaratıldığını da benimsiyorlar; şu halde ikinci defa yine topraktan yaratılması neden imkânsız olsun? Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 371-374Enam Suresi 3. Ayet TefsiriAllah, göklerin de yerin de mutlak hâkimi, yaratıcısı ve yöneticisidir. O, hem ilâhtır hem de rabdir; yani her şeyi yapıp yönettiği gibi bütün evren ve evrendekiler O’nun yasalarına boyun eğer, bu suretle farkında olarak veya olmayarak O’na kulluk ve itaat eder; aslında inkâr edenler bile O’nun yasalarının dışına çıkamazlar. İlm-i ilâhîsi ile de O her şeyi kuşattığı gibi, –bilmeli ve dikkatli olmalıyız ki– bizim gizlimizi açığımızı, ne yapıp ne ettiğimizi de hep bilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 374Enam Suresi 4-5. Ayet TefsiriBurada geçen âyet, bilhassa Allah’ın tek tanrı olduğuna delâlet eden kanıtlar, Hz. Peygamber’in verdiği haberlerin, özellikle vahdâniyetle Allah’ın birliği ilgili bilgilerin doğruluğunu gösteren ve müşrikleri, fesahat ve belâgatta bir örneğini ortaya koymaktan âciz bırakan Kur’an âyetleri veya Resûlullah’ın Kur’an dışındaki mûcizeleri şeklinde tefsir edilmiş; “âyetlerden yüz çevirme” ise Mekke putperestlerinin göze hitap eden mûcizeleri reddetmeleri, Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeye tahammül edemeyip ona kulak vermekten veya onu dinledikleri halde sırf inat ve kibirlerinden ötürü onun bir mûcize ve gerçek olduğunu itiraftan kaçınmaları şeklinde açıklanmıştır. “Alay ettikleri şeyin haberleri” ise, kıyametin vukuu ve âhiret azabı veya İslâm’ın doğması ve isminin yükselmesi sırasında şirkin ve küfrün çöküşü ya da inkârcıların müslümanlar karşısındaki hezimetleriyle ilgili olarak Kur’an’ın verdiği haberlerdir. Bu bilgiler ışığında bu âyetler şu şekilde açıklanmıştır O müşriklere ve inkârcılara, üzerinde düşünüp taşınmaları gereken bir âyet, bir delil veya mûcize geldiğinde muhakkak surette rablerinden gelen bu türlü âyetlerden yüz çevirirler; onların doğru olup olmadığı hususunda ciddi ve samimi olarak zihin yormadan, akıllarını kullanarak düşünüp taşınmadan hemen red ve inkâr ederler. İşte böylece onlar bütün âyetlerin, delil ve mûcizelerin en yücesi ve en şereflisi olan hak yani Kur’an kendilerine geldiği zaman onu da yalanlayıp inkâr etmişlerdir. Ancak böyle yalanladıkları, üstelik bir de alaya aldıkları Kur’an’ın bildirdiği haberler, yani kıyamet ve âhiret azabını ya da İslâm’ın doğuşu ve onun adının yükselişi sırasında inkârcıların başlarına gelecek azap ve yıkımı, müslümanlar karşısında uğrayacakları hezimeti görünce ne ile alay ettiklerinin farkına varacaklardır! Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 375Enam Suresi 6. Ayet TefsiriBaşka âyetlerde de geçen ve “nesiller” diye çevirdiğimiz karn kelimesinin iki anlamı vardır a Bir dönemde yaşamış millet, kavim, nesil, kuşak. b Uzun bir süreyi kapsayan dönem, asır, yüzyıl. Kelime bu âyette ilk anlamıyla kullanılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in “Nesillerin kurûn en hayırlısı benim neslim karn, sonra bunları izleyenler, sonra da bu sonuncuları izleyen nesildir” mânasındaki hadisinde de karn bu ilk anlamında geçmektedir Buhârî, “Şehâdât”, 9; Tirmizî, “Fiten”, 45. Bazı tefsirlerde gök anlamındaki sema kelimesinin bu âyette “yağmur” mânasına geldiği belirtilmiştir meselâ bk. İbn Âşûr, VII, 139.Bu âyette özel olarak müşrik Araplar’a hitap edilmekle birlikte umumiyetle bâtıl inançlara sapan, kötülüklere dalan ve bu suretle topyekün helâke müstahak olan her millet için bir tehdit ve uyarı olmak üzere şöyle buyurulmuş olmaktadır O kendi güçlerine güvenerek inkârcılıkta, haksızlık ve bâtılda direnenler, geçmiş milletlerin kalıntılarını, tarihî izlerini inceleyip öğrenerek, bizim sonsuz kudret sahibi yüce Allah nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Biz onlara, yeryüzünde size verdiğimizden daha fazlasını vermiş; onları bol yağmuruyla, bolluk ve bereketiyle cennet gibi ülkelere sahip kılmıştık; onlar bu ülkeleri vatan tutup medeniyetler kurmuşlardı. Sonra da günahları yüzünden onları helâk ettik ve onların ardından başka nesiller, nice milletler meydana getirdik. Şimdi, sizden daha güçlü olan bu milletleri tarihten silen yüce kudretin sizi helâk etmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?Âyet-i kerîme güçlerine, servetlerine, sahip oldukları diğer bedenî ve maddî imkânlara aldanarak Allah’a âsi olan, şımaran, ellerindeki her şeyi kendisine borçlu bulundukları rablerini unutarak dalâlete sapıp azgınlaşan, günahlara boğulan toplumlara karşı genel bir tehdit ve Kerîm’de bu tarihî tecrübeye büyük önem verilmiş; çeşitli vesilelerle eski milletlerin hayatları ve âkıbetleri anlatılırken özellikle kötülük ve zulümleri, azgınlaşıp isyan etmeleri yüzünden helâk edildikleri ve böylece tarih sahnesinden silindikleri anlatılarak insanların bu tarihî gerçekten ibret alıp sünnetullahı daima göz önünde tutmaları, şimdi sahip oldukları imkânların kendilerini felâketlerden koruyamayacağını iyi bilmeleri ve hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmiştir. Âd, Semûd gibi çok eski dönemlerde yaşamış kavimler yanında, daha yakın çağlardaki birçok devletin, imparatorluğun çöküşü veya tarihten silinişinin temelinde de aynı olumsuz sebeplerin yattığında kuşku yoktur. Buna karşılık, inançta, ahlâk ve fazilette, idare ve siyasette doğru yoldan gittiği, hak ve adalet üzere bulunduğu halde helâk olmuş tek bir milletin varlığı bilinmemektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 376-377Enam Suresi 7. Ayet TefsiriKur’ân-ı Kerîm’in başka yerlerinde de belirtildiği üzere müşrikler, Hz. Peygamber’in ilâhî kelâmı kendilerine okuyup duyurmasını yeterli bulmamış, gökten kendilerine okuyacakları bir kitap İsrâ 17/93 veya “açılmış sahîfeler” Müddessir 74/52 indirilmesini istemişlerdi. Aslında onlar bu istekleriyle güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmayı amaçladıklarından, âyette, onların bu tür istekleri yerine getirilse ve kendilerine kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirilse bile, yine de inanmayacakları, bunun apaçık bir büyü olduğunu iddia edecekleri açıklanarak gerçek niyetleri yüzlerine vurulmaktadır. Zira Hz. Hatice, Ebû Bekir, Ömer ve diğer samimi insanlar Resûlullah’ın dürüstlüğünü, Kur’an âyetlerinin ihtiva ettiği açık seçik gerçekleri dikkate alarak iman etmişler; buna karşılık nefislerinin gururuna kapılan, Kur’an’ın getirdiği ilkelerin, kendilerinin veya kabilelerinin çıkarlarını zedeleyeceğini düşünen ve Câhiliye taassubunda direnen inatçı kimseler ise çeşitli bahaneler ileri sürerek, sonunda hiçbir mantıkî gerekçe bulamadıkları için Kur’an’ın “bir büyü” Enâm 6/7, Hz. Peygamber’in de “bir kâhin veya mecnun” Tûr 52/29 olduğu yönünde hakikatten uzak ithamlarda bulunmuşlardır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 378-379Enam Suresi 8. Ayet TefsiriMüşrikler görünüşte ilâhî vahyin geliş tarzını inandırıcı bulmadıkları için, hakikatte ise sırf inat ve taassuplarından dolayı başka bir istekte bulunmuşlar, Hz. Muhammed’i kastederek, “Ona bir melek inseydi ya!” demişlerdir. Aslında Hz. Peygamber’e melek inmekle birlikte, müşrikler onun hakiki suretinde gelip Hz. Peygamber’le dolaşmasını ve bunu gözleriyle görmeyi istiyorlardı. Âyetin devamında yüce Allah “Eğer biz istedikleri şekilde bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine mühlet verilmezdi” buyurarak onların bu talebini de reddetmiştir. Tefsirlerde âyetin bu kısmıyla ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Şöyle kia Zemahşerî “iş bitirilirdi” ifadesini “Onlar helâk edilirlerdi” şeklinde yorumlamakta ve bunu da şu gerekçeye bağlamaktadır Meleği görmelerinden sonra –âyette de belirtildiği gibi– artık onlara mühlet verilmezdi; ya meleğin kendi suretinde Resûlullah’a geldiğini ayan beyan gördükleri halde yine de iman etmeyecekleri için veya melek gelip de artık her şey apaçık kesinlik kazanınca yükümlülüğün esası olan ihtiyar seçme özgürlüğü ortadan kalkacağı için helâk edilmeleri gerekli olurdu; ya da meleği kendi suretinde gördükleri anda, gördüklerinin verdiği dehşetten dolayı ruhları bedenlerinden ayrılır, yani ölüverirlerdi. Çünkü “şiddetin âniden zuhuru, şiddetin kendisinden daha dehşet vericidir” II, 4-5.b Şevkânî’ye göre müşrikler “Ona bir melek indirilseydi ya!” derken meleğin aslî suretiyle gelerek kendileriyle konuşur, Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kendilerine bildirirse ona inanıp tâbi olacaklarını açıklıyorlardı. Oysa Allah biliyordu ki, onlara böyle bir melek gelmiş olsa yine de iman etmeyecekler ve bunun sonucunda derhal helâk edilmeye müstahak olacaklardı II, 117.c Elmalılı M. Hamdi’ye göre eğer melek kendi suretinde gelip de hakikat itiraza mahal kalmayacak şekilde apaçık ortaya çıksaydı, artık Hz. Peygamber’in haber verdiği azap hemen uygulanırdı. Özellikle vahiy meleği Cebrâil’i, sıradan insanlar şöyle dursun, peygamberlerden bile pek azı asıl varlığıyla görebilmiştir III, 1880-1881; ayrıca bk. Necm 53/1-18; Buhârî, “Tefsîr”, 53/1-2. Ayrıca Hz. Muhammed’in dahi vahiy esnasında büyük bir dehşet ve sıkıntı hali yaşadığına ilişkin hadisler vardır Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 2-3 .Hz. Peygamber’in özellikle ilk vahyi aldığı sırada yaşadığı olağan üstü sarsıntıya Kur’ân-ı Kerîm de işaret etmektedir Müzzemmil 73/1; Müddessir 74/1.d İbn Âşûr ise “İş bitirilmiş olurdu” ifadesini “Tehdit edildikleri azap gerçekleştirilirdi” anlamında açıklamıştır. Zira Allah’ın gazabına uğrayan bir topluma melekler ancak azap getirmek için inerler. Nitekim Lût kavminin durumu bunu göstermektedir Arâf 7/80-84. Muhtemelen Allah Teâlâ melekleri hak uğruna müsamahasız bir sertlik ve öfke tabiatında yaratmıştır IV, 145. Aynı müfessir ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın müşriklerin, aslında mahvolmalarına yol açacak olan bu taleplerini karşılıksız bırakmasını, O’nun inkârcılara karşı bir rahmeti şeklinde yorumlamamak gerektiğini savunuyorsa da bu görüşün isabetli olduğu kanaatinde değiliz. Zira âyette de dolaylı olarak belirtildiği gibi Allah onlara mühlet vermiş ve bu sayede daha sonra bazıları İslâm’ı kabul etme şerefine ermişlerdir ki, bunlar arasında bu sûrenin 7. âyetinin inmesine sebep olduğu rivayet edilen Abdullah b. Ebû Ümeyye de vardır. Hatta bu zat daha sonra Tâif’te şehid düşmüştür Elmalılı, III, 1180. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 378-380Enam Suresi 9. Ayet TefsiriEğer Allah onlara gönderdiği elçiyi bir melek yapsaydı ya da beşer yerine bir meleği elçi gönderseydi yine onu melek suretinde değil insan görünümünde, hem de –müşriklerin, meleklerin dişi olduğu şeklindeki bâtıl inançlarının aksine– onu “adam sûretinde” göndereceği, bunun sonucu olarak yine onları, bu gelenin gerçekten melek mi yoksa insan mı olduğu hususunda şaşkınlığa düşüreceği bildirilmektedir. Nitekim başka bir âyette ifade edildiği üzere, onlar Kur’ân-ı Kerîm için “Bu, insan sözünden başka bir şey değildir” Müddessir 74/25 demişlerdi. Halbuki tamamen ruhanî varlıklar olan meleklerin insanlara görünmesi ve onlara hitap edebilmesi, ancak cismanî bir görünüme bürünmeleriyle mümkündür. Bu durumda vahyin doğruluğunu, ihtiva ettiği yüksek hakikatlere göre değerlendirmek yerine, onu kendilerine tebliğ edenin melek olmasında arayanlar, bu cismanî görünümlü varlığın insan olduğunu ileri sürerek yine inkâra sapacaklar, şimdi olduğu gibi yine şüphe edeceklerdi. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 380-381Enam Suresi 10-11. Ayet TefsiriMüşrikler, gerçeği daha yakından kavramak gibi iyi niyete dayalı sebeplerle değil, sırf Hz. Peygamber’e karşı çıkmak, onunla alay etmek, acze düşürüp itibarını yıkmak maksadıyla bu tür teklifler ileri sürdükleri için 10. âyette Resûlullah’a, kendisinden önceki peygamberlerin de böyle alayla karşılandıkları hatırlatılmakta, fakat başlarına gelen felâketler sonunda alay ettikleri haberlerin ne kadar kesin gerçekler olduğunu acı şekilde anladıkları bildirilmekte; 11. âyette Mekke müşriklerine, dolayısıyla peygamberlik ve vahiy gerçeğinden kuşkuya düşüp inkâr eden, alaya alan herkese, dünyayı gezip dolaşmaları, eskilerin izlerini, kalıntılarını inceleyerek ilâhî hakikatleri yalanlayanların âkıbetlerinin ne olduğunu görmeleri tavsiye edilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 381Enam Suresi 12. Ayet TefsiriBu sûrenin ilk âyetinde gökleri ve yeri Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, 3. âyetinde göklerde ve yerde hükümran olan tek Tanrı’nın O olduğu belirtilmişti. Burada ise göklerde ve yerde bulunanların yalnızca O’nun mülkü olduğu, dolayısıyla rubûbiyyette olduğu gibi mâbûdiyyette de O’nun ortağı bulunmadığı, yalnız O’nun rab olarak bilinmesi ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiği soru-cevap şeklinde bir üslûpla vurgulanmaktadır. Sorunun tek ve kesin bir cevabı olduğu için hemen arkasından kısa ve net bir şekilde “Allah’ındır” şeklinde cevap verilmesi istenmiştir. Bütün varlıkların yaratıcısı, mâlik ve sahibi Allah olduğuna ve esasen müşrikler de buna inandıklarına göre, bu varlıklar içinde yükümlü tutulanları yani insanları hesaba çekme yetkisi de O’na ait bulunduğu için âyette, kesin olarak vuku bulacak olan kıyamet gününde Allah’ın muhakkak surette insanları hesaba çekmek üzere bir araya toplayacağı bildirilmiştir. Burada ayrıca, bir bakıma varlıkların mebdei başlangıcı ve meâdıyla âkıbeti ilgili iki bölümün arasına “O kendi üzerine kulları için rahmeti yazmıştır” şeklinde bir kayıt konulması özellikle ilgi çekicidir. Bu suretle sanki insanlara şöyle bir uyarıda bulunulmuştur Diğer bütün varlıklar gibi sizi de Allah yarattı; kıyamet vuku bulup da O’nun huzurunda hesap vermek için toplanmadan önce, hayatta iken Allah’ın kesin olan rahmetinden yararlanmaya bakınız; inanıp hayırlı işler yapınız; bu geniş rahmete nâil olmak için günahlarınızdan tövbe ediniz. Açık seçik delillere rağmen, müşriklerin yaptığı gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerini yalanlamak için türlü bahaneler ileri sürmek yerine, Allah’ın rahmetinin üzerinizdeki eserlerinden olan aklınızı kullanarak Hz. Peygamber’in doğruluğunu tasdik ediniz. Bunun aksine, geçici menfaatlerine, mânasız inatlarına ve benlik iddialarına kapılarak gerçeği kabule yanaşmayanlar, böylece kendilerini ziyana sokanlar artık iman etmekten de mahrum kalırlar ve sonuçta Allah’ın çok geniş olan rahmetinden yararlanma fırsatını kaçırmış, kendi kendilerine yazık etmiş olurlar. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 382-383Enam Suresi 13. Ayet TefsiriBu âyette de Allah’ın hükümranlığı teyit edilerek göklerde ve yerde bulunanlar gibi gece ile gündüzde barınan her şeyin yani bütün zaman kategorisine giren varlıkların da Allah’ın mülkünden olduğu; Allah’ın, ister gecenin karanlığında, ister gündüzün aydınlığında olsun, her varlığı, her olup biteni kesin olarak duyup bildiği ifade edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 383Enam Suresi 14. Ayet Tefsiri“Dost” diye çevirdiğimiz velî ve “yoktan var eden” diye çevirdiğimiz fâtır, esmâ-i hüsnâdan olup ilki Allah’ın yönetici, yardımcı ve dost olduğunu; ikincisi de yapıp yaratan, yokluktan varlık sahnesine çıkaran olduğunu ifade eder. Bu âyette yüce Allah kısaca “yediren ama yedirilmekten münezzeh olan” şeklinde tavsif edilerek bütün varlıkların rızıklarını, ihtiyaçlarını karşılarken kendisinin yedirilmekten, ihtiyaçtan münezzeh olduğu ifade buyurulmuştur. Çünkü bütün uydurma tanrılar aslında birer hiç olup kendi bağlılarınca beslendikleri, desteklendikleri, büyültüldükleri, ululandıkları halde beslenmeye muhtaç olmayan, her şeye kendisi değer kazandırıp hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin kendisine değer katmasına, destek vermesine muhtaç olmayan, dolayısıyla gerçek anlamıyla ulûhiyyete lâyık olan tek varlık O’dur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 384Enam Suresi 15. Ayet Tefsiri“Büyük gün”den maksat âhiret günüdür. Âyete göre Hz. Peygamber bile tebliğ ettiği dinin hükümlerinden istisna edilmiş değildir. Aksine günah işleyen –farzımuhal– bizzat peygamber bile olsa, o da âhirette günahının cezasını çekecektir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 384Enam Suresi 16. Ayet TefsiriÂhirette azaptan kurtulan kimse rahmet-i ilâhiyyeye nâil olacaktır. Kuşkusuz insan için bundan daha büyük bir kurtuluş yoktur; çünkü ebedî hayattaki mutluluğu bu şekildeki bir kurtuluşa bağlıdır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 384Enam Suresi 17-18. Ayet TefsiriHayır ve şerrin Allah’tan olduğu şeklindeki Ehl-i sünnet itikadını destekleyen bu âyetlere göre hastalık, yoksulluk gibi insanlara elem veren ve istenmeyen durumlar da sağlık ve zenginlik gibi arzu edilen durumlar da Allah’ın kudret elinde olup Allah bir kimseye bunlardan birini veya ötekini takdir ederse bunu önleyecek, takdire karşı koyabilecek hiçbir güç yoktur. Allah’tan gelebilecek zararı da faydayı da ancak dilerse yine kendisi önler. İnsanlar ne dilerse dilesin, sonunda yine O’nun dilediği olur. O’nun her şeye gücü yeter ve O kulları üzerinde tam bir hâkimiyete, karşı konulamaz bir kudrete sahiptir. Ayrıca O, tam bir hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olduğu için kimlerin fayda veya zarara müstahak olduğunu bilir; herkesin her halinden haberi olur ve hakîm olmasının bir sonucu olarak herkese, haline münasip ne ise onu verir, dolayısıyla hiç kimseye haksızlık etmez. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 384-385Enam Suresi 19. Ayet Tefsiriİlk cümlenin harfî tercümesi “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” şeklindedir. Ancak biz, Zemahşerî’nin getirdiği yorumu II, 7 esas alarak anlamayı kolaylaştırmak için söz konusu cümleyi “Hangi şahidin şahitliği daha güvenilirdir?” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Bundan önceki âyetlerde ağırlıklı olarak Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatlarıyla ilgili deliller üzerinde durulmuştu. Bu âyette ise Hz. Muhammed’in risâletinin ispatına geçilerek bu hususta en büyük şahidin kim olduğu sorusuna –cevabın açıklığından dolayı– hemen “Benimle sizin aranızda Allah şahittir” cevabı verilmiştir. Vâhidî’nin, bu âyetin inmesine sebep olduğunu kaydettiği bir rivayete göre Esbâbü’n-nüzûl, s. 160; el-Vecîz, I, 347 Mekke ileri gelenleri Resûlullah’a hitaben “Ey Muhammed, söylediklerinle ilgili olarak hiç kimsenin seni tasdik ettiğini görmedik. Hatta yahudilere ve hıristiyanlara sorduk; onlar, senin ismin veya niteliklerinle ilgili olarak kendi kitaplarında ve dinlerinde herhangi bir bilgi olmadığını söylüyorlar. Bize, senin Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik edecek birini göster” demişler; bunun üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuştur. “Bu Kur’an bana, hem sizi hem de ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi” meâlindeki ifade, Hz. Peygamber’in ve Kur’ân-ı Kerîm’in bütün insanlığa gönderildiğini, dolayısıyla İslâm’ın evrensel bir din olduğunu göstermektedir. Bu âyet, insanları hem Allah’ın birliğine hem de Hz. Muhammed’in peygamberliğine şehadet etmeye çağırdığından, kelime-i şehâdeti anlam olarak ihtiva etmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 385-386Enam Suresi 20. Ayet TefsiriKendilerine kitap verdiklerimiz, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenlere gelince, işte onlar inanmazlar. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 387Enam Suresi 21. Ayet TefsiriYalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalan sayandan daha zalimi kimdir? Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa eremezler. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 387Enam Suresi 22-24. Ayet Tefsiriİnsanlar ölüp ruhlar bedenlerden ayrıldıktan veya insanlar yeniden diriltildikten sonra Allah Teâlâ kendisine putları ortak koşmak ve bu suretle İslâm’ın tevhid akîdesine karşı mücadele bayrağını açmak gibi büyük bir suçun vebalini yüklenmiş olan müşriklere, dünyadaki alelâde varlıklara yahut kişilere tanrı gibi taparcasına bağlanarak hakiki mâbudlarını inkâr edenlere “Hani o bana ortak koştuğunuz putlarınız; sözde tanrılarınız nerede?” anlamında olmak üzere “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diye soracaktır. Sonra onlar bu fitnelerinin, bu inkârlarının neticesi olarak, Allah’ın her hallerine vâkıf olduğunu bile bile, “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz ortak koşanlar olmadık” diyerek şaşkınlık ve çaresizlik yüzünden yalan söyleyecekler; böylece kendi kendilerine karşı, yani söylediklerinin asılsız olduğunu bizzat kendileri de bile bile yalan söyleme gereğini duyacaklardır. Üstelik dünyadayken, uydurma bir inançla, akıllı ve güçlü olduğunu, kendilerine şefaat edeceğini sandıkları putları –sözde tanrıları– kendilerinden uzaklaşmıştır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 388Enam Suresi 25-26. Ayet TefsiriBu âyetler İslâm’a karşı ilk düşmanlık ve engelleme hareketini başlatan müşriklerin tutumlarını ve bu tutumlarının doğuracağı sonuçları anlatmaktadır. Buna göre müşriklerin bazıları Kur’an’ı dinliyorlardı; ancak Kur’an’ın neler bildirdiğini, bunların doğru olup olmadığını merak ettikleri, samimiyetle öğrenmek, anlamak ve eğer doğru bulurlarsa onu tasdik etmek niyetiyle değil; itiraz etmek, karşı çıkmak, alay ve hakaret etmek için bahaneler bulmak amacıyla dinliyorlardı. Gurur, kibir, bencillik, ihtiras gibi kötü huylarla, sihir, hurafe, şirk gibi bâtıl inançlarla ruhları kirlenmiş; fıtrî tabiatları bozulmuştu. Bu şekilde ruhları kararmış insanların, zihin disiplinlerini, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneklerini de kaybetmeleri ilâhî bir kanundur. Bu sebepledir ki 25. âyette onlardan bir kısmının Resûlullah’ı dinlediği, fakat kalpleri üzerinde Kur’an’ı anlamalarını engelleyen örtüler, kulaklarında da sağırlık meydana getirildiği için ondan istifade edemedikleri ifade buyurulmuştur. Ehl-i sünnet âlimleri bu vb. âyetlerden hareketle prensip olarak Allah’ın, dilediği kimselerin iman etmelerini engelleyeceğini savunmuşlar; Mutezile ulemâsı ise bu görüşe karşı çıkarak söz konusu âyetleri kendi adalet ve hürriyet anlayışları istikametinde te’vil etmişlerdir. Bu teorik tartışmalar bir yana, yaratılış itibariyle insan fıtratı, gerçeği kabule elverişli olmakla birlikte, bazı iç ve dış etkenler insanın psikolojisini, akıl ve düşünme melekelerini etkilemektedir. Müşrikler de gerek atalarından ve çevrelerinden aldıkları telkinler, gerekse çeşitli olumsuz duygu ve davranışlarının tesiriyle inanmaya yatkın olmaktan çıktıkları için kalpleri perdelenmiş, kulakları ağırlaşmış, yani gerçek karşısında duyarsız kalmışlardır. Şu halde onların inkârları, ilâhî kanun uyarınca kalplerinin perdelenmesi kendi tutum ve davranışlarının, bencil duygularının, ön yargılarının, taassup ve inatlarının bir sonucudur; bundan dolayı da yanlış inançlarından ve kötü fiillerinden âyette geçen esâtîr kelimesinin tekili olan ustûre, büyük ihtimalle “hikâye, kıssa, tarih” anlamına gelen Grekçe historia kelimesinden Arapçalaştırılmış olup Arapça’da daha çok eğlence ve şenliklerde hoşça vakit geçirmek için anlatılan, eski dönemlere ait abartılı veya asılsız hikâyeler, masallar için kullanılır. Müşrikler Kur’ân-ı Kerîm’in inanılırlığına gölge düşürmek için sık sık onun eskilerin masalları olduğunu ileri sürerlerdi. Vâhidî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayete göre Esbâbü’nnüzûl, s. 160 Ebû Süfyân, Ebû Cehil, Utbe b. Rebî ve kardeşi Şeybe, Velîd b. Mugîre, Nadr b. Hâris gibi müşriklerin önde gelenlerinden bazıları birlikte Hz. Peygamber’in yanına giderek bir müddet Kur’an’ı dinledikten sonra, Kureyşliler’e Acem kıssaları anlatmakla tanınan Nadr b. Hâris’e Resûlullah hakkındaki fikrini sormuşlar; o da “Söylediklerinden bir şey anlamıyorum; sadece dudaklarını hareket ettirdiğini görüyorum. Söylediği sözler, tıpkı benim size geçmiş devirlerle ilgili olarak anlattıklarım gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” demiştir. Müşrikler bu tür sözleriyle hem başkalarını Kur’an’dan uzaklaştırırlar hem de bizzat kendileri ondan uzak dururlar ve bu suretle ebedî geleceklerini mahvederlerdi; üstelik bunun farkında da değillerdi. Allah Teâlâ, inkârcıların Hz. Peygamber ve Kur’an karşısındaki bu tavırlarından dolayı âhirette duyacakları pişmanlıklarını aşağıda bildirmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 389-390Enam Suresi 27. Ayet Tefsiriİnkârcılar âhirette cehenneme götürülüp ateşle karşı karşıya geldiklerinde, daha önce inanmaya yanaşmadıkları âkıbetleriyle yüz yüze gelince büyük bir ıstırap içinde hissettikleri pişmanlığı “Ne olur, dünyaya geri gönderilelim de rabbimizin âyetlerini bir daha yalanlamayalım; biz de inananlardan olalım!” şeklindeki temennileriyle ifade edeceklerdir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 391Enam Suresi 28. Ayet TefsiriBu temenniye bir cevap olmak üzere âyette, onlar için artık kurtuluş fırsatı ve ümidi kalmadığı, çünkü bu fırsata dünyada sahip oldukları halde bunun kıymetini bilemedikleri bildiriliyor. “Daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü” meâlindeki cümlede geçen “gizledikleri” ifadesiyle ne kastedildiği hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirler bunu “amel defterlerindeki kötülükleri, çirkin halleri, inkârları veya gizledikleri münafıklıkları” şeklinde açıklarken, bazıları “Ehl-i kitabın Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğuna dair gizli tuttukları bilgiler” olarak yorumlamıştır Zemahşerî, II, 9-10; Şevkânî, II,126; Elmalılı, III, 1908. Bizce de isabetli olan İbn Âşûr’un görüşüne göre müşrikler inanmayı icap ettiren delilleri veya müminlerin başarılarını gördükçe gizliden gizliye İslâm inancının gerçek olabileceğini düşünüyor, fakat hâkimiyet ve güçlerini devam ettirmekteki ısrar ve inatlarından dolayı Hz. Peygamber’in üstünlüğünü ve müminlerin hayırlarda, faziletlerde kendilerinden daha ileride olduklarını itiraftan kaçınıyorlardı. Çünkü müslümanlar arasında onların köleleri ve toplumun en zayıf kesimleri bulunmaktaydı. Nitekim onlar Hz. Peygamber’e bu zayıf insanları yanından uzaklaştırması şartıyla kendisiyle görüşebileceklerini söylemişler ve bu sûrenin 52. âyetinde Hz. Peygamber’e bu teklifi reddetmesi emredilmişti. İnkârcıların dünyada iken gizledikleri bu düşünceleri veya inkâr ve kötülükleri o zaman açık seçik önlerine serilecektir. Fakat eğer onların temennileri kabul edilip de tekrar dünyaya gönderilseler, yine nehyedildikleri fenalıklara döneceklerdi. Çünkü onlar yalancıdırlar; yalancılık onlarda karakter halini almıştır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 391-392Enam Suresi 29. Ayet TefsiriAyette müşriklerin, genel olarak da inkârcıların ve materyalistlerin özelliklerinden birine işaret edilmektedir. Onlar “Dünyada yaşadığımızdan başka bir hayat –yani öldükten sonra dirilme ve âhiret hayatı– yoktur; biz bir daha diriltilecek değiliz” dediler. Bu âyet Câhiliye dönemi Arapları’nın genellikle âhirete inanmadıklarını göstermektedir. Bu, onların şirkten sonraki en büyük günahlarıdır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık “Allah ve âhiret gününe iman” meselâ bk. Bakara 2/62 birlikte zikredilmek suretiyle bu inancın önemi ve âhireti inkâr etmenin başlıca küfür alâmetlerinden biri olduğu gösterilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 393Enam Suresi 30-31. Ayet Tefsiriİnkârcıların öldükten sonraki durumlarıyla ilgili gelişmeler geçmiş zaman fiilleriyle anlatılmaktadır. Müfessirler, bu ifadelerde, bas ve âhiret olaylarının sanki vuku bulmuş kadar kesin olduğunu vurgulamak için geçmiş zaman fiillerinin kullanıldığını belirtirler. Bununla birlikte âyetlerin, yalnız kıyamete hasredilmesi yerine, her inkârcının ölümünden yani ruhunun bedeninden ayrılmasından sonraki durumunu anlattığını düşünmek de mümkündür. Buna göre, ölen her insan gibi müşriklerin ruhları da bedenlerinden ayrıldıktan sonra ölümün ardından ikinci bir hayat daha olduğunu apaçık görmüş, dünyadayken bu hayata inanmamakla yanıldıklarını anlamış ve bu yanılgılarını yüce Allah’ın huzurunda itiraf etmişlerdir. Şimdiye kadar ölmüş olanlar bu hali yaşamış olduğu gibi şimdiden sonra ölecek olanlar da yaşayacaklardır. İnsanlardan Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarına inanmayanlar, bunu yalanlayanlar hüsrana uğramışlardır. Sonunda o belli saat yani ölüm ansızın gelip de dünyadan ayrıldıklarında yahut yeniden diriltilip Allah’ın huzuruna çıkarıldıklarında, sırtlarına günahlarını yüklenmiş bir halde “Dünyadaki kusurlarımız, terkettiklerimiz yüzünden vah başımıza gelenlere!” diyeceklerdir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 393-394Enam Suresi 32. Ayet Tefsiriİnkârcılar dünya hayatından başka bir hayat tanımadıklarını belirtirler. Kur’an ise onlara şu gerçeği hatırlatarak cevap vermektedir Âhiret kaygısı taşımadan sırf dünya ile meşgul olanlar için “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.” Hayata anlam ve değer katan şeyler, Allah’ın hoşnutluğunu ve O’na yakınlaşmayı umarak yapılan hayırlı işlerdir. Böyle bir düşünce ve niyet taşımadan yaşanılan hayat boş, mânasız ve faydasız geçirilen, tüketilen bir süreden ibarettir. Buna mukabil müttaki olanlar yani dünyada yaptıkları her işin hesabını Allah’ın huzurunda vereceklerini düşünerek yaşayan; O’nun buyruklarına âsi olmaktan, yasaklarını çiğnemekten sakınanlar, kanunlarına tam bir saygı şuuruyla bağlananlar, bu tutumlarıyla dünyada kendilerine tanınan fırsatı hakkıyla değerlendirdikleri için bunlar hakkında âhiret yurdu dünyadan daha hayırlı, daha güzel olacaktır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 394Enam Suresi 33. Ayet TefsiriHz. Muhammed, müşriklerin kendisi hakkında sarfettikleri sihirbaz, mecnun, şair, yalancı gibi sözlerden, Kur’an’ın asılsız, İslâmiyet’in gerçek dışı olduğunu söylemelerinden dolayı son derece müteessir oluyordu. Nitekim başka bir âyette Şuarâ 26/3, “İman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!” buyurularak onun hissettiği bu derin üzüntüye işaret edilmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ burada peygamberini teselli etmekte, ayrıca o “zalimler”in, yani Hz. Peygamber’in bildirdiği hakikatleri haksız yere reddedenlerin gerçekte Hz. Peygamber’i yalanlamadıklarını, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiklerini bildirmektedir. Âyetin bu kısmıyla ilgili olarak müfessirler farklı açıklamalara yer vermişlerdira Hz. Muhammed’in bildirdikleri aslında Allah’ın âyetleridir; dolayısıyla onu yalanlayanlar Allah’ın âyetlerini yalanlamış ve inkâr etmiş olurlar. Çünkü Hz. Peygamber’in yaptığı Allah’tan kendisine gelenleri insanlara duyurmaktan ibarettir. O, bir elçi ve temsilcidir. Elçiyi yalanlayan, temsil ettiği kimseyi yalanlamış; tersine onu tasdik eden de yine mesajın asıl sahibini tasdik etmiş olur. Nitekim bu husus başka âyetlerde de belirtilmiştir. Meselâ Nisâ sûresinde 4/80 “Resûlullah’a itaat eden Allah’a itaat etmiş olur”; Fetih sûresinde de 48/10 “Sana yeminle bağlılık sözü verenler gerçekte bu sözü Allah’a vermiş oluyorlar” Bütün Mekkeliler Hz. Muhammed’i çocukluğundan beri dürüst olarak tanırlar, bu yüzden de onun için “el-emîn” sıfatını kullanırlardı Müsned, III, 425. Peygamber olduktan sonra, kendisine inananlar gibi inanmayanların da bu husustaki kanaatleri değişmemişti. Ancak tebliğ ettiği şeyleri inkâr ettiler; yani Hz. Peygamber’in kendisi, duyurduğu şeylerin doğruluğuna inansa da bunun bir yanılgı olduğunu, bildirdiklerinin doğru olamayacağını iddia ettiler. Nitekim Sünen-i Tirmizî’de yer alan “Tefsîr”, 7/1 ve hemen bütün müfessirlerin kaydettiği bir rivayete göre Ebû Cehil, Hz. Peygamber’e “Biz seni değil, bildirdiklerini yalanlıyoruz” demiştir. Buna benzer iddialar sonraları bazı Batılı yazarlarca da ileri sürülmüştür bk. Elmalılı, III, 1913-1915.c Başka bir yoruma göre müşriklerin Resûlullah’ın tebliğlerine inanmamaları, onun yalan söylediğini, gerçekten bildirdiklerinin asılsız olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmıyordu. Onlar İslâm’ın hükümlerini çıkarlarına aykırı buldukları, itibarlarını zedelemesinden kaygı duydukları için olumsuz tavır takınmışlardı. Nitekim yine Ebû Cehil, Hz. Muhammed’in mensup olduğu Abdimenâfoğulları’nın zaten Mekke’de itibar kazandıran birçok görevi uhdesinde bulundurduğunu, bunların yanında bir de içlerinden bir peygamber çıkmasının kendi kabileleri için tamamen onur kırıcı olacağını, bu yüzden onun dinini tanımayacaklarını belirtmiştir İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî [M. M. Abdülhamîd], I, 337-338.Hz. Muhammed’in mesajını tarafsız olarak, kişisel haz ve menfaatler yerine insanlığın yararlarını dikkate alarak, iyi niyetle, aklî ve ilmî ölçülere göre değerlendireceklerine, kendi ideolojilerinin, zihniyetlerinin, mensubu bulundukları zümrelerin hegemonyası için tehlikeli bularak reddetme anlayışının bugün de mevcut olduğu görülmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 395-397Enam Suresi 34. Ayet TefsiriHz. Muhammed’e, daha önceki peygamberlerin de yalancılıkla itham edildikleri, fakat onların, Allah’ın yardımıyla zafere ulaşıncaya kadar bu yalanlamalara, hatta uğradıkları eziyetlere sabırla göğüs gerdikleri haber verilmekte, böylece Resûlullah hem teselli edilmekte hem de dolaylı olarak geçmiş peygamberlerin bu olumlu tutumlarını örnek alması istenmektedir. Âyetin “Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur” meâlindeki kısmında geçen “kelimeler”den maksat, inkârcıların menfi ve haksız tutumlarına rağmen görevlerini sabır ve metanetle yerine getirmeye çalışan peygamberlere, sonunda Allah’ın “zafer” vereceği yönündeki vaadidir. Âyette bunun Allah’ın değişmeyen kanunu olduğuna işaret edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 397Enam Suresi 35-36. Ayet Tefsiriİlk âyete göre Hz. Peygamber, bir kısım insanların doğru yolu kabul etmemelerinden dolayı ne kadar üzülse de onun bu husustaki gücü sınırlıdır. O, Allah’ın izni olmadan insanları hidayete kavuşturamayacağı gibi yine Allah murat etmedikçe mûcize de gösteremez. Bütün insanları hidayette toplama kudreti yalnız Allah’a aittir. Bununla birlikte O, insanları hidayette toplanıp birleşmeye zorlamamış; doğru yolu kendi akıl ve iradeleriyle bulmalarını tercih etmiştir. Nitekim 36. âyette “Ancak samimiyetle dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O’na döndürülecekler” buyurularak hakikat karşısında kulakları ve kalpleri açık olanların, akıl ve iradeleriyle doğru yolu bulacakları belirtilirken, İslâm’ın sesine kulaklarını ve gönüllerini kapatanlardan “ölüler” diye söz edilmiş; bunların işinin âhirete kaldığına işaret edilmiştir. Kaynak Enam Suresi 37. Ayet TefsiriAslında Hz. Muhammed’e birçok âyet indiği ve vahiy başlı başına bir mûcize olduğu halde müşrikler inatlarından dolayı bu indirilenlere inanmayıp yeni âyetler indirilmesini veya Resûlullah’tan Safâ tepesinin altına çevrilmesi Müsned, I, 242, 258, Mekke arazisinin genişletilmesi ve bu topraklar içinden nehirler akıtılması ya da 8. âyette işaret edildiği tarzda melekler gönderilmesi gibi kendi istedikleri şekilde mûcizeler gösterilmesini istiyorlardı krş. İsrâ 17/90-95. Yüce Allah onların bu sözlerine, istedikleri şekilde bir mûcize ve âyet indirmeye de kadir olduğunu, ancak onların çoğunun bunu da doğru dürüst değerlendirmeyeceklerini belirterek, bazılarının ise âyetleri bilip anladıkları halde inatlarından dolayı inanmayacaklarına işaret ederek cevap veriyor. Zira âyet ve mûcize indirmekten maksat, insanların bunu doğru olarak anlayıp hakka teslim olmalarıdır. Ayrıca Allah Resulü kendisine indirilen âyetleri onlara eksiksiz bildirmiştir ve doğru düşünenlerin inanmaları için bu âyetler yeterlidir. Şu halde müşrikler, daha önce indirilen âyetlere ve mûcizelere karşı nasıl davrandılarsa bu istedikleri gerçekleştirilince de öyle davranacaklardı. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 398-399Enam Suresi 38. Ayet TefsiriGörenler, düşünenler için yeryüzünde ve insanları kuşatan tabiatta da birçok âyet, mûcize, Allah’ın kudretini apaçık gösteren deliller vardır. Âyette bu delillerden birkaçına işaret edilmektedir. Buna göre yeryüzünde yürüyüp dolaşan bütün canlılar, gökyüzünde kanat çırpıp uçan bütün kuşlar da insanlar gibi birer “ümmet”, düzenli birer topluluktur; insanlar gibi onlar da birer canlı sınıfıdır. Hepsi de Allah’ın kudretinin eseri olup O’nun verdiği rızıkla beslenmekte, O’nun verdiği canla yaşamakta ve üremekte, ilâhî kudretin birer nişanesi olarak cinsler, türler oluşturmaktadır. Bütün bunları düzenleyen kanunlar Allah tarafından konulmuş olup O’nun varlığına, ilmine ve kudretine delâlet “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” buyuruluyor. Buradaki kitap birkaç şekilde anlaşılmıştır. Bir görüşe göre bu kitap levh-i mahfûzdur. Yüce Allah, âlemde olmuş ve olacak her şeyi, her varlığı ve her olayı, ilm-i ezelîsinin bir ifadesi olarak levh-i mahfûzda bütün ayrıntı ve kanunlarıyla tesbit ve tayin etmiştir. Âlemde vuku bulan her şey O’nun ilmi, O’nun kurduğu düzen içinde gerçekleşmekte, ilmine ve kudretine şahadet etmektedir. Daha zayıf olan diğer bir görüşe göre bu kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü Kur’an’da insanların muhtaç olduğu pek çok bilgi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayı gerekli kılan yeteri kadar delil mevcuttur. Buna rağmen inanmayanlar, Kur’an’da eksik bilgi verildiğinden değil, inatlarından veya İslâm’ın getirdiği hükümleri kendi menfaatlerine aykırı bulduklarından dolayı inanmamaktadırlar. Fakat 39. Yüce Allah, insanlara muhtaç oldukları her bilgiyi, her uyarıyı bildirdiği halde yine de inanmamakta direnenler hakkında şöyle buyuruyor “Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdir.” Tıpkı karanlıkta kalanın nereye gittiğinin farkında olmaması, bastığı yeri görememesi gibi bunlar da hak ile bâtılı ayıramaz, hayatın anlamının ve hakikatinin ne olduğundan habersiz olarak yaşarlar; bundan dolayı ne hakka kulak verirler ne de hakkı konuşurlar. Bu yüzden Allah onları dalâlete düşürmüş yani dalâleti böyleleri için yaratmıştır. “Allah kimi dilerse onu şaşırtır.” Diğer bir görüşe göre ise “Gerçek şu ki Allah insanlara zerrece kötülük etmez, fakat insanlar kendilerine kötülük ediyorlar” Yûnus 10/44. Böyle olunca Allah, yalnızca hakka karşı direnenlerin dalâlete düşmesini ister. Bu, O’nun kötülüğü istemesinden değil, adaleti istemesinden ileri gelir. Buna karşılık, “O, dilediği kimseyi de doğru yola iletir”; sırât-ı müstakîm üzere yaşatır. Her kim inattan, peşin hükümlerden ve kötü niyetlerden arınmış olarak kulağını hakkı dinlemeye açık tutar, dilini hakkı söylemeye âmâde kılarsa yüce Allah böylelerinin de hidayette olmalarını ister ve onları doğru yolda yaşatır. Bu da Allah’ın adalet ve lutfunun bir sonucudur. Bu ve benzeri âyetlerden anlaşılması gereken, Cebriyye mezhebi mensuplarının ileri sürdükleri gibi, Allah’ın–hâşâ– bir zalim ve gaddarın keyfî tutumuna benzer şekilde, adaletsiz, hikmetsiz ve nizamsız olarak insanları rastgele iyilik veya kötülük yapmaya mecbur ettiği değil; O’nun irade ve kudretinin hiçbir kayıt ve şartla sınırlanamayacağı, O’nun mutlak hükümran olduğudur. Hükümranlık, ancak kötüler tarafından zalimce kullanılır. Allah ise mutlak iyidir; zulüm ve haksızlık yapmaktan münezzehtir. Bu sebeple hükümranlığını kendi adaletiyle uyum halinde kullanır ve sonuçta, tamamen hür ve sınırsız olan iradesiyle kötüleri dalâlete, iyileri hidayete yöneltir. Mutezile mezhebi, Allah’ın bu şekilde adaletli iş yapmasını hikmet olarak adlandırmış ve hikmete uymayı Allah için “gerekli” görmüştür. İmam Mâtürîdî bu görüşü eleştirirken özetle şöyle der Allah’ın fiillerinin hikmete uygun olması O’nun için bir mecburiyet değildir. Nasıl ki tecrübî âlemde adalet ve hikmete uygun iş yapan insanlar bunun aksini yapmaya kadirseler, aynı şekilde Allah da hikmetin zıddına kadirdir. Ancak, insanların hikmetten sapmalarının sebepleri ya “ihtiyaç” veya “bilgisizlik”tir. Yüce Allah bu nevi kusurlardan münezzeh olduğu için adalet ve hikmetin dışına çıkması düşünülemez; dolayısıyla hiçbir insanı, hak etmediği halde dalâlete düşürmez Kitâbü’t-Tevhîd, s. 216. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 399-401Enam Suresi 39. Ayet TefsiriÂyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır; dilediği kimseyi de doğru yola iletir. Kaynak Enam Suresi 40-41. Ayet Tefsiriİnsanlar çeşitli sıkıntılara mâruz kalmakla birlikte, yine Allah’ın mümkün kıldığı bazı tedbirlere, yarattığı bazı çarelere başvurarak bu sıkıntılardan kurtulabilmektedirler. Ancak Allah’ın, tedbir ve çarelerini yaratmadığı, giderme imkânlarını yalnız kendisinde saklı tuttuğu belâ ve musibetler de vardır ki, insanlar böyle durumlarla karşılaştıklarında genellikle, inançlısıyla inançsızıyla, kurtuluş için yalnız Allah’a yalvarır; Allah’ı unutanlar bile taptıkları putlarını, uydurma tanrılarını, taparcasına bağlandıkları servetlerini, makamlarını, liderlerini unutarak, Allah’ın vicdanlarına yerleştirdiği fıtrî bir eğilimle Allah’a yönelir, O’ndan başka kurtarıcı ulu kudret bulunmadığının farkına vararak kurtuluşu yalnız O’ndan dilerler. Allah Teâlâ bu âyetlerde, belirtilen duruma işaret ederek inkârcılara, Allah’ın azabının kendilerine gelmesi, ölüm veya kıyamet vaktinin gelip çatması halinde ne yapacaklarını sormakta, inatlarından veya bizzat kendi fıtratları hakkında cahil olduklarından bu soruya doğru dürüst cevap veremeyecekleri için, sorunun doğru cevabını yine kendisi vermekte ve onların böyle durumlarda yalnız kendi yüce zâtına yönelip kendisine yalvaracaklarını açıklamaktadır. Böylece 38. âyette Allah’ın varlığının ve kudretinin dış dünyadaki bazı delillerinden söz edildikten sonra burada da bir kısım insanların bazı şeylere tanrılık isnat etmelerinin bizzat insanın kendi selim tabiatı tarafından tekzip edildiği, asılsızlığının ortaya konduğu belirtilmekte ve Allah’tan başka dayanılıp güvenilecek gerçek ilâh bulunmadığı bizzat insanın kendi fıtratından gösterilen aklî delil ile kanıtlanmaktadır. Kaynak Enam Suresi 42. Ayet TefsiriBundan önceki iki âyette inkârcılar, Allah’ın azabı ve ölümle veya kıyamet tehdit edilerek uyarılmışlardı. Bu âyette ise onlara daha önce bu şekilde cezalandırılmış olan âsi kavimlerden söz edilerek bundan ibret almaları amaçlanmıştır. Ayrıca burada müşriklerin inat ve inkârlarından dolayı üzüntü duyan Hz. Peygamber için de bir teselli vardır. Çünkü kendilerine bildirilen ilâhî hakikatleri reddedenler sadece Arap müşrikleri değildir. Bu âyette verilen bilgilere göre Hz. Muhammed’den önceki ümmetlere de peygamberler gönderilmiş; yüce Allah, bunlar arasında inkârcı olanların, akıllarını başlarına toplayıp doğru yolu seçmeleri için peygamberlerini tasdik ederek kendisine niyazda bulunmaları, yalvararak af dilemeleri için onları geçim sıkıntısı, hastalık gibi sıkıntılara mâruz bırakmıştı. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 401-402Enam Suresi 43. Ayet TefsiriBu ümmetlerin, musibet gibi görünen bu fırsatlardan yararlanarak Allah’a tazarru ve niyazda bulunmaları gerekirdi. Çünkü az çok basîreti olanların, olaylardan ibret almaya yatkınlığı bulunanların, bunun bir uyarı olduğunu farketmeleri gerekirdi. Nitekim bazı âyetlerde insanların genellikle, hiç olmazsa zor durumda kaldıklarında, Allah’ın dinini tanıyarak ihlâsla O’na yalvardıkları bildirilmektedir meselâ bk. İsrâ17/67; Ankebût 29/65; Lokmân 31/32. Ancak burada ifade buyurulduğuna göre söz konusu eski ümmetlerin “kalpleri iyice katılaşmış, şeytan da onlara yaptıklarını tuttukları bâtıl yolu şirin göstermiş” ve bu yüzden onlar kötüyü iyi görmüşlerdi. Sonuçta terbiye olmaları için uğratıldıkları musibetler de kâr etmedi. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 403-404Enam Suresi 44-45. Ayet Tefsiriİnsanlar kıtlıktan bolluğa, hastalıktan sağlığa, sıkıntıdan esenliğe kavuştukları zaman, bunlarda kendileri için imtihanlar bulunduğunu düşünmeli ve her zamankinden daha dikkatli, daha sorumlu hareket etmeli, bu nimet ve imkânları veren Allah’a minnet ve şükran hissi duymalıdırlar. Âyette söz konusu edilen kavimler, bu imkânların bir imtihan olduğunu düşünerek uyarılara önem verecekleri yerde, kendileri için bir istidrâc insanın günahlarını daha da arttırmasına yol açabilecek nimetler; bilgi için bk. Arâf 7/182, bir imtihan olan bu bolluk ve rahatlığa aldandılar; “sonunda kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları sırada” Allah Teâlâ onları ansızın yakaladı. “Bir anda bütün ümitlerini yitirdiler; böylece artık zulmeden –yani şükretmeleri gerekirken küfredip başkaldıran– kavmin kökü kesildi.” Bu şekilde ıslah olma ümidi kalmamış olan kötülerin Allah tarafından yok edilmesi iyiler hakkında bir rahmet olduğu için, bu gelişmeleri anlatan âyetlerin sonunda “Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur” buyurulmuştur. Rivayete göre Hz. Peygamber, “Bir topluluk günah işlemekte ısrar ederken yine de Allah’ın onlara istedikleri şeyleri verdiğini görürseniz bilin ki bu bir istidrâcdır” buyurmuşlar, ardından da bu âyeti okumuşlardır İbn Atıyye, II, 292 Kaynak Enam Suresi 46-47. Ayet TefsiriMuhatabın ve özellikle müşriklerin akıl ve izanlarına hitap eden âyetlerde Allah’ın sınırsız kudretine dikkat çekilmektedir. 46. âyette bu kudretle, insanın en dikkat çekici yeteneklerinden olan işitme ve görme duyularıyla akıl gücünün yok edilmesi halinde, Allah’tan başka, onu bu imkânlara yeniden kavuşturacak bir kudret bulunmadığı vurgulanmaktadır. Âyette geçen “Bunları size Allah’tan başka hangi tanrı geri verebilir?” sorusundan da anlaşılacağı üzere müşrikler, putları Allah’a ortak koşsalar da, yaratanın yalnızca Allah olduğuna inanıyorlardı. Nitekim başka âyetlerde benzer sorulara, dünyanın, göklerin ve bunlardaki bütün varlıkların gerçek sahip ve mâlikinin Allah olduğu cevabını verecekleri belirtilmiştir meselâ bk. Mü’minûn 23/84-89. Onların asıl suçu, put denilen nesneleri Allah’a eş tutmaları, bunlara kulluk etmeleri, putların kendilerine yardım ve şefaat edeceklerine inanmaları ve genel olarak İslâm dininin itikadî ve amelî hükümlerini Peygamber’in çeşitli vesilelerle belirttiği üzere Allah Teâlâ, engin merhametinden dolayı, kullarının tövbe edip bağış dileyerek yanlışlardan dönmesini ister; O’nun bu müsbet davranıştan duyduğu memnuniyet, Resûlullah’ın teşbihiyle ağır bir savaş sırasında kaybettiği çocuğu için çırpınan annenin, onu bulduğu andaki sevincinden daha büyüktür Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Tevbe”, 22; İbn Mâce, “Zühd”, 35. Bu sebeple sonsuz merhamet sahibi olan Allah, gerek burada gerekse daha pek çok âyette yanlış inançlıları, kötü yaşayışlıları ikna yoluyla düzeltmek, doğru yolu bulmalarını sağlamak için birçok delil göstermiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 405-406Enam Suresi 48. Ayet TefsiriPeygamberler yalnız “müjdeciler ve uyarıcılar olarak” gönderilmiş olup onlara samimiyetle kulak vererek “iman eden ve böylece halini düzelten” yani gerek kendilerini gerekse başkalarını ıslah edenler için artık korku kalmayacaktır. “Onlar üzüntü de çekmeyecekler”; çünkü gerçek anlamda güven de sevinç ve mutluluk da Allah yolundadır. Âhirette böyle olacağı gibi, bazı maddî ve geçici sıkıntılara rağmen dünyada da müminler inanmanın, ibadet ve faziletin verdiği sükûn ve güvenle huzur bulurlar. Bu sebeple Allah’ın azabı ancak “zalim toplum”u kapsayacaktır. Dünyadaki herhangi bir musibet müminleri de etkilese bile, onların âhiretteki hayatları imanlarının ve iyi amellerinin kazandıracağı mutluluk ve nimetlerle bezenecektir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 406Enam Suresi 49. Ayet TefsiriAllah’ın âyetlerini yalanlayanlar, bu suretle O’nun merhamet ve kereminden yararlanma imkânını reddedenler, işledikleri fısku fücûr yüzünden azaba çarptırılacaklardır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 407Enam Suresi 50. Ayet TefsiriHz. Peygamber gerek kendi kavmine gerekse bütün insanlara yalnızca “Allah’ın âyetleri”ni, akıl ve kalplere, vicdanlara hitap eden delillerini duyuruyordu. Kureyş müşrikleri ise öteden beri kâhin, sâhir, arrâf gibi isimlerle andıkları kişilerde olağanüstü güçlerin mevcut olduğuna inanıyor; peygamber olduğunu ve Allah katından bilgiler getirdiğini söyleyen Hz. Muhammed’de de bu şekilde güçler bulunması gerektiğini düşündükleri için ondan meselâ bir dağı altın kütlesi haline getirmesini Müsned, I, 242, 258, gökten melekler indirmesini ve onlarla konuştuğunu kendilerine göstermesini… Enâm 6/8 istiyorlardı. Âyet, Hz. Peygamber’in bu cahilce taleplere vermesi istenen çarpıcı cevabı içermektedir. Aslında zihni ve gönlü hakikate açık, önyargılardan uzak, ruhu ihtiraslarla kirlenmemiş, kalbi inkâr ve isyan duygularıyla körleşmemiş insanlar için, Allah’tan vahiy aldığı birçok kanıtla anlaşılan bir kimsenin, hiçbir komplekse kapılmadan, engin bir tevazu hali sergileyerek böylesine gerçekçi ve samimi beyanlarda bulunması, dağları altına çevirmekten daha güçlü ve ikna edici bir delildir. Fakat “Hiç kör ile gören bir olur mu?” Onun için âyetin sonunda “Hiç düşünmez misiniz?” buyurulmuştur Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 407Enam Suresi 51. Ayet TefsiriUyarı ve sakındırma ancak öldükten sonra bas yeniden dirilme ve haşir mahşerde toplanma gibi âhiret hallerinin vuku bulacağına inanan veya en azından böyle bir ihtimali göz önüne alan, bunun kaygı ve korkusunu hisseden kimseler üzerinde etkili olabileceği için âyette özellikle bunların uyarılması emredilmiş ve bu suretle tamamen inkâra saplanan muannit kâfirleri, ateistleri vb. inkârcıları uyarmak için çaba harcamanın yararsız olacağına işaret edilmiştir. Zemahşerî, uyarıdan yararlanması umulan zümreleri şöyle sıralamıştır a Müslüman oldukları halde yanlış işler yapanlar, b âhirete inanan Ehl-i kitap mensupları, c bas ile ilgili haberleri duyup da bunların doğru olabileceğini düşünerek kaygılanan müşrikler II, 16. Aynı müfessir, âyetin “Kendileri için rablerinden başka bir koruyucu ve bir aracı bulunmaksızın” meâlindeki bölümünü, mensubu bulunduğu Mûtezile mezhebinin görüşü doğrultusunda, âhirette Allah’tan başka hiçbir kimsenin şefaat edemeyeceği şeklinde yorumlamışsa da, Ehl-i sünnet mensubu müfessirler, özellikle Bakara sûresindeki “Âyetü’l-kürsî” diye bilinen 255. âyeti göz önüne alarak, Allah’ın iznine bağlı olmak üzere, peygamberler ve diğer Allah dostlarının şefaat etmesinin câiz olduğunu düşünmüşlerdir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 408-409Enam Suresi 52. Ayet TefsiriBu âyetin işaret ettiği bir olayla ilgili olarak Müslim’in Sahîh’i “Fezâilü’s-sahâbe”, 45-46 ve diğer bazı hadis kaynaklarında yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Mesûd, Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir gibi bazı yoksul ve kimsesiz sahâbîlerin de bulunduğu bir toplulukla birlikte olduğu bir sırada müşriklerin ileri gelenleri Hz. Muhammed’le görüşmek istediklerini, ancak bunun için yanındaki müslümanları oradan uzaklaştırması gerektiğini, zira kölelerle ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine yakıştıramadıklarını bildirmişlerdi. Resûlullah “Ben müminleri kovamam” cevabını verince, hiç olmazsa kendileri geldiğinde onların ayakta durmasını istemişler; Hz. Peygamber, belki onlara İslâm’ı kabul ettirebileceği ümidiyle bu son teklifi kabul etmeyi düşünürken kendisini ikaz edip bu düşüncesinden vazgeçiren 52. âyet inmiştir. Ancak müfessirlerin çoğu bu sûrenin, parça parça değil, tamamının bir defada indiğini bildiren haberleri de dikkate alarak, bu âyetin söz konusu olayla ilişkisi olamayacağını ifade etmişlerdir. Âyetin böyle bir olay üzerine indiği kabul edilse bile, bu olayın sadece âyetteki evrensel ahlâkî öğretinin ortaya konması için bir vesile oluşturduğu düşünülmelidir.“Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur…” cümlesindeki “onlar” zamiriyle müşriklere işaret edildiğini düşünenler olmuşsa da ağırlıklı görüş, bununla yukarıda anılan müslümanların kastedildiği yönündedir. Rivayete göre müşrikler, Hz. Peygamber’in çevresinde toplanan söz konusu kişilerin, aslında –samimi dindarlıklarından değil– barınma imkânı buldukları, yiyip içtikleri için orada toplandıklarını ileri sürmüşlerdi. İşte –bir görüşe göre– âyet-i kerîmede, öyle olsa bile, Resûlullah ile o yoksul müslümanların sorumluluklarının ayrı olduğu, herkesin kendi yapıp ettiklerinin sorumluluğunu yine kendisinin taşıdığı bildirilerek Resûl-i Ekrem’in onlara olan ilgisini sürdürmesi istenmiş, aksi halde haksızlık yapmış olacağı ifade edilmiştir. Başka bir yoruma göre bu insanlar sabah akşam ibadet ve taatle meşgul oldukları için maişetlerini temin edemeyecekler kaygısıyla Hz. Peygamber’in onları –işlerine güçlerine baksınlar diye– meclisinden ayrılmaya zorlamaması istenmiş; onların geçimleriyle ilgili hesabın kendisine ait olmadığına yani ne yiyip ne içeceklerini hesap etmesi gerekmediğine, çünkü herkesin rızkını verenin Allah Teâlâ olduğuna işaret buyurulmuştur Râzî, XII, 236-237.Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın bu âyet, İslâm dininde insanın, mevki, zenginlik ve soyuna göre değil iman zenginliğine, Allah’asaygı ve ruh yüceliğine göre değer taşıdığını ortaya koyması, ayrıca Hz. Peygamber’in yüce ahlâkının Kur’an ilkelerine göre şekillendiğini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Âyetin sonunda Resûlullah’a sorumluluğu hatırlatıldıktan sonra, kâfirlerin gözünde değersiz olsalar bile, iman ve yaşayışlarıyla Allah nezdinde değerli olan insanlara karşı küçültücü davranışlarda bulunan bir kimsenin, –farzımuhal bu kimse peygamber bile olsa– zalim olarak gösterilmesi son derece ilgi çekicidir. Muhtemelen yukarıda sözü edilen altı kişiden biri olan Habbâb’ın anlattığına göre bu âyetin inmesinden sonra Hz. Peygamber’le yoksul ve kimsesiz müslümanlar arasındaki yakınlık o kadar artmıştır ki meclislerde diz dize oturur olmuşlar; Hz. Peygamber daha önce, bir aradayken yanındakilerin kalkmasını beklemeden kendisi kalkarken bu âyet geldikten sonra incitici olmasın diye daima onların kalkmasını beklemiştir Zemahşerî, II, 16. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 409-410Enam Suresi 53. Ayet TefsiriYüce Allah, insanların kimine türlü nimetler, kimine de sıkıntılar vermek suretiyle birbirlerine karşı nasıl tutum takınacakları hususunda onları sınamaktadır. İnsanların soy sop, makam ve mal gibi fâni ve aldatıcı durumlara göre değer taşıdıklarını zanneden inkârcıların ileri gelenleri “Aramızda Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler de bunlar mı?”; yani “Biz büyükler ve soylu önderler varken Allah’ın gerçeğe ulaştırdığı, hidayete kavuşturduğu kimseler bunlar olamaz!” şeklindeki alaylı ifadelerle onları küçümsemişler; sahip oldukları imkânlar kendileri için birer fitne olmuş; küstahça davranışlarıyla Allah’a karşı kötü bir imtihan vermişlerdir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 410Enam Suresi 54. Ayet TefsiriHer ne kadar –İbn Atıyye’nin kaydettiği gibi III, 296– müfessirlerin çoğunluğu âyetin ilk cümlesindeki “inananlar”la bilhassa Hz. Peygamber’in yanındaki yoksul müslümanlar olduğunu söylemişlerse de aynı müfessire göre âyet, herhangi bir zümre kastetmeksizin bütün müslümanları içermektedir. Âyetteki cehâlet kelimesi “günah olduğunu bile bile sefihlere ve hoyratlara özgü bir şekilde” veya –meâlinde gösterildiği gibi– “günah olduğunu bilmeyerek” şeklinde açıklanmıştır bk. Zemahşerî, II, 17. Yüce Allah’ın, daha önce bilerek veya bilmeyerek bazı kötülükler işledikleri halde, sonradan tövbe edip inanç ve yaşayışlarını düzeltenlere merhamet edeceğini bu şekilde kesin bir ifadeyle vaad etmesi, O’nun iyi kulları için eşsiz bir lutuf ve keremidir. Ayrıca burada,ilâhî rahmete mazhar olabilmek için yalnızca tövbe edip hakka ve hayra yönelmenin şart koşulduğu, dolayısıyla insanların makam, servet, cinsiyet veya milliyet gibi durumlarına bakılmayacağı, böylece İslâm’ın –kelimenin en doğru anlamıyla– adaletçi ve eşitlikçi bir din olduğuna işaret edildiği görülmektedir. Yine bu âyette İslâm dininin en güzel ve köklü şiarlarından olan selâmlaşmanın önemine dikkat çekildiğini görüyoruz. Meâlinde “selâm size!” diye çevrilen cümlenin âyetteki karşılığı “selâmünaleyküm”dür. Diğer bazı âyetlerde ise bu ifade “esselâmüaleyküm” şeklindedir ayrıca bk. Nisâ 4/86. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 411-412Enam Suresi 55. Ayet TefsiriBazı tefsirlerde, “suçlular” diye çevirdiğimiz âyetteki “mücrimler”den, özellikle Hz. Peygamber ve çevresindeki mâsum müslümanlara karşı haksız tutumlarıyla cürüm suç işleyen, türlü şekillerde hakarete yeltenen müşriklerin kastedildiği belirtilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 412Enam Suresi 56. Ayet TefsiriHz. Peygamber’e, inançsızlar istiyor diye onların taptıklarına tapmaktan, böylece tebliğinin birinci esası olan tevhid ilkesini ihlâl etmekten menedildiğini açıklaması emrolunmaktadır. Bu, onun şahsında bütün müslümanlara yöneltilen ve imanlarından tâviz vermelerini yasaklayan bir tâlimattır. 56-57. âyetler, Hz. Peygamber’in, tebliğ ettiği din ve ondaki esasların doğruluğu hakkında en küçük bir tereddüdü bulunmadığının güzel bir örneğidir. Zira, burada açıkça ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed, Allah’tan gelmiş bulunan bir “delil”e, yani kesin bilgiye veya başka bir yoruma göre Kur’an’a dayanmakta, imanının gücünü, gerek kendisi gerekse sağlıklı düşünen her insan için apaçık olan bu gerçeklerden almaktadır. Hak peygamberi yalancılardan, sahte önderlerden ayıran en belirgin özelliklerden biri de onun, savunduğu inanç ve fikirlerin doğruluğuna, önerdiği hayat tarzının güzelliğine öncelikle kendisinin kuşkusuz olarak inanması ve yaşamasıdır. Bu açıdan hiçbir gerçek peygamber, kendisini yükümlülük ve sorumlulukların dışında, kural ve kanunların üstünde görmemiştir. Bu âyette, Hz. Muhammed’in de –farzımuhal– tevhidden sapması halinde “dalâlete düşmüş ve hidayete erenlerden ayrılmış” olacağı açıkça ifade edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 413-414Enam Suresi 57-59. Ayet Tefsiriİlk âyet, bir bakıma, inkârcıların Resûlullah’ı “şair, sihirbaz, mecnun” gibi hiçbir gerçeklik taşımayan ifadelerle itham etmelerine karşı bir cevap teşkil etmekte; onun tebliğlerinin kesin ve apaçık delile beyyine dayandığını haber vermektedir. 57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden âyet, yüce Allah’ın ilminin ne kadar geniş, ne kadar kapsamlı olduğunun çok veciz ve eşsiz ifadelerindendir Gaybın anahtarları başka bir kıraate göre gaybın hazineleri Allah’ın yanındadır gayb terimi için bk. Bakara 2/3. Burada Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa, yerin karanlıklarındaki bir bitki tanesine, kuruluk, yaşlılık vb. keyfiyetler gibi en basit varlık ve olaylara kadar her şeyi kuşatıp kapsadığı, dolayısıyla bütün bunların en yüce, en ince bilgi ve kudretle yaratılıp düzenlendiği ifade buyurulmuştur. Bundan dolayı kelâm bilginleri tarafından söz konusu âyet, bazı düşünürlerin,ilm-i ilâhînin cüz’iyyâtı değişken varlık ve olayları kapsamadığı yolundaki iddialarını çürüten en kesin delillerden biri olarak gösterilmiştir. “Apaçık bir kitap” diye çevirdiğimiz “kitâbin mübîn” tamlaması, “hafaza melekleri tarafından tutulan amel defteri”, “levh-i mahfûz” veya “Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi” olarak açıklanmıştır Zemahşerî, II, 19; İbn Atıyye, II, 300. Râzî son yorumu tercih eder XIII, 11. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 414-415Enam Suresi 60. Ayet TefsiriBu ve bundan sonraki âyetler, sûrenin genel muhtevasına uygun olarak yüce Allah’ın varlığını ve birliğini, kudret ve ilminin mükemmelliğini gösteren yeni deliller ve örnekler ortaya koymaktadır.“Geceleyin öldürme”den maksat, insanın uykuya daldırılması, “diriltme”den maksat da uykudan uyandırılmasıdır. Uyku ve uyanma için vefat ve bas kökünden fiillerin kullanılması, uyku ile ölüm, uyanma ile de yeniden dirilme arasında, bir ölçüde ruhî ve fizyolojik bir benzerlik olmasından dolayıdır. Uyku sırasında organizmanın faaliyetlerinin bir kısmı tamamen durmakta, bir kısmı da yavaşlamaktadır. Özellikle görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularıyla hareket, konuşma gibi faaliyetlerin; ayrıca birçok duygusal tepkilerin durması yahut yavaşlaması, uykunun ölümü hatırlatan bir olay olduğunu gösterir. Uyanma ise çeşitli bedenî ve psikolojik faaliyetlerin yeniden normale dönmesini sağladığından, bir bakıma yeniden hayata dönüştür. Âyette dikkati çeken önemli bir husus da öldürme uyutma ve diriltme uyandırma fiillerinin Allah’a nisbet edilmesi, böylece insanın uyuması ve uyanmasının kendi iradesine bağlı olmadığının gösterilmesidir. Uyuma, bedenin ve ruhun dinlenmesi için bir ihtiyaç olarak görülmektedir. Allah’ın değişmez kanunları uyarınca beden ve ruh, uyku yoluyla dinlenme ihtiyacı hissettiği zaman normal şartlarda ve zorunlu olarak uyku olayı meydana gelir. Hiçbir insan bu zorunluluğu ortadan kaldırma gücüne sahip değildir.“Sizi öldüren … sizi dirilten O’dur” şeklindeki vurgulu ifadeler, yüce Allah’ın hem kudretini hem de lutfunu göstermektedir. Zira bu ifadeler “O istemeseydi siz uyuyamazdınız; uyuduğunuz takdirde de uyanamazdınız” anlamını taşıyor. Âyetteki “ceraha” fiili genellikle “işleme, yapma” mânasında kullanılmakla birlikte, kök anlamı delme, yırtma, yaralama itibariyle öncelikle kötülük işlemeyi ifade eder ve Allah’ın belirtilen lutfuna karşı kulun nankörlüğüne işaret eder. Yine de Allah her insanı “belirlenmiş ecel”ine kadar yaşatmak suretiyle rahmetini tecelli ettirir. Ancak eninde sonunda herkes O’na dönecek ve O, bütün insanlara neler yaptıklarını haber uyku sırasında ruhun durumunun ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şevkânî âyetin “yeteveffâküm bi’l-leyli”kısmını şöyle açıklamıştır “Allah sizi uyutunca, kendileriyle temyiz sahibi olduğunuz nefislerinizi ruhlarınızı kabzeder. Ancak bu hakiki ölüm değildir. Bir görüşe göre uyku sırasında ruh bedenden çıkmakla birlikte hayat bedende kalmaya devam eder. Başka bir görüşe göre ruh bedenden çıkmaz; fakat sadece zihin çıkar şuur faaliyetleri durur. Ancak, doğrusu şudur ki, bu olayın mahiyetini yüce Allah’tan başkası bilemez Şevkânî, II, 143. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 416-417Enam Suresi 61. Ayet Tefsiri“Koruyucular” diye tercüme edilen hafaza kelimesi, eski tefsirlerde genellikle “Kirâmen Kâtibîn” değerli yazıcılar adı verilen ve insanların bütün amellerini kaydetmekle görevlendirilen melekler şeklinde yorumlanmıştır. Şevkânî, daha ihtiyatlı bir ifade ile, hafazayı “sizi koruyan melekler” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca “Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var” İnfitâr 82/10 meâlindeki âyeti de zikrederek, bunların insanları “âfetlerden koruyan” ve “amelleri tesbit eden kimseler” melekler olduklarını belirtir Şevkânî, II, 144. Bazı yeni tefsirlerde hafaza kelimesinin yukarıdaki anlamı yanında, canlıların bedenî ve ruhî varlığını koruyan çeşitli psikolojik güçler, yetenekler ve organlar olabileceği yönünde görüşler de yer alır bk. Elmalılı, II, 1951; Ateş, III, 160.Şüphesiz –59. âyette açık olarak belirtildiği üzere– yüce Allah’ın ilmi, böyle yazıcı meleklerin tuttukları amel defterlerine gerek kalmayacak şekilde, insanların bütün yaptıklarını kuşatmaktadır. Bu durumda meleklerin amelleri yazmalarının hikmeti, “insanların, yapmakta oldukları işlerin anında yazıldığını ve âhirette yazıcı meleklerin şahitliğiyle amel defterlerine kaydedilmiş olan işlerinin kendilerine tek tek okunacağını düşünerek daha dikkatli davranmalarını sağlama” gibi mânalarla açıklanmıştır Zemahşerî, II, 19.Yine 61. âyette geçen “elçiler”den maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre, Azrâil ismiyle bilinen “ölüm meleği” ile onun yardımcıları olan başka meleklerdir. Bu melekler insanların amellerini kaydetmekte veya ömrü bitenlerin ruhunu kabzetmekte asla kusur etmezler ayrıca bk. Bakara 2/30; Secde 32/11. Sonunda insanlar “gerçek mevlâlarına döndürüleceklerdir”. Hüküm yalnız O’na aittir ve O insanların hesabını çok çabuk görecektir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 417Enam Suresi 62. Ayet TefsiriBazı müfessirler, âyetteki hak kelimesini “adaletli” diye açıklamışlarsa da Nesefî, I, 327, bu âyetlerin genellikle müşriklere hitap ettiği, onların da Allah’tan başka tanrılar, mevlâlar tanıdıkları göz önüne alınarak, âyetin ilgili kısmı “Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler” şeklinde tercüme edilmiştir Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 418Enam Suresi 63-64. Ayet TefsiriMüfessirlere göre 63. âyette geçen “karanın ve denizin karanlıkları”ndan maksat, insanların buralarda karşılaştıkları tehlikeler, acılar, felâketlerdir. Bu suretle müşrikler, inkârları ve günahları sebebiyle, benzer durumdaki eski kavimler gibi, türlü felâketlere mâruz bırakılmakla tehdit edilmekte ve bu durumlardan kendilerini ancak Allah’ın kurtarabileceği hatırlatılmaktadır. Âyette “Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?” diye sorulması, müşriklerin Allah’a inandıklarını gösterir. Nitekim cevap müsbet olacağı için zikredilmeye gerek görülmemiştir. Şevkânî’nin de belirttiği gibi, Allah’ın kurtarıcılığının soru şeklinde ifade buyurulması, müşrikler hakkında bir kınama anlamı da taşımaktadır II, 145. Buna göre 63-64. âyetlerin anlamını şöylece açmak mümkündür Sizi karanın ve denizin tehlikelerinden ancak Allah’ın koruduğunu bildiğiniz, üstelik O’na gizli gizli yalvararak “Eğer bizi bundan kurtarırsa andolsun şükredenlerden olacağız” diye söz de verdiğiniz halde, nasıl olur da daha sonra tekrar eski halinize dönerek birer cansız ve âciz nesneler olan putlarınızı Allah’a ortak koşarsınız!”Bu iki âyet insanoğlunun önemli bir zaafına işaret etmektedir İnsanlar çoğunlukla sağlık, güvenlik, bolluk ve rahatlık gibi imkânlar içinde yaşarken; özellikle ihtiraslarının, hevâ ve heveslerinin peşinde koşarken mânevî hayatlarını, hâlika ve mahlûka karşı ödevlerini ihmal eder, bunları düşünmek istemezler. Açıktan veya dolaylı bir şekilde Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr veya göz ardı ederek başka nesnelere ya da insanlara tapar yahut taparcasına bağlanır, boyun eğerler; yalnız Allah’tan beklemeleri gereken şeyleri fânilerden bekler; onları önder, rehber, hatta rab edinirler. Buna karşılık, genellikle Allah’tan başkasının gideremeyeceği türlü felâketlerin insanlar üzerinde bir uyarıcılık ve onları kendine getirme, sağlıklı düşünmelerini, değerlendirme yapmalarını ve sonuçta Allah’ı hatırlayıp O’na yönelmelerini sağlama gibi olumlu tesirleri sayesinde insanlar Allah’a yönelip kurtuluş için O’na yalvarır, hatta bundan böyle iyi birer kul olarak ödevlerini yerine getireceklerine söz verirler. Geçmişte ve günümüzde felâket anlarında Allah’ı anıp O’na sığınmayan pek az insan vardır. Ancak, birçok insan, sıkıntıdan kurtulup da her şey tekrar yoluna girince yeniden eski yanlış ve isyankâr tutumlarına döner. Söz konusu âyetler insanları bu zaafları hususunda uyarmakta, kendilerini dert ve kederlerden kurtaranın Allah olduğunu, dolayısıyla zor zamanlarda olduğu gibi rahata kavuştuklarında da O’nu tanımaları, O’ndan yüz çevirmemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 419-420Enam Suresi 65. Ayet Tefsiriİnsanları bir belâdan kurtaran Allah, başka bir veya birçok belâya uğratmaya; onlara “üstlerinden veya ayaklarının altından” yani gökten ve yerden türlü felâketler göndermeye; hatta onların ihtiraslarını birbiriyle çatıştırarak, değişik mezhep, fırka ve parti gibi gruplara ayırarak birbirleriyle çarpışmalarını, savaşmalarını sağlamaya da kadirdir. Geçmişte insanoğlu beklemediği, ummadığı birçok semavî ve dünyevî felâketlerle karşılaşmış, şimdi de karşılaşmaktadır. İnsanoğlu, Allah’ın koyduğu kanunlardan sapmanın bedeli olarak, tabii âfetler denilenlerin yanında, bizzat kendi eliyle ortaya çıkardığı umulmadık belâlara da duçar olmaktadır. Nükleer felâketler, çevre kirlenmesi, tabiat düzeninin bozulması; ihtiraslardan veya ideoloji ayrılıklarından, din ve mezhep ayrılıklarından, ırkçılıktan ve bölgesel çıkar hesaplarından kaynaklanan ve kısa sürelerde yüz binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına, sakat düşmesine, aç ve açık kalmasına, ülkelerin harap olmasına yol açan savaşlar bu belâlardan bazılarıdır. Âyetin, bölünüp parçalanmayı bir felâket olarak gösteren kısmı özellikle mânidardır. Gerçekten, Allah’ı tanıyıp O’nun buyruk ve kanunları uyarınca hayatlarını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç ve fikirlerden, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiilî çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürmektedir ki, âyet-i kerîmede bu durum, insanların Allah’tan yüz çevirmelerinin, O’nu unutarak fâni şeyleri birer tanrı gibi kabul edip onların peşine takılmalarının, nihayet onları Allah’a eş ve ortak tutmalarının bir sonucu olarak gösterilmiştir. Öyle görülüyor ki, insanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihayet hak yoldan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allah’ı rab bilip sadece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin kanunlar olarak tanıyıp bunları hayata hâkim kılmadığı sürece âyetlerde işaret edilen bu tehlikelere de müstahak olacak, bilinen ve bilinmeyen birçok felâkete, âyetteki deyimiyle azaba mâruz kalacak ve Allah’tan başka hiçbir güç, hiçbir zekâ, hatta Allah’ın kitabında yer alan “hikmet”ten nasipsiz olan bilim ve teknoloji de bu felâketleri önleyemeyecek; aksine hikmetten mahrum kaldığı sürece bilim ve teknoloji yeni felâketlere yol açacaktır. Bu bakımdan yukarıdaki âyetler bütün insanlara, insanlığın selâmeti için mutlaka dikkate alınması gereken bir uyarıdır. Dolayısıyla 65. âyetin sonunda “anlasınlar diye…” buyurulmuştur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 420-421Enam Suresi 66. Ayet TefsiriBu âyete göre Hz. Peygamber’in kavmi Mekke müşrikleri onun peygamberliğinin ve bildirdiklerinin gerçek olduğunu gereğince anlayıp kavramadıkları gibi onu yalanlamışlardır. Bazı müfessirler burada “hak” gerçek olduğu belirtilenden maksadın Hz. Muhammed’in peygamberliği, bazıları da Kur’ân-ı Kerîm olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak 63-66. âyetler topluca dikkate alındığında bu gerçeğin söz konusu âyetlerde yer alan azap uyarısı olduğu görüşü ağır basar. Müşrikler gerçeği yani Hak kelâmı olan Kur’an’ı veya hak peygamber olan Hz. Muhammed’in risâletini ya da Allah’ın, aslında kendileri ve bütün insanlık için hayatî önem taşıyan uyarılarını gerektiği gibi anlamamışlar ve bu yüzden yalanlayıp reddetmişlerdir. Artık onlar helâke müstehak olmuşlardır. Bu sebeple 66. âyette Resûlullah’a “Ben size kefil değilim” demesi emredilmiştir. “Vekil” olarak çevirdiğimiz vekîl kelimesi Kur’an dilinde “koruyan, kollayan, savunan, esirgemeye çalışan” gibi anlamlara gelir. Hz. Peygamber’in inkârcılara karşı aslî görevi davet, tebliğ ve uyarıdır; onların kalplerindeki bâtıl inançları zorla değiştirmek onun elinde değildir; dolayısıyla onlar adına bir kefalet yükümlülüğü de yoktur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 421Enam Suresi 67. Ayet TefsiriHz. Peygamber, tebliğ ettiği Kur’an vasıtasıyla müşrikleri ve genel olarak dünyadaki bütün inkârcıları açık açık uyardığına göre, artık inkârcılık ve kötülüklerde direnenlerin müstehak oldukları felâketlerin vuku bulması kaçınılmazdır. “Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz” meâlindeki tehdit, esasta özellikle müşriklere ve hakkı tekzip eden bütün inkârcılaradır; ancak, İslâm’ın hakikatlerinden, Kur’an’ın hikmetlerinden uzaklaşacak derecede fikir ayrılıklarına düşen; hakkı bir yana bırakarak fırkalara, mezheplere, partilere bölünüp gurur, kibir, bencillik, menfaat ve ihtiraslar uğruna birbiriyle çarpışan müslümanlar için de âyetten alınacak dersler olduğunda kuşku yoktur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 421-422Enam Suresi 68. Ayet Tefsiri“Allah’ın âyetleri hakkında ileri-geri konuşmaya dalmak”tan maksat, Kur’ân-ı Kerîm’i alaya almak veya eleştirmeye kalkışmaktır. Âyet, bu şekilde davrananların –eğer engel olmak mümkün değilse– başka bir konuya geçinceye kadar yanlarından ayrılmayı emretmektedir. Aynı buyruk, daha sonra gelen bir başka âyette de tekrar edilmiştir Nisâ 4/140. Fahreddin er-Râzî’nin naklettiğine göre âyetin asıl mâna ve maksadını dikkate alan bazı âlimler, inançsızların Kur’an’la ilgili kötü sözlerine karşı, yanlarından uzaklaşmanın dışında başka tepkiler de gösterilebileceğini belirtmişlerdir XIII, 25. Aynı müfessir bu âyetteki havd kelimesini açıklarken –haklı olarak– “Havd, sözlükte eğlence tarzında ve aşırı derecede dalmayı ifade eder… Binaenaleyh, bazı Haşviyye’nin zannettiğinin aksine bundan, ilâhiyyât meselelerini derinlemesine inceleyip araştırmanın, istidlâl ve münazaranın, Allah’ın âyetlerine dalmaktır diye, haram olduğu sonucunu çıkarmaya kalkışılmamalıdır” müfessirler, âyette sadece Hz. Peygamber’e hitap edildiğini, dolayısıyla buyruğun da yalnız ona yönelik olduğunu ileri sürmüşlerse de yaygın kanaate göre âyetin asıl muhatabı hem Resûlullah hem ümmetidir bk. Taberî, VII, 228-229; İbn Atıyye, II, 303-304; M. Reşîd Rızâ, VII, 508. Muhatabın Hz. Peygamber dışındaki müslümanlar olduğu da söylenmiştir. Ancak, beşer olması itibariyle Hz. Peygamber’in de bazı şeyleri unutabileceğini, bunu bizzat kendisinin kabul ettiğini bildiren hadisler de vardır. Bu hadislerin birinde Resûlullah şöyle buyurmuştur “Ben, ancak bir beşerim; sizin gibi ben de unutabilirim…” Buhârî, “Salât”, 31; Müslim, “Mesâcid”, 89, 92, 93, 94.Âyette bu tâlimatın unutulması halinde oturmaktan ötürü günahkâr olunmayacağı zira unutma meşrû bir mazerettir, ancak hatırlayınca artık “zalimler”le oturmamak gerektiği ifade ediliyor. Kur’an aleyhinde konuşanlara “zalimler” denilmesi, onların konuşmalarının iyi niyetli, adaletli, gerçeklere dayalı olmadığını; aksine tahkir, tezyif ve iptal amacı taşıyan asılsız ve gerçek dışı konuşmalar olduğunu ortaya âyet bize, Allah’ın âyetlerine dil uzatmadıkları, İslâmî değerlere karşı saygısızca sözler sarfetmedikleri sürece, yanlış inanç ve görüşteki insanlarla bir arada oturulup konuşulabileceğini göstermektedir. Kanaatimizce “Allah’ın âyetleri hakkında ileri-geri konuşmaya dalma”, onlarla eğlenme ya da onları reddetme, bu birlikteliği ortadan kaldıran en temel sebepse de, bu bir örnek olup, düşmanlık duygularına dayalı daha başka kötü ve yanlış söz veya davranışta bulunan kimseleri de terketmek gerekir. Nitekim gıybet eden kimselerin meclislerini terketmeyi emreden hadisler de vardır Dârimî, “Mukaddime”, 23. Esasen “Hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma” ifadesindeki “zalimler” nitelemesi de bunu gösteriyor. Çünkü “zulüm”, başta inkârcılık olmak üzere her türlü haksızlık ve adaletsizliği, kasıtlı kötülükleri kapsamaktadır zulüm hakkında bilgi için bk. Bakara 2/54. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 423-424Enam Suresi 69. Ayet TefsiriTakvâ sahibi müminler yani Allah’a ve O’nun kanunlarına saygı duyup bunları ihlâl etmekten sakınan müslümanlar, şayet Allah’ın âyetlerine dil uzatan zalimlerin yanında bulunmak zorunda kalırlarsa, belki sakınırlar ve vazgeçerler diye onları uyarmalıdırlar. Bu durumda kendileri de sorumluluktan kurtulurlar. Abdullah b. Abbas’ın belirttiğine göre bazı sahâbîler, inkârcıların her tarafta Kur’an’a dil uzattıklarını söyleyerek, bu durum karşısında onlardan uzaklaşmaları mecbur kılınırsa Harem-i şerif’te bulunmalarının bile imkânsız hale geleceğinden endişe ettiklerini belirtmişler, bunun üzerine ruhsat mahiyetindeki 69. âyet nâzil olmuştur Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, II, 105.Âyette herkesin hesabının sorumluluk kendisine ait olduğu belirtilerek, bir bakıma, müslümanların görevinin, ne pahasına olursa olsun, diğerlerinden gelen saçma itirazlara, haksız tenkitlere cevap yetiştirmek, böylece faydasız, hatta daha da inatlaşmaya yol açabilecek polemiklere girmek olmadığı, sadece işin doğrusunu beyan edip uyarmanın yeterli bulunduğu anlatılmak istenmiştir. Nitekim 70. âyetin başlangıcı da bunu göstermektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 424-425Enam Suresi 70. Ayet TefsiriKuşkusuz her konu gibi din hususunda da ilmî ve fikrî değerlendirmeler önemli olmakla birlikte; insanların maddî ve mânevî, ferdî ve sosyal, dünyevî ve uhrevî yönleriyle bütün hayatlarını çok yakından ilgilendiren, tarihin bütün dönemlerinde insanlığı derinden etkileyen din müessesesini önemsiz gibi telakki ederek oyun ve eğlence haline getiren insanlar artık kendileriyle konuşup tartışmaya bile değmeyecek kadar bayağılaşmış olurlar. Bu tür insanlar dünya hayatını yegâne ilgi konusu yaparak dünyanın geçici zevklerine kapıldıkları, onları her şeyin üstünde tuttukları için dini bir tür eğlence gibi düşünerek putları veya buna benzer şeyleri tanrılaştırırlar; yahut ferdin ve toplumun mânevî, ruhî, zihnî, bedenî ve dünyevî hayatını şekillendirecek olan hak dini, üzerinde ciddiyetle düşünüp benimseyecekleri yerde, alaya er-Râzî’ye göre XIII, 27-28 çeşitli âyetlerde geçen ve dünya hayatının gerçekte bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bildiren açıklamalar meselâ bk. Enâm 6/32; Ankebût 29/64; Hadîd 57/20 dikkate alındığında bu âyetteki “dini bir oyuncak ve bir eğlence edinme” ifadesinin mânası daha iyi anlaşılır. Buna göre asıl oyun ve eğlence sayılması gereken şey dünya hayatıyla ilgili geçici arzu ve tutkularıdır. Hakiki dindarlar, gerçeklik ve doğruluğu delillerle ispatlanmış olan hak dine bağlanıp destek olan kimselerdir. Buna karşılık dini, mevki ve mansıp kazanmak, rakiplerini yenilgiye uğratmak ve servete ulaşmak için araç haline getirenler dine sadece dünya menfaatleri için bağlanır ve bu suretle aslında dünya hayatını değil de dini oyun ve eğlence haline getirmiş olurlar. Râzî’nin getirdiği bu yorumun, âyetin maksadını aştığı söylenebilirse de sahte dindarlığı çok iyi tanımlaması bakımından önemli sayılabilir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 425Enam Suresi 71. Ayet TefsiriMüslümanlar, kendilerini eski bâtıl dinlerine döndürmeye çalışan müşriklerin kötü emellerine karşı uyarılmaktadır. Nitekim müşrikler kendi akraba ve dostları olan müslümanları İslâm’dan dönmeleri için ikna etmeye çalışmışlar; hatta giderek onlara bu yönde şiddetli baskılar uygulamışlardır. Kur’an başka yerlerde bu sözlü ve fiilî baskıyı veya bu baskı sebebiyle dinden dönmeyi ölmekten daha büyük ve daha şiddetli bir fitne olarak nitelemiştir Bakara 2/191, 217; fitnenin anlamı konusunda geniş bilgi için bk. Bakara 2/191. Bu âyette, güzel bir teşbihle, müslümanları inkâr ve irtidada çağıran müşrikler, insanların aklını çelip yolunu şaşırtan şeytanlara; onların bu çağrısına aldananların durumu, şeytanların veya cinlerin aldatması ya da büyüsüyle aklî dengesi bozulduğu için yolunu kaybedip ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta şaşkın kalan kimsenin durumuna; Allah’ın insanları hak dine ve imana davet etmesi de bir kimseyi gerçek dostlarının doğru yola çağırmasına benzetilmiştir İbn Âşûr, VI, 302-303.Âyette “… Bize fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere mi tapalım?” ifadesinden putlar kastedilmiştir. Bununla birlikte âyetin maksadı göz önüne alındığında burada her dönemdeki müslümanların, gerek sapık inançlı ve kötü fikirli insanlar, gerekse akılları karıştırıp zihinleri bulandıran çevreler, kurumlar tarafından gelebilecek ve kendilerini dinlerinden döndürecek veya dinlerinin gereklerini yerine getirmekten alıkoyacak olan bütün menfi teşebbüslere karşı bir uyarı olduğunda kuşku yoktur. Böyle durumlarda müslüman, “Allah’ın hidayeti, doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir” demeyi bilmelidir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 427Enam Suresi 72. Ayet Tefsiri“Namazı dosdoğru kılın ve Allah’tan korkun” diye de emrolundu. O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah’tır. Kaynak Enam Suresi 73. Ayet Tefsiri“Üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye tanımlanan sûrun benzer açıklamaları hadislerde de geçmektedir. Geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil, sûr adı verilen ve çok güçlü ses çıkaran boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir. Âhiretle ilgili diğer haberler gibi sûr hakkındaki bilgiler de insan aklının kapasitesini aşan, naslarda nasıl bildirilmişse öylece inanılması gereken hususlardır. Ancak sûru, sûretin çoğulu olarak suver şeklinde okuyanlar da vardır. Buna göre âyetin mânası şöyledir Sûretlere ölülerin bedenlerine ruhları veya hayatları üfleyeceği günde hükümranlık Allah’ındır Râzî, XIII, 33 Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 427-428Enam Suresi 74. Ayet TefsiriKur’ân-ı Kerîm’de sadece bu âyette Hz. İbrâhim’in babasının ismi olarak geçen Âzer kelimesinin menşei ve söz konusu kişinin asıl ismi olup olmadığı tartışmalıdır. Bu ismin, “işini sağlam yapan, güçlü” anlamındaki İbrânîce âzûr kelimesinden Arapçalaştırıldığı veya yine İbrânîce elizer kelimesinin galat-ı meşhuru olduğu gibi çeşitli görüşler ileri ve diğer İbrânîce kaynaklarda Hz. İbrâhim’in babasının ismi Terah şeklinde geçmektedir. Nitekim Zemahşerî de buna işaret eder II, 23. Batılı bazı araştırmacılara göre eski bir kaynaktaki Therra isminindeğiştirilmiş şekli olan Athar, İslâm dünyasına Âzer olarak geçmiştir. Müslüman tarihçiler ve müfessirler bu kişiyi hem Âzer hem de Târih veya Târah b. Nahor diye anarlar ve bu isim farklılığını değişik şekillerde açıklarlar. Gerek eski dönemlerde gerekse zamanımızda bir dilden başka bir dile geçen isimlerin çeşitli değişikliklere uğradığı görülür. Hz. İbrâhim’in babasının ismi de Araplar’a Âzer olarak geçmiş, Kur’an’da da bu ismi zikredilmiştir. Çünkü eğer Kur’an’da bu kişi Târah diye anılsaydı, her konuda Hz. Peygamber’in açığını arayan müşrikler Resûlullah’ın sözünü ettiği kişinin ismini bile yanlış bildiğini söyleyerek itibarını sarsmaya hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Ahd-i Atîk’te Nahor’un oğlu olduğu, putlara taptığı, 205 yaşında Harran’da öldüğü söylenir Tekvîn,11/31-32; Yeşû, 24/2. Tevrat tefsirlerinde put ustası olduğu, sonraları tövbe ettiği ileri sürülmüşse de Kur’ân-ı Kerîm’e göre Tevbe 9/114; Meryem 19/41-49 o, oğlu İbrâhim’in bütün ısrar ve ikazlarına rağmen putperestlikten vazgeçmemiş ve bu yüzden İbrâhim’in, onun affedilmesi için yaptığı dua kabul edilmemiştir Hz. İbrâhim’in hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgi için bk. Bakara 2/ 124. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 429-430Enam Suresi 75. Ayet TefsiriMelekût aslında milk gibi masdar olup dilcilere göre sonundaki “ût” eki kelimeye mübalağa anlamı kazandırmaktadır. Buna göre melekût, “tam olarak sahip ve mâlik olmak” demektir. Nitekim Zemahşerî, bu anlamını dikkate alarak kelimeyi “rubûbiyyet ve ulûhiyyet” şeklinde tefsir etmiştir II, 24. Melekût, “mülk”le eş anlamlı olarak “Allah’ın hükümranlık ve yönetimi” şeklinde de açıklanmıştır. İbn Âşûr, her iki halde de kelimenin mecazi olarak geçtiğini ve buradaki hakiki anlamının “memlûk” sahip ve mâlik olunan şeyler olduğunu ifade eder VII, 316. 83. âyeti dikkate alarak “hüccet” anlamı taşıdığını da düşünmek mümkündür. Biz, bu anlamı da dikkate alarak ilgili kısmı “İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk” şeklinde çevirdik. Nitekim Zemahşerî de bu kısmı, “Onun düşünce yeteneğini güçlendiriyorduk, istidlâl yöntemine ulaştırıyorduk” şeklinde açıklamıştır II, 24. Bu açıklamalara göre âyet şu mânaya gelmektedir Putlara tapan kavminin ve babasının dalâlette olduğunu gören, bu yüzden babasını ikaz eden İbrâhim’e biz, göklerde ve yerde mülkiyet ve tasarrufumuz altında bulunan şeylerin mahiyetlerini, hakikatlerini açık seçik gösterdik; bunların bizden başka yaratıcısı ve yöneticisi olmadığı hususunda onu bilgilendirdik ve bütün bunları, kuşku götürmez kesinlikte bir imana ulaşsın diye yaptık. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 430Enam Suresi 76-79. Ayet TefsiriMilâttan önce 2100’lerde yaşadığı kabul edilen ve Allah’ın birliği esasına dayalı Hanîf dinî geleneğin önderi olarak bilinen Hz. İbrâhim’in kavmi ay, güneş ve yıldızlarla bu gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı. Tevrat’a göre Hz. İbrâhim’in doğum yeri olan Ur şehrinde yapılan kazılar sonucu bulunan tabletlerde 5000 civarında tanrı ismi geçmektedir. İbrâhim aleyhisselâm, muhtemelen kendisi bu gözlemlere girişmeden önce de tevhid ehlinden olmakla birlikte, kavminin bu bâtıl inançlarından hareket ederek onları tevhid akîdesine ikna etmek düşüncesiyle önce, belki de yıldızlar içinde en parlak olan birinin, sonra ayın ve ardından da güneşin tanrı olup olamayacağını tartmış; gelip geçici ve değişken bir varlığın tanrı olamayacağı, tanrısal bir sevgiyle benimsenemeyeceği şeklindeki temel gerçeğe dayanarak bunların hiçbirini ilâh diye kabul etmenin mümkün olmadığını, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tan başka gerçek ilâh bulunmadığını ispatlamış; nihayet sahip olduğu veya gözlemlerinden sonra ulaştığı yakînî imanı “Ben, Hanîf olarak yüzümü bütün varlığımla, gökleri ve yeri yoktan yaratan dolayısıyla sizin tapmakta olduğunuz yıldızları, ayı ve güneşi de yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim” ifadesiyle ortaya koymuştur. Böylece Hz. İbrâhim pek çok müslüman ilim ve fikir adamının Allah’ın varlık ve birliğini aklî delillerle ispat etmek bakımından önemle üzerinde durdukları, gözleme dayalı bu istidlâli ile hem putperest kavminin inançlarını çürütmüş hem de hak dinin en temel ilkesi olan doğru bir ulûhiyyet inancının nasıl olması gerektiğini göstermiş Âşûr, 78. âyetteki “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” şeklindeki ifadeden, İbrâhim’in bu gözlemi tek başına yapmadığı, yanında kavminden bir grup insanın da bulunduğu sonucunu çıkarmıştır VII, 319. Ayrıca aynı ifadeden, başka birçok insan topluluğu gibi bu kavmin de aslında Allah’ın varlığına inandıkları, fakat gök cisimlerini ve bunları sembolize eden putları O’na ortak koşmak suretiyle tevhid inancından saptıkları anlaşılmaktadır. Esasen Kur’an’ın hâkim tavrı, tanrı tanımazlardan ziyade şirkle mücadeledir. Bu da Kur’an’ın insanlarda ulûhiyyet fikrinin fıtrî olduğu, ancak bunun birçok şirk çeşidiyle, çok tanrıcılık inancıyla bozulduğu şeklindeki yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 430-431Enam Suresi 80. Ayet TefsiriHz. İbrâhim’in, Allah’ın birer âyeti olan tabii varlıklardan istidlâlle O’nun birliğine dair ortaya koyduğu bu açık ve kesin delillere karşı kavmi de kendi inançlarının doğruluğunu kanıtlamak için onunla tartışmaya, deliller ileri sürmeye kalkışmışlardır. Âyette bu delillerin zikredilmemesi, onların anılmaya bile değmeyecek kadar temelsiz olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. İbrâhim’in “Allah hakkında O’nun eşi, benzeri ve ortağı olduğunu kanıtlamak için benimle tartışıyor musunuz?” şeklindeki ifadesi de onların iddialarının saçmalığına işaret açıkça bildirilmemekle beraber Hz. İbrâhim’in “Ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan korkmam” demesinden, kavminin onu,tanrılarının öfkelenerek kendisini cezalandırmasıyla tehdit ettikleri anlaşılmaktadır. İbrâhim aleyhisselâm bu tehdide aldırış etmemekle birlikte, iyi bir mümin olarak, ilmi her şeyi kuşatan ve bu suretle bütün olup bitenler gibi kendisinin hal ve hareketlerini de eksiksiz bilen Allah’tan korktuğunu ifade etmiş; böylece fayda ve zararın da Allah’tan geldiğine, O’nun ilim ve iradesine bağlı bulunduğuna olan inancını ortaya sonundaki “Hâlâ ibret almıyor musunuz?” şeklindeki uyarıyla Hz. İbrâhim, kavmini, putperestlikle kendisinin kesin delillerle kanıtladığı tevhid inancı arasında doğru öncüllere dayalı aklî değerlendirme ve mukayese yapmaya, bu suretle hakikati bulup tanımaya çağırmıştır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 432-433Enam Suresi 81. Ayet TefsiriBenzer mantıkî değerlendirme ve uyarılar bu âyette de devam etmekte ve sonuç olarak, mutlaka taraflardan biri inancı sayesinde güvenliğe kavuşacağına göre hangi tarafın, ilmi her şeyi kuşatan, fayda ve zararın yaratıcısı olan Allah’a ortak koşup isyan edenlerin mi, yoksa O’nun birliğine ve hükümranlığına inanıp yolundan gidenlerin mi güvence içinde oldukları sorulmaktadır. “Eğer biliyorsanız” kaydıyla da bu soruya yalnız bilgi sahibi olanların doğru cevap verebileceklerine, dolayısıyla bâtıl inançlardan kurtulma hususunda bilginin önemine işaret edilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 433Enam Suresi 82. Ayet TefsiriAğırlıklı görüşe göre bu âyetteki ifade de Hz. İbrâhim’e aittir ve onun “İki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” şeklindeki sorusuna yine kendisi tarafından verilen cevaptır. Sorunun soran tarafından cevaplandırılması, başka bir cevabın bulunmamasından dolayıdır. “Allah’a inanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar” ifadesi, söz konusu kavmin Allah’a inanmakla birlikte, Tanrı saydıkları başka şeyleri O’na ortak koştuklarını göstermektedir. Âyetteki zulümden maksat, Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü zulmün asıl anlamı, “hak sahibinin hakkını tanımamak, vermemektir.” Ulûhiyyet ve rubûbiyyet yalnızca Allah’a ait olduğu halde, başka varlık ve nesneleri de Tanrı yerine koymak, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hakkını tanımamaktır. Nitekim Hz. Peygamber de “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk edip hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamaktır” Buhârî, “Tevhîd”, 1; Müslim, “Îmân”, 48-51 buyurmuştur. Sahih kaynaklarda nakledilen bir rivayete göre bu âyet geldiğinde müslümanlar, hayat boyunca zulümden uzak durmanın kendileri için mümkün olmadığını düşünerek telâşa kapılmışlar; bunun üzerine Resûlullah âyete şu şekilde açıklık getirmiştir “Bu sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokmân’ın oğluna hitaben söylediği “Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” Lokmân 31/13 meâlindeki âyette geçen zulüm kastedilmiştir” Buhârî, “Enbiyâ”, 41. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 433-434Enam Suresi 83. Ayet Tefsiri“Hüccet”ten maksat, Hz. İbrâhim’in gözlemleri ve aklî istidlâlleriyle ulaştığı kesin sonuçlarla ortaya koyduğu delillerdir. Âyetteki “alâ” edatı bu delillerin hasmı susturacak doğruluk ve sağlamlıkta olduğuna işaret eder. Bu delillerin ilâhî bir lutuf olarak gösterilmesinden sonra “Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz” buyurulması, bu tür gözlemler yapmanın sadece İbrâhim’e mahsus olmadığını, başkalarının da buna benzer metotlarla doğru sonuçlara ulaşabileceklerini; ayrıca, eşya ve olaylar üzerinde düşünerek bunlardan aklî ve ilmî bakımdan doğru sonuçlar çıkaran insanların Allah nezdindeki derece ve itibarlarını gösterir. Nitekim âyetin sonunda Allah Teâlâ kendi zatının ululuğunu da ilim ve hikmetteki kemali ile ifade buyurmuştur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 434Enam Suresi 84-86. Ayet TefsiriÖnceki âyetlerde Hz. İbrâhim’in gözlem ve istidlâl metoduyla ortaya koyduğu tevhid akîdesinden söz edildikten sonra bu âyetlerde İbrâhim’in sahip olduğu akîdenin bütün peygamberlerce benimsenen mutlak hakikat olduğu anlatılmaktadır. 84. âyette, Hz. İbrâhim’in imanda hakikate ulaşma ve tevhid akîdesini hâkim kılma çabasının bir ödülü olmak üzere kendisine İshak adlı bir oğul ve Yakub adlı bir torun armağan edildiği belirtiliyor. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 436Enam Suresi 87-88. Ayet TefsiriAraplar’ın ataları olarak bildikleri Hac 22/78 ve saygı duydukları İbrâhim’le birlikte on sekiz peygamberin ismi zikredilerek hepsinin de hidayet üzere yaşadıkları, iyi ve sâlih kimselerden oldukları, bunların atalarından ve zürriyetlerinden de, Allah’ın fazlu keremiyle, âlemlere üstün kılınmış kimselerin bulunduğu; bütün bu sayılanların doğru yoldan giderek hidayete kavuşturulmuş seçkin insanlar olduğu ifade edildikten sonra “İşte bu, Allah’ın hidayetidir; O, bununla kullarından dilediğini doğru yola ulaştırır. Eğer onlar siz Kureyş müşrikleri gibi Allah’a ortak koşsalardı, yapageldikleri iyi şeyler elbette boşa giderdi” buyurularak, Câhiliye Arapları’nın, ataları İbrâhim’in de içinde bulunduğu bu üstün insanların gittikleri doğru yoldan saptıklarına zımnen işaret edilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 436-437Enam Suresi 89. Ayet TefsiriYüce Allah’ın, anılan peygamberlere verdiği kitaptan maksat, peygamberlere gönderilen ilâhî mesajlar bütünü veya genel olarak ilim ve mârifettir. Âyet metnindeki hüküm, bizim tercih ettiğimiz şekilde hikmet, yani doğrular ve yanlışlar, iyilik ve kötülükler hakkındaki gerçek ve kuşatıcı bilgi şeklinde yorumlandığı gibi hükümdarlık olarak da anlaşılmıştır. “Nübüvvet”ten maksat ise peygamberliktir. Bu yüce şahsiyetlerden bazılarına bu lutufların tamamı, bazılarına da biri veya ikisi verilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 437Enam Suresi 90. Ayet TefsiriAllah’ın bu kişileri hidayete erdirdiği, tarihî bir hakikati kesin olarak ortaya koymak bakımından, bir defa daha vurgulandıktan sonra Hz. Muhammed’e, son peygamber olarak onların hidayetine uyup aynı evrensel hakikati devam ettirmesi emredilmiştir. Burada Araplar’a ve Kur’an’ın muhatabı olan herkese, Hz. Muhammed’in görülmemiş duyulmamış bir din icat etmediğine, aksine, geçmiş peygamberlerin sünnetini devam ettirdiğine ilişkin dolaylı bir hatırlatma da vardır. Ayrıca Resûlullah’a, seleflerinden birini veya bir kısmını örnek almak yerine, hepsinin hidayetine uyması, meziyetlerini kendisinde toplaması emredilmiştir. Bu buyruk hangi devir, ülke, millet ve kültüre ait olursa olsun, evrensel gerçekliğin, doğruluk ve iyiliğin benimsenmesi ve yaşatılması gerektiğine işaret etmekte; Hz. Peygamber’den de bu değerlere sahip çıkmasını istemektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 437Enam Suresi 91. Ayet TefsiriBu âyet, peygamberler ve onların gösterdikleri hidayet yolu, getirdikleri dinler ve kitaplarla ilgili önceki âyetlerin bir sonucu olarak görülmektedir.“Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” diyerek bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları inkâr edenlerin kim veya kimler olduğu hususunda tefsirlerde değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre bu sözü söyleyen kişi bir yahudi hahamıdır. İbn Abbas’a isnad edilen bir rivayete göre Hz. Peygamber kendisiyle tartışmaya kalkışan bu hahama “Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allah için doğru söyle, Tevrat’ta Allah’ın şişman hahamı sevmeyeceği yazılmış mıdır?” diye sormuş; kendisi de şişman olan haham, bu söze öfkelenerek “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demiştir Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 164. Bu rivayetin doğruluğunu kabul eden müfessirlere göre Enâm sûresi Mekkî olmakla beraber 91. âyet Medine’de inmiştir. Çünkü Mekke’de yahudi cemaati bulunmadığından böyle bir tartışmadan da söz söz konusu rivayetin sıhhati tartışmalıdır. Öncelikle Resûlullah’ın bir insanı şişmanlığından dolayı küçük düşürmesi onun üstün ahlâkıyla bağdaşmaz. Çünkü o, insanların dinî ve ahlâkî kusurlarını bile yüzlerine vurmaz; “İçinizde şöyle şöyle yapanları görüyorum” gibi sözlerle uyarılarını isim vermeden yapardı. Ayrıca, bir yahudi din adamının bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmesi inanılır gibi görünmüyor. Söz konusu rivayette hahamın bu inkârı üzerine, yahudilerin kendisini görevinden uzaklaştırarak yerine Kâb b. Eşref’i getirdikleri belirtiliyor. Ancak Kâb’ın Arap asıllı ve bir Arap kabilesinin lideri olması göz önüne alınırsa, bu rivayetin asılsız olma ihtimali daha da durum karşısında, âyette peygamberleri ve kitapları inkâr ettikleri bildirilenlerin müşrik Araplar olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Onlar bu gibi inkârcı ifadeleriyle, önceki âyetlerde bir kısmı isimleriyle anılan peygamberleri, aynı âyetlerde üzerinde durulan Allah’ın hidayetini, tebliğlerini ve dolayısıyla insanlara yönelik rahmetini inkâr etmiş; bu suretle Allah’ı gerektiği şekilde tanımadıklarını, hakkıyla takdir etmediklerini bu tutumlarına karşı yüce Allah, peygamberine şu soruyu sormasını öğütlemiştir “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı Tevrat’ı kim indirdi?” Çünkü Araplar yahudi olmamakla birlikte, daha çok ticarî seyahatler esnasında az çok bilgi edindikleri Yahudiliğe, onun peygamberlerine ve kutsal kitabına bir ölçüde saygı duyuyorlardı. Âyette bu duruma da işaret edilerek, buna rağmen “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demelerinin bir çelişki olduğu ortaya konmuştur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 438-439Enam Suresi 92. Ayet Tefsiri“Allah hiçbir insana peygambere hiçbir şey indirmedi” diyenlere âyet şu cevabı veriyor “İşte bu Kur’an, Ümmülkurâ Mekke ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” Böylece âyette Kur’an, vahyin ve nübüvvetin gerçek olduğunu belgeleyen canlı ve güncel bir kanıt olarak Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve âhiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından kendisinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır Öncelikle bazı eski kitaplarda yer alan Hz. Muhammed’in risâletine ilişkin müjde, Kur’an’ın inzâli ile fiilen gerçekleşmiş; bu suretle Kur’an eski kitaplardaki müjdeyi tasdik etmiş, yani doğruluğunu kanıtlamıştır. İkinci olarak Kur’an başta Allah’ın birliği, nübüvvet ve âhiret gibi itikadî konular olmak üzere birçok esasta ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. Bu da Kur’an’ın onlar hakkındaki bir tasdikidir. Kur’an’ın, geçmiş dinlerdeki bazı amelî hükümleri değiştirmesi veya kaldırması ve onlarda bulunmayan yeni hükümler getirmesi tamamen değişen ve gelişen şartlarla ilgili olup o dinlerin kutsal kitaplarını tasdik edici özelliğini “Ümmülkurâ” diye anılması bölgenin din ve ticaret merkezi, bilhassa hac mahalli olması, ayrıca Arabistan’ın en eski mâbedi sayılan Kâbe’nin orada bulunmasından Âl-i İmrân 3/96-97 dolayıdır. Kur’an evrensel bir kitap olmakla birlikte vahyin ilk muhatapları Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar olduğu için Mekke’de inen Enâm sûresinin bu âyetinde de, tabii olarak, öncelikle buralardaki insanların uyarılması üzerinde durulmuştur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 440Enam Suresi 93. Ayet Tefsiri“Allah’a karşı yalan uyduran”dan maksat, Allah’ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu âyet, müşriklerin “Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki iftiralarına bk. Furkan 25/4; Hâkka 69/44-46 karşı bir cevaptır. Zira Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, Allah’a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan müfessirlere göre bu âyetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur’an’dakine benzer âyetler ortaya koyabileceklerini ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu âyetin Medine’de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar; ayrıca söylendiğine göre yine Medine’de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Sad b. Ebû Serh, Allah’ın indirdiklerine benzer âyetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmıştır. Ancak bu gerekçeler âyetin Medine’de indiğini kanıtlamak için yeterli görülmemiştir. Zira Mekke müşrikleri arasında da istihza maksadıyla benzer iddialarda bulunanlar olmuştur. Ayrıca 93. âyetle, Mekke’de indiği kesin olan 94. âyet arasındaki güçlü alâka da 93. âyetin Mekkî olduğunu göstermektedir İbn Âşûr, VII, 375-376; Ateş, III, 201-202. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 442Enam Suresi 94. Ayet Tefsiriİnkârcıların âhirette, mutlak güç ve hâkimiyet sahibi olan Allah karşısındaki yalnızlık ve çaresizliklerinin anlatıldığı âyete göre onların dünyadaki akraba ve dostları, kendilerini şımartıp azgınlaştıran mal ve mülkler, makam ve mevkiler, Allah’tan başka tapmış oldukları şeyler Allah karşısında onlara zerre kadar fayda sağlamayacak, yardımını umdukları şeyler kaybolup gidecektir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 442Enam Suresi 95. Ayet TefsiriBu ve müteakip âyetlerde, her biri başlı başına birer mûcize olan, fakat her zaman tekrarlandığı için insanların önemini kavramaktan gafil olduğu başlıca yaratılış olaylarına ve ilâhî kudretin işaretlerine dikkat ve çekirdeğin patlayarak filiz vermesi ve bu suretle tabiatın canlanması, bitkilerle bezenmesi, nimetlerle dolup taşması o yüce kudretin muhteşem eserleridir. Böylece O, ölüden diriyi, diriden ölüyü, tohumdan ve çekirdekten bitkileri, bitkiden tohum ve çekirdekleri çıkarmaktadır. Âyette, kesintisiz tekrar eden bu açık seçik tecellilere rağmen insanoğlunun nasıl olup da gerçeğe sırtını dönebildiği, O’nu yaratıcı olarak tanıyıp kulluk etmekten geri durabildiği sorulmaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 444Enam Suresi 96. Ayet TefsiriSabahın aydınlanması, gecenin sükûnet ve âsûdeliği, ay ve güneşin şaşmaz bir matematiksel nisbetle, insanların zamanı ve daha başka astronomik ve coğrafî ölçüleri bulmalarına imkân verecek düzenlilikle işlevlerini sürdürmeleri de o azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir, düzenlemesidir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 444Enam Suresi 97. Ayet Tefsiriİnsanlar çok eski dönemlerden beri yolculuk ederken yön tayininde bazı yıldızların ve yıldız kümelerinin konumundan yararlanırlar. Özellikle henüz pusulanın icat edilmediği çağlarda büyük önem taşıyan bu durum, bugün de modern imkânların bulunmadığı şartlarda önemini korumaktadır. Yıldızların konumlarından yararlanılsın veya yararlanılmasın, onların kozmik düzeni –Allah bu düzeni devam ettirdiği sürece– ilâhî kudretin işareti olma özelliğini koruyacaktır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 444-445Enam Suresi 98. Ayet TefsiriKur’an mûcizesinin gerçekleştiği âlem içinde yaratılış hadisesinin en muhteşem sonucu hiç şüphesiz insandır. Bu âyette yüce Allah bu büyük mûcizeyi de kudretinin nişanesi olarak zikretmektedir. Tefsirlerde genellikle âyet-i kerîmedeki nefs kelimesinden Hz. Âdem’in kastedildiği belirtilmiş; müstakar kelimesine “yeryüzü veya ana rahmi”, müstevda kelimesine de “kabir veya babanın sulbü” gibi mânalar verilmiştir geniş bilgi için bk. Elmalılı, III, 1990-1995; İbn Âşûr, VII, 396-397. Süleyman Ateş klasik tefsirlerin aksine, nefsi “Hz. Âdem’den ve evrimleşerek ikili cinsel üreme düzeyine ulaşmadan önceki insanlığın eşeysiz ilk kökeni veya genel olarak baba”, müstakar kelimesini “babaların belleri”, müstevda kelimesini de “annelerin rahimleri” olarak açıklamıştır III, 206-208.Bazı eski ve yeni tefsirlerde belirtildiği gibi meselâ bk. Taberî, VII, 286-291; İbn Atıyye, II, 326-327; İbn Âşûr, VII, 397 bu iki kavramı, insanın birbirini takip eden iki muayyen konumuyla sınırlamak yerine, bunların ilk yaratılıştan insanın varlığının devamı süresince içinde bulunduğu ve intikal etmeye hazır olduğu bütün konumlarına işaret ettiğini düşünmek daha isabetli olur. Buna göre insanoğlu başlangıcından itibaren varlığının her konumunda hem bir karar hem de intikale aday olma, emanet halinde bulunma durumlarını birlikte yaşar. Böylece o, cennet veya cehenneme varıncaya kadar, sırasıyla ilk nefsin özünde yani insanı saklayan ilk cevherde, babanın sulbünde, annenin rahminde, toprağın üzerinde, yerin altında ve haşir yerinde hem bir karar halini hem de gelecek intikale namzet emanet halini birlikte yaşar. Müstakâr bu hallerin ilkine, müstevda da ikincisine işaret etmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 445Enam Suresi 99. Ayet TefsiriAynı yağmurla sulandığı halde sayılamayacak kadar çok çeşitli cinslerde bitkiler veren yeryüzündeki tabiat hârikalarından bir demet sunulmakta ve bunların, şuursuz tabiatın, kör tesadüfün sonucu olmayıp yine o ulu kudretin eserleri olduğu bildirilmekte; bunların her birinde inanan insanlar için âyetler, yaratıcısına delâlet eden tecelliler bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 445Enam Suresi 100. Ayet TefsiriCin kelimesi ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri olan varlıkları ifade eder bilgi için bk. Cin 72/1-3.Tefsirlerde cin kelimesinin “örtülü, kapalı, duyularla algılanamayan” şeklindeki sözlük anlamı dikkate alınarak âyetteki cin kavramının, belirtilen terim anlamı yanında, melekleri ve şeytanları da kapsadığı yönünde açıklamalar yapılmıştır. Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, zararlarından korunmak için tedbirler alır, hoşnutluklarını kazanmaya çalışır, bunun için cinler adına kurban keserlerdi. Ayrıca onlar, cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine, şeytanların da şairlere ilham verdiğine inanır; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı İbn Âşûr, VII, 405. Nitekim başka âyetlerde de müşriklerin cinlere ve meleklere taptıkları Sebe’ 34/41; Zuhruf 43/20, Allah ile görünmez varlıklar arasında nesep bağı kurdukları Sâffât 37/158, melekleri Allah’ın kızları olarak düşündükleri Nahl 16/57; Sâffât37/149; Zuhruf 43/16; Tûr 58/39 bildirilmektedir. İbn Âşûr’un kaydettiğine göre Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. Özellikle bu son inançta Mazdeizm’in iki tanrılı inancının etkisi olduğu düşünülmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre âyette, bu âlem ve orada olup bitenlerin iki ayrı tanrıya bağlı bulunduğunu, bunlardan birinin iyilik tanrısı, diğerinin kötülük tanrısı olduğunu ileri süren inanca işaret edilmiştir XIII, 112-113. Nitekim İbn Abbas’a isnat edilen bir rivayette âyetin, Allah ve İblîs’in “iki kardeş” olduğuna, Allah’ın iyileri ve iyilikleri, İblîs’in de kötüleri ve kötülükleri yaratıp yönettiğine inanan “Zenâdıka” hakkında indiği belirtilmiştir Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 165. İslâmî kaynaklarda, Mecûsîliğin Zend Zend Avesta isimli kutsal kitabına inananlara “Zendî” denildiği, Arapça’daki zındık çoğulu zenâdıka kelimesinin buradan geldiği belirtilir. Ayrıca, eski kaynaklarda bu tür düalist dinlere Sineviyye de Seneviyye denilmektedir. Sonuç olarak âyette bu şekilde Allah’tan başka gözle görülmeyen bazı varlıkların da ulûhiyyetine inananlar; özellikle putperestlik yanında Sâbiîlik, şeytanperestlik, Mecûsîlik ve kısmen Yahudilik’le Hıristiyanlığın tevhide aykırı inançlarından etkilenmiş olan Araplar’ın bâtıl itikatları eleştirilmiştir.“Oysa onları da görünmez varlıkları Allah yaratmıştır” meâlindeki cümle, müfessirlerce “Halbuki bu varlıkları Allah’a ortak koşanların kendileri de onları Allah’ın yarattığını biliyorlardı” şeklinde anlaşılmıştır. Buna göre âyette müşriklerin, mahlûk olduğunu kabul ettikleri varlıkları hâlika ortak koşmalarının, böylece onlara ulûhiyyet tanımalarının bir çelişki olduğu ifade edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 446-447Enam Suresi 101. Ayet TefsiriBedî kelimesi Allah’ın ismi olarak kullanıldığında “Bir şeyi herhangi bir alete, temel maddeye, daha önce var olan örneğe, zaman ve mekâna ihtiyaç duymadan, yoktan ve eşsiz bir mükemmellikte yaratan” anlamına gelir ve sadece Allah için kullanılır. Bir önceki âyette müşriklerin, yüce Allah’ın birliğine ve kemaline aykırı düşen bâtıl inançları reddedilip, O’nun bu tür yakıştırmalardan münezzeh bulunduğu ifade buyurulduktan sonra bu âyette de tenzihin gerekçesi açıklanmıştır. Buna göre müşriklerin iddialarının aksine, gerek onların ulûhiyyet isnat ettikleri varlıkları gerekse bütün görünür ve görünmez mevcudatı, gökleri ve yeri kısaca bütünüyle evreni benzersiz bir şekilde yapıp yaratan Allah’tır. Bu durumda herhangi bir varlığı O’na ortak koşmak son derece anlamsızdır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 448Enam Suresi 102. Ayet Tefsiriİnsanlar, şuradan buradan edindikleri aslı olmayan derme çatma inançlardan vazgeçerek, Allah hakkında, bir önceki âyette belirtildiği şekilde inanç taşımaya çağrılmakta, O’ndan başka tanrı bulunmadığı, önceden olduğu gibi şimdi ve bundan sonra da her şeyin yaratıcısının O olduğu vurgulanmakta; insanlardan, burada belirtildiği şekilde oluşturdukları sahih imanlarını, uydurma tanrılara değil, yalnız Allah’a kulluk ederek ibadetle pekiştirmeleri istenmektedir. Çünkü O her şeye vekildir. Âyetin bu kısmında tevhidin en yüksek noktası gösterilmiş bulunmaktadır. Çünkü bu ifadeye göre gerçek ve adaletli bir şekilde yapıp yaratan, yaşatan, rızıklandıran O’dur; her varlığa kendi varlık mertebesinde lâyık olan imkân ve şartları hazırlama, sebepleri ve sonuçları düzenleme işlevi sadece O’na aittir; bundan dolayı güvenilip dayanılacak ve sığınılacak olan da O’ndan başkası olamaz. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 448Enam Suresi 103. Ayet Tefsiri“Arzulanan bir şeye ulaşma” anlamına gelen idrak, mecaz olarak “duyu organının duyulur şeyi algılaması veya aklın soyut bir varlık ya da mânayı kavraması” mânasında kullanılır. Buradaki kullanımında her iki anlamı da kapsamaktadır; yani “Gözler O’nu idrak edemez” ifadesiyle hem Allah’ın gözle görülür maddî ve cismanî bir varlık olmadığı hem de zâtından başka hiçbir varlık tarafından O’nun gerçek varlığının ve mahiyetinin bütünüyle bilinip kuşatılamayacağı ortaya konmuştur. Bu ifade ile özellikle maddî nesneleri, putları, heykelleri, resimleri tanrılaştıran, bunlara tanrısal aşkınlık ve kutsallık yükleyerek kendilerine sığınılan veya korkulan birer güç kaynağı gibi gören bütün dinler, inançlar ve bunlara dayalı tutumlar bilginleri, daha başka aklî ve naklî deliller yanında, özellikle bu âyete dayanarak Ehl-i sünnet’in düşündüğünün aksine, Allah’ın, dünyada olduğu gibi âhirette de görülemeyeceğini ileri sürerken Ehl-i sünnet bilginleri, âyetin bâki olan Allah’ı bu dünyada fâni gözlerle görmenin imkânsızlığına işaret ettiğini; âhirette ise, insanların ölümsüz hale getirilecek olan bedenlerindeki sonsuz bir görme imkânına kavuşturulmuş gözleriyle bâki olan Allah’ı görmelerinin mümkün olduğunu savunmuşlardır. Onlar, inkârcıların âhirette “rablerinden mahrum kalacaklarını perdelenmiş olacaklarını” bildiren âyeti de Mutaffifîn 83/15 bu iddialarına delil göstermişlerdir. Zira “mahrum olma perdelenme” ifadesi sadece inkârcılar için kullanıldığına göre müminler rablerini görebileceklerdir. Ancak bu görmenin keyfiyeti âhiretteki hal ve şartlara göre olacaktır. Yine Ehl-i sünnet’e mensup müfessirlere ait başka bir yoruma göre âyette Allah’ı görmenin tamamen imkânsız olduğundan söz edilmemekte, O’nun tam olarak idrak edilmesinin imkânsız olduğu bildirilmektedir. Şu halde eksik de olsa kulların O’nu görmeleri mümkün olacaktır Şevkânî, II, 170-171.Latîf ve habîr Allah’ın esmâ-i hüsnâsındandır. Latîf ismi Allah’ın sevgi, merhamet, hoşgörü, ihsan ve ikramıyla bütün mahlûkatla birlikte kullarına karşı çok lutufkâr olduğunu ifade etmesi yanında, özellikle habîr ismiyle birlikte kullanıldığında “her şeyi en ince ayrıntılarına kadar kusursuz bilen” anlamına gelmekte olup özellikle “bütün olup bitenler gibi kullarının hallerinden de eksiksiz haberdar olan” mânasındaki habîr ismiyle birlikte kullanıldığında ikinci mânada anlaşılması daha isabetli görülmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 448-449Enam Suresi 104. Ayet TefsiriBesâir kelimesi “kalbin nuru, kalpte hâsıl olan bilgi ve idrak” anlamına gelen basîretin çoğuludur. Beden gözüyle algılamaya basar, akıl ve zihin melekeleriyle algılamaya da basîret denir. Âyette, Allah tarafından geldiği bildirilen “basîretler”den maksat, hakka davet eden, kurtuluş yolunu gösteren âyetler ve özellikle yukarıda geçen tev-hid akîdesinin ispatına dair âyetler ile –Râzî’ye göre– Cenâb-ı Hakk’ın insan fıtratına bahşettiği, küfrü terkedip imana yönelme istidadı yani bilgi ve düşünme melekesidir XIII, 134. Buna göre Hz. Peygamber’in hakka davetini doğru bir şekilde kavrayan, bununla ilgili delilleri akıl ve düşünme yeteneğini isabetle kullanarak değerlendiren ve bu sayede hidayeti bulan kimse kendine iyilik etmiş; gurur ve kibre kapılarak bunun aksine davranan da kendine kötülük etmiş olur. Âyetin son kısmı, Hz. Peygamber’in, bu şekilde basîretsizliği yüzünden helâke doğru gidenleri koruma ve engelleme imkânının bulunmadığını bildirmektedir. Bunun bizzat Hz. Peygamber’in ağzından ifade edilmesi, müfessirlerin çoğunluğuna göre, âyetin başında veya bu son cümlesinden önce Resûlullah’a hitaben “de ki” şeklinde bir zımnî emrin bulunduğunu gösterir. Elmalılı Hamdi Yazır bu görüşü isabetsiz bularak meâlinde “bekçi” anlamı verilen hafîz kelimesine Allah’ı ifade edecek şekilde mâna verirken bk. III, 2020, tasavvufî hatta bir ölçüde vahdet-i vücûdcu bir yaklaşımı tercih eden Süleyman Ateş’e göre bazı âyetlerde görülen bu durum “vahyin Hz. Muhammed’in iç benliği ile ilişkisi”nden ileri gelmektedir ve aynı durum, mutasavvıfların “Hak sıfatıyla mevsûf insan” tanımıyla izah edilebilir bk. III, 216. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 450-451Enam Suresi 105. Ayet Tefsiri“Âyetlerin geniş geniş açıklanması” iki maksada bağlanmış olup ilki inkârcıların Hz. Muhammed’e “Sen Kur’an’ı, âyetleri iyi öğrenmişsin” demeleri, ikincisi de Allah Teâlâ’nın bilen bir kavme yani hak ve hidayeti bilip takip edenlere Kur’an’ı açık seçik tanıtmasıdır. Bir yoruma göre Allah’ın, âyetleri “geniş geniş açıklaması”nın sebebi, Hz. Peygamber’in onları kesin deliller olarak ortaya koyabilmesini sağlamaktır. O kadar ki, inkârcılar Resûlullah’a “Onları iyi öğrenmişsin” deme gereğini duyacaklardır. Başka bir yoruma göre inkârcılar âyetlerin bu açık seçikliği karşısında Resûlullah’ın onları başkalarından yani Ehl-i kitap’tan ders alarak öğrendiğini söyleyeceklerdir Şevkânî, II, 172. Bu ikinci yoruma göre yüce Allah’ın, âyetleri peyderpey, geniş geniş açıklayarak indirmesi, insanların bir kısmına Kur’an’ı açık seçik tanıtma amacı taşırken bir kısmının da Peygamber ve Kur’an’ı inkâr etmelerine sebep olmaktadır. Mutezile âlimleri, bu şekildeki bir yorumu, Allah’ın adaleti ve insanın sorumluluğu ilkesine aykırı buldukları için âyetteki “li-yeklû dereste” kısmının başındaki “li” edatının “âkıbet” ifade ettiğini düşünmüşlerdir. Buna göre söz konusu âyet “Biz âyetleri geniş geniş açıklarız; sonuçta da onlar kendi seçimleriyle inkâra yönelip bütün delilleri hiçe sayarak Hz. Muhammed’e Sen Kur’an’ı başkalarından okuyup öğrendin’ derler” şeklinde açıklanmalıdır. Bazı son dönem Sünnî müfessirlerin de bu son yorumu tercih ettikleri görülmektedir meselâ bk. Elmalılı, III, 2020; İbn Âşûr, VII, 422. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 451-452Enam Suresi 106-107. Ayet TefsiriHz. Peygamber’in görevi, insanları Allah’ın âyetlerine imana davet yanında, bizzat kendisinin de bunlara uyması, Allah’tan başka tanrı bulunmadığını ikrar etmesi ve böylece şirke sapanlardan uzaklaşmasıdır. Allah dileseydi onlar da şirk koşmazlardı; fakat ilâhî düzen ve hikmet, insanlardan kiminin kendi seçimleriyle iman etmelerine, kiminin de şirk, küfür gibi dalalet çeşitlerine sapmalarına imkân verecek şekilde tecelli etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in inkârcılar üzerinde koruyuculuk ve bekçilik yapmak gibi bir sorumluluğu yoktur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 452Enam Suresi 108. Ayet TefsiriZemahşerî, âyetteki sebb kelimesini genel olarak “eleştiri” mânasına alarak normal şartlarda yanlışlıkları ve kötülükleri eleştirmenin bir görev olduğunu, ancak eğer eleştiri eleştirilen durumdan daha zararlı ve yıkıcı sonuçlara yol açacaksa bundan kaçınmanın da bir görev olduğunu belirtmektedir II, 23. Bununla birlikte, birçok müfessirin de kaydettiği gibi, sebb kelimesi şetm yani “terbiye ve nezaketle bağdaşmayan çirkin sözler” demektir. Yanlış yolda olanları eleştirmek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ortaya koymak zorunlu olmakla birlikte; âyete göre, bunu hakaret, sövüp sayma gibi İslâm ahlâkının hilim, edep ve nezaket kurallarıyla bağdaştırılması mümkün olmayan bir üslûpla yapmak câiz değildir. Nitekim âyette hitabın, Hz. Peygamber’e değil de, diğer müminlere yöneltilmiş olması da bunu gösterir. Çünkü sövüp sayma zaten Resûlullah’ın ahlâkıyla bağdaşmadığı için ona böyle bir uyarıda bulunulmasına gerek yoktur. Bu âyete göre başkalarına, onların inançlarına ve kutsal saydıkları değerlere hakaret etmek İslâmî edep ve ahlâkla bağdaşmadığı gibi, İslâm’ın izzetine de zarar getirir. Esasen, Râzî’nin de belirttiği gibi XIII, 139, müşrikler putlara tapmakla birlikte Allah’a da inanıyorlardı. Bu yüzden durup dururken O’na hakaret etmeleri düşünülemez. Şu halde bazı müslümanların müşrikler ve inançları hakkındaki ölçüsüz sözleri onları taşkınlığa sevketmiş; doğrudan doğruya Allah’a sövmek maksadıyla olmasa bile, öfkeye kapılarak müslümanların kutsal inançlarına sövüp saymaya kalkışmışlardır. Bu âyette müslümanların bu durumlara imkân verecek söz ve davranışlardan kaçınmaları emredilmektedir. Âyette İslâm’ın tebliğ ve davet metoduna da işaret vardır. Buna göre bizim gibi başkalarının inanç ve kanaatleri de onlara göre değerlidir. Diyalog ve ikna etmenin yolu saygı ve nezaketten geçer. Hakaret ve küfür ise sadece muhatabın düşmanlık duygularını kabartır; inatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar.“Biz her ümmete kendi işlerini çekici gösterdik” meâlindeki cümle, Allah’ın insanlara inanç ve yaşayışları konusunda bir seçme imkânı bırakmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. İnsanların inanç ve telakkilerine, ahlâk ve yaşayışlarına tesir eden, sonuçta onların inanç ve davranışlarını beğenmelerini sağlayan birçok psikolojik ve sosyal sebep vardır ve her şey gibi bunlar da Allah’ın koyduğu kanunlar uyarınca oluşmaktadır. İnsanın asıl görevi ise akıl ve muhakeme gücü yardımıyla bu sebepleri aşarak Allah’ın âyetleri üzerine düşünmesi, hoşlanıp bağlandığı inancı ve hayatı sorgulamasıdır. İnsanlar, bilgisine ve dürüstlüğüne inanıp güvendikleri seçkin kişilerin görüşlerinden ve irşadlarından da yararlanıp aydınlanarak gerçeğe ulaşma imkânına sahiptirler; Allah insanlardan bu imkânı esirgememiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 453-454Enam Suresi 109. Ayet TefsiriMüşrikler Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmadıkları, Hz. Muhammed’in onu Tevrat ve İncil hakkında bilgi sahibi olanlardan ders alarak öğrendiğini iddia ettikleri için ondan peygamberliğini kanıtlayacak başka mûcizeler istiyor; o takdirde bu mûcizeye, dolayısıyla Hz. Peygamber’e inanacaklarına dair and içiyorlardı. Âyette Hz. Peygamber’den, mûcizeyi gerçekleştirmenin ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu açıklaması istenmektedir. Hz. Peygamber’in de bu gerçeği her vesileyle ifade ettiği, kendisinin ancak bir beşer olduğunu açıklıkla belirttiği görülmektedir Kehf 18/110; Fussılet 41/6.Bazı tefsirlerde işaret edildiği gibi, muhtemelen o dönemdeki müslümanlar, iyi niyetleri sebebiyle, inkârcıların mûcize istemekte samimi olduklarını düşündükleri için, Resûlullah’tan bu isteklere olumlu karşılık vermesini beklemişlerdi. Bu sebeple âyette “Mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” buyurularak müşriklerin samimiyetsizliğine dikkat çekilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 455Enam Suresi 110. Ayet TefsiriAllah Teâlâ, inkârcıların kalplerini veya akıllarını ve gözlerini ters çevireceğini, böylece eğriyi doğru, doğruyu eğri göreceklerini, önceden olduğu gibi mûcize gösterildikten sonra da inanmamakta ısrar edeceklerini bildiriyor. Çünkü niyetleri içtenlikle düşünmek ve hakikati bulmak değil, Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmaktır. Bu inatçı ve ters tutumları sebebiyle Allah da onları kendi hallerine bırakır, böylece azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 455Enam Suresi 111. Ayet TefsiriAllah müşriklerin istedikleri şekilde mûcize olarak onlara melekleri indirse, onları ölülerle konuştursa, daha başka türlü mûcizeleri önlerine serse yine de Allah dilemedikçe ve bundan önceki âyetin üslûbuna bakarak bundan cebirci bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Kur’an, kendine özgü üslûbu içinde, evrendeki bütün olup bitenler gibi insanların inanç ve amel hayatındaki gelişme ve değişmeleri de ontolojik bakımdan Allah’ın kuşatıcı iradesine bağlar ve bunu doğru bir tanrı akîdesinin gereği sayar. Buna göre müminin imanı da kâfirin inkârı da O’nun mutlak iradesi ve kanunları çerçevesinde oluşmaktadır; bunları Allah’ın kudret ve iradesinin dışında görmek, bazı şeylerin O’nun hâkimiyet ve tasarruf alanı dışında olup bittiği gibi yanlış bir sonuca ve kusurlu bir tanrı anlayışına götürür. Bununla birlikte Allah, yine kendi iradesi ve yaratmasıyla evrende sadece insanı akıl, irade gibi hakkı bâtıldan ayırma yetenekleriyle donatmıştır. Buna rağmen insan, müşrik Araplar gibi, içinde doğup büyüdüğü psikolojik ve sosyal şartların doğal tesirlerini aşamaz, insanî yeteneklerini kullanarak gerçeğin ve iyinin arayışı içinde olmaz, aksine bâtılda ısrar ederse, böylelerinin gözleri ve gönülleri iyice kararır. Allah’ın böylelerini zorla hakikate sevketmesimümkünse de meselâ bk. Enâm 6/35, 107, 112, 137 bu durum, O’nun koymuş olduğu görev, sorumluluk ve ceza-mükâfat düzeniyle uyuşmaz. Bu yüzden bir âyette “Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” Kehf 18/29 buyurulur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 455-456Enam Suresi 112-113. Ayet TefsiriDaha önceki âyetlerde geniş olarak bildirildiği üzere, Allah Teâlâ müşriklerin inat, inkâr ve türlü tecavüzleri karşısında Hz. Muhammed’i imtihan ettiği gibi, eski peygamberlerin hayatlarına dair birçok âyette gösterildiği gibi o peygamberlere de bazı ruhanî ve cismanî güçleri düşman kılıp onların mücadele etmekteki sabır ve sebatlarını denemiş; bu suretle, Allah’ın bu en seçkin kulları, ilâhî hakikatleri tebliğ ve yaşatma uğruna büyük mücadeleler sergilemişlerdir. Burada ifade buyurulduğu gibi Allah dileseydi o “insan ve cin şeytanları” düşmanlık yapamaz, aldatıcı ve kandırıcı telkinlerde bulunamazlardı. Allah’ın bunları peygamberlere düşman kılması, bir yandan peygamberlerin güçlükler karşısındaki sabır ve kararlılıklarını ölçmek; bir yandan da her bir ümmete, üstün ideallere ağır meşakkatleri, güçlü direnişleri yenerek ulaşılabileceğini; kişinin değerinin de bu yoldaki azim ve sebatıyla ortaya çıkacağını göstermektir. İlâhî irade dünya hayatını–imanla inkârın, hayırla şerrin– bir çatışma alanı yapmıştır. Hakkı yaşatmak ancak, daima direniş konumunda bulunan bâtılı etkisiz kılmakla mümkün olur. Allah’ın hikmetli yaratışı ve bu yaratmanın bir eseri olan insan aklı ve mantığı uyarınca, peygamberlerle onlara uyanların iman ve amellerinin değer kazanması için böyle bir mücadeleye gerek vardır. Kahramanlık şerefini sadece bir savaştan zaferle çıkanlar hak edebilirler. Dünyada insanın insan olmayandan farkı ve ayrıcalığı da buradadır.“İnsanların şeytanları”, bâtılı ve şerri seçmeleri yanında, hakkı temsil eden peygamberlere ve onları izleyenlere karşı düşmanlık bayrağını açanlar; “cinlerin şeytanları” da bu mücadelede insanların şeytanlarına destek olup onlara aldatıcı ve yıkıcı fikirler telkin eden mânevî güçlerdir. Çünkü, İslâm itikadına göre cinlerin de mümini kâfiri vardır cinler hakkında bilgi için bk. Cin 72/1-3.112. âyette zımnen “Yâ Muhammed! Düşmanı olan tek peygamber sen değilsin. Biz geçmiş peygamberlere insan ve cin şeytanlarını düşman yaparak onları da sıkıntılardan geçirdik” buyurulmak suretiyle bir bakıma Hz. Peygamber teselli edilmiştir. Ayrıca “Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak” ifadesi de, 113. âyetin beyanına göre, kalpleri bu şeytanların yaldızlı sözüne kanıp bu sözlerden hoşlanan, işlemekte oldukları fenalıkları devam ettiren inkârcılar için bir tehdit, Resûlullah için de bir teselli anlamı taşımaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 457-458Enam Suresi 114. Ayet TefsiriFahreddin er-Râzî’ye göre âyet bir bakıma, Hz. Peygamber bir mûcize getirirse buna inanacaklarına dair yemin eden bk. 109. âyet müşriklere bir cevap teşkil etmektedir. Buna göre Allah’ın, gerek fesahat ve belâgatı, gerekse açık seçik muhtevasıyla gerçekliği apaçık olan Kur’an’ı indirmesi, başka bir mûcizeye olduğu gibi, Hz. Peygamber’in doğruluğunu kanıtlamak için Allah’tan başka bir hakemin hükmüne de gerek bırakmamıştır XIII, 159. Üstelik hissî duyu organlarına hitap eden mûcizelerin delâleti müphem ve geçici, “mufassal bir kitap” olan Kur’an’ın delâleti ise açık, kesin ve kalıcıdır Elmalılı, III, 2033.Bu sûre Mekke’de inmiştir. Burada kayda değer bir Ehl-i kitap topluluğu yoktu; ancak özellikle yahudiler Mekke’ye ticarî seyahat yaptıkları gibi Araplar da yahudilerin yaşadığı bölgelere gidiyorlardı. Böylece Araplar Tevrat hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerinden haberdar olan ve henüz onunla herhangi bir nüfuz çatışmaları bulunmayan yahudiler de Kur’an hükümlerinin özü itibariyle Tevrat’la uyuştuğunu biliyorlardı. Âyette onların bu bilgisi de Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan bir delil olarak gösterilmiştir İbn Âşûr, VIII, 16. Âyetin son cümlesi her müslümana karşı doğrudan yöneltilmiş bir uyarı sayılabilir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 459Enam Suresi 115. Ayet TefsiriSıdk, “sözde ve işte doğruluk, dürüstlük, gerçeğe uygunluk”; adl de “bir sözün veya işin yerli yerince, hak ve nesafet kaidelerine uygun olması; hiçbir zulüm, haksızlık ve aşırılık unsuru taşımaması” demektir. Âyette Allah’ın sözünün yani kelâmının, belirtilen değerleri eksiksiz taşıdığı ve bu niteliklerini değiştirmenin de mümkün olmadığı vurgulanıyor. Nitekim Râzî de, âyeti geniş olarak açıkladıktan sonra okuyucusuna hitaben, “Kur’an bahislerinin bu iki kısma yani haber bildiren ve yükümlülük getiren âyetler grubuna ayrıldığını bildiğine göre, biz deriz ki eğer bir âyetin konusu haber grubuna giriyorsa Allah’ın kelâmı sıdk doğruluk ve gerçeklik bakımından; eğer yükümlülük grubuna giriyorsa adalet bakımından eksiksiz ve mükemmeldir. Bu, son derece güzel bir tesbittir” XIII, 161 demektedir. Böylece âyette Allah kelâmının, diğer bütün üstün nitelikleri de kapsayan dört temel niteliğine işaret edilmiştir Tam ve mükemmel oluşu, doğru ve gerçek oluşu, âdil oluşu, değiştirilemez ve tahrif edilemez oluşu. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 459-460Enam Suresi 116. Ayet TefsiriKur’an dilinde zan, çoğu yerde “delile dayanmadığı, bu yüzden de hatalı olduğu halde sahibinin gerçek ve sahih saydığı inanç” anlamında kullanılır. Müfessirler genellikle âyet metnindeki yahrusûn fiilini “yalan söylerler” mânasında anlamışlarsa da İbn Âşûr kelimenin buradaki mânasının “temelsiz tahminde bulunurlar” anlamına geldiğini arz kelimesi hem bütünüyle “dünya” hem de belli bir “ülke” veya “şehir” bk. Mâide 5/21; İsrâ 17/104 anlamında kullanılır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki arz ile bütün dünya kastedilmiştir; ancak bu âyette sadece Mekke’nin ve Mekkeli müşriklerin söz konusu edildiği görüşü de vardır Şevkânî, II, 179. Asıl vurgulanan husus, dinî ve dünyevî meselelerde insanların çoğunluğunun belli bir görüş, inanç ve yaşayış biçimini seçtiğine bakarak, sadece buradan hareketle bunun doğru olduğunu zannetmenin ve onlara uymanın her zaman isabetli olmayacağıdır. Zira bu çoğunluk, inançlarını ve hayat tarzlarını oluşturup belirlerken aklıselime, gerçek bilgiye ve temiz vicdana dayanmak yerine –Mekke müşriklerinde görüldüğü gibi– kuruntulara, zan ve tahminlere de dayanıyor olabilirler. Bu sebeple Hz. Muhammed’in şahsında müslümanlar, inanç ve yaşayışlarını, nefsânî meyil ve güdüler, zan ve tahminler veya yalanlar üzerine kuran çoğunluğu taklit edip onlara uymaktan sakındırılmıştır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 460Enam Suresi 117. Ayet Tefsiriİnsanlar inanç ve yaşayış bakımından genellikle “Allah’ın yolundan sapanlar” ve “doğru yolda gidenler” şeklinde ikiye ayrılmış; kimlerin yoldan saptığını, kimlerin hak yolda olduğunu Allah Teâlâ’nın çok iyi bildiği belirtilerek, dolaylı bir ifadeyle, yalan ve kuruntularla yollarını belirleyen dalâlet ehline güvenmek ve bağlanmak yerine, Allah’a güvenip bağlanmak, hakikati tayinde sadece O’nu ve O’nun bilgi hazinesi olan Kur’an’ı rehber kılmak gerektiğine işaret edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 460-461Enam Suresi 118. Ayet TefsiriBir önceki âyetin sonunda yoldan sapmışlarla hidayette olanlardan söz edilmişti. Burada ise hidayet ehli olan müslümanlardan, “bismillâh…” diyerek veya başka şekillerde Allah’ın ismi anılmak suretiyle kesilen yahut avlanan hayvanlardan yemeleri istenmekte olup bu istek buyruk değil, “yiyebilirsiniz” anlamında izin ibâha ifade eder. Müşrikler putların ve cinlerin adını anarak da hayvan kesiyorlardı. Âyette bu uygulama yasaklanmaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 462Enam Suresi 119. Ayet TefsiriHafâcî’nin kaydettiği bir rivayete göre ilk dönem müslümanlarından bir kısmı, zühd ve takvâ olsun diye bazı önemli gıda maddelerini kendilerine yasaklıyorlardı. Âyette böyle bir tutumun doğru olmadığına işaret edilmiştir bk. İbn Âşûr, VIII, 33. Ancak Taberî, kendisinin ilk müslümanlar arasında böyle bir anlayış bulunduğunu gösteren bir bilgiye rastlamadığını belirtiyor VIII, 12. Bu âyetin ifadesi karşısında da, vejeteryen anlayışın kişisel bir tercih olmaktan öte kendisi için dinî bir dayanak bulması mümkün değildir. Zira yüce Allah, açlıktan ölmek gibi bir çaresizlik dışında hangi şeylerin yenilmesinin haram olduğunu “Oysa Allah … haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır” cümlesiyle hangi âyetin kastedildiği hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ifade ile, yenilmesi haram olan şeyleri açıklayan Mâide sûresinin 3. âyetine atıfta bulunulmuştur. Ancak Enâm sûresi Mekke’de, Mâide sûresi ise Medine’de indiğinden bu görüş isabetli görülmemektedir. Râzî ise söz konusu ifadeyle, bu sûrenin az sonra gelecek olan 145. âyetinin kastedildiği zaruret halinde haram kılınan şeylerden yenilmesine izin verilmiştir. Ancak zaruret halinin tesbitiyle ilgili kesin ölçüler belirlenmesi önemli güçlükler taşır; bu durum büyük ölçüde vicdanî bir meseledir. Bu sebeple âyetin sonunda “Muhakkak ki rabbin haddi aşanları çok iyi bilir!” buyurularak bu ruhsatı istismar etmeye kalkışacak olan kötü niyetli kimseler uyarılmıştır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 462-463Enam Suresi 120. Ayet TefsiriBir önceki âyetin son cümlesiyle bağlantılı olarak bu âyet “Kötülüğü alenen yapmaktan da gizli yapmaktan da sakının” veya “Zina, hırsızlık gibi açık ve fiilî kötülükleri de; kibir, kıskançlık gibi gizli kötülükleri de bırakın” mânasında anlaşılabilir. Bir görüşe göre bu âyetle zinanın gizli yapılmasını helâl sayan Câhiliye Arapları’nın bu anlayışı reddedilmiştir Râzî, XIII, 167. Ancak âyette her türlü kötülüğün açıktan yapılmasının da gizlice yapılmasının da haram kılındığını düşünmek daha isabetli olur. Elmalılı M. Hamdi, haklı olarak “Bu âyet, alelumum ahkâm-ı hürmet hakkında bir asl-ı küllî beyan etmektedir” der III, 2039. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 463Enam Suresi 121. Ayet TefsiriBurada ister kendiliğinden ölmüş olsun, ister kesilerek öldürülmüş olsun, Allah’ın ismi anılmadan kesilen hayvan etinin yenilmesi yasaklanmıştır. İmam Mâlik’e göre, kasten de olsa unutkanlık veya bilgisizlik neticesinde de olsa, Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. Hanefîler’e göre sadece kasıtlı olarak Allah’ı anmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. İmam Şâfiî ise âyetin asıl maksadının Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kılmak olduğunu düşünerek, böyle bir niyet bulunmadığı sürece, bilerek de olsa bilmeden de olsa, Allah’ın ismi zikredilmeden kesilen hayvanın etinin yenilebileceği hükmüne varmıştır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 463Enam Suresi 122. Ayet TefsiriBir önceki âyette müşriklerin, şeytanların telkinleri altında müminlere karşı mücadele açmasından söz edildikten sonra bu âyette, belirtilen iki kesimin durumu parlak bir temsille değerlendirilmektedir. Burada müminlerin İslâm’ı kabul etmelerinden önceki durumu, bir ölü gibi bütünüyle hayır ve faydadan yoksun kalmış olanın durumuna benzetilmiştir. Çünkü küfür ve şirk, insanın hakkı bâtıldan ayırarak kurtuluş yolunu bulmasına engel olur. Buna karşılık Allah’ın kendisine İslâm’ı nasip ettiği kişi ise, yeniden hayata kavuşmuş insan gibi, gerçeği gerçek olmayandan, doğru ve yararlı olanı yanlış ve zararlı olandan ayırt etme imkânına kavuşmuştur; böylece iman nuruyla zihni ve kalbi aydınlanan kişinin bu sayede yolu da aydınlık olur. İnkâra saplanmış olan için ise, küfrü devam ettiği sürece karanlıktan kurtuluş ümidi de kalmamıştır. 121. âyette belirtildiği üzere inkârcılar, şeytanların telkin ettiği vesveselerle muhâkeme ve değerlendirme disiplinlerini kaybettikleri için yaptıkları çirkin işler de artık kendilerine güzel gösterilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 464Enam Suresi 123. Ayet TefsiriSözlükte karye kelimesi “köy, kasaba” demek olup Kur’an’da “belde, şehir, ülke” gibi daha genel mânada da kullanılmaktadır. İyilerin ve kötülerin belli olması için Allah’ın koyduğu kanun uyarınca, henüz müşrik zorbaların hâkim olduğu Mekke’de olduğu gibi, gerek o dönemdeki gerekse geçmişteki nice toplumlarda, şehir veya ülkelerde de insanları hak ve hayırdan alıkoymak maksadıyla hile ve tuzaklar kuran yöneticiler olmuştur. Allah böylece insanları kötüler ve kötülüklerle imtihan eder ki imanda, hak ve hayır yolunda sebat edenler de inanç zafiyetinden ötürü kötülüğe teslim olanlar da belli olsun. Aslında hakka karşı tuzak kurmaya kalkışanlar, farkında olmadan, ancak kendilerine tuzak kurmuş olur, kendi ruhlarını ve ebedî hayatlarını tahrip Âşûr’a göre bu âyet, statik ve bâtıl geleneklerin kökleştiği yerleşik toplumlara göre göçebe ve iptidaî toplulukların daha saf fıtratta, doğruyu kabule daha yatkın durumda olduklarına işaret eder VIII, 47. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 465Enam Suresi 124. Ayet TefsiriMüfessirlerin çoğunluğuna göre âyet, müşriklerin ileri gelenlerinin Hz. Peygamber’e karşı kıskançlıklarını dile getirmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre de “Onlar, hüccet ve deliller bekledikleri için değil, aşırı kıskançlıkları yüzünden inkârda daima ısrarlı olmuşlardır” XIII, 175. Esasen tarihin bütün dönemlerinde ve günümüzde inkârcılık veya bâtıl inançlarda ısrar etmenin temelinde çoğunlukla kıskançlık, gurur ve kibir, yanlış geleneklerin veya telkinlerin etkisini aşamama gibi psikolojik sebepler bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in risâletini kıskanan Velîd b. Mug^re, Ebû Cehil gibi Mekke ileri gelenleri de oğullarının çokluğunu, soylu veya zengin olduklarını gerekçe göstererek kendilerinin yahut kendi kabilelerinden birinin peygamberliğe daha lâyık olduğunu ileri sürmüşlerdir bk. Râzî, XIII, 175. Âyette bu tür iddialara “Allah, elçiliğini kime vereceğini çok iyi bilir” şeklinde cevap verilmiştir. Bu ifade bize peygamberliğin kesbî insanın istemesi ve gayret göstermesiyle elde edebileceği bir makam olmadığını, Allah’ın birine peygamberlik vermesinin sadece O’nun bir lutfu olduğunu göstermektedir. Ancak Allah, mutlak irade ve tasarrufuyla, peygamberliği lutfedeceği kişiyi yüksek ahlâkî ve zihnî melekelerle donatır. Buna karşılık kendilerini de peygamberliğe lâyık görenlerin ruhları isyan, kıskançlık, hile ve desisecilik, gurur ve kibir gibi fenalıklarla kirlenmiş olup buna rağmen Peygamber’i tanımamaya, cürümler işlemeye devam ettikleri için, kibirlerine karşılık aşağılık ve zillete, isyanlarına karşılık da azaba mâruz kalacaklardır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 465-466Enam Suresi 125. Ayet TefsiriBir önceki âyette bildirildiğine göre müşrikler, Allah’ın elçilerine verilenlerin benzerleri kendilerine de verilmedikçe asla inanmayacaklarını ilân etmişler, güya zâhirî bazı sebeplere dayanarak kendilerini de peygamberliğe lâyık görmüşlerdi. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’ın evrende mutlak geçerli olan küllî kanunları insanların inanç ve amel hayatında da geçerlidir ve bütün zâhirî sebeplerin ötesinde asıl ve gerçek sebeptir. O, küllî kanunları uyarınca, birinin hidayete ulaşmasını dilerse onun gönlünü İslâm’a açar, onu sevdirir ve kabul ettirir; eğer birinin haktan uzak kalmasını istiyorsa onun da kalbine hakkı benimseyip sevmesini engelleyici bir darlık ve sıkıntı ikinci konumdaki kimselerin yaşadığı psikolojik durumun göğe doğru yükselenlerin hissettiği fizyolojik sıkıntıya benzetilmesi ilgi çekicidir. Zira bilindiği gibi, yükseğe çıkıldıkça hava basıncı düşer ve irtifaın artması oranında nefes almak da güçleşir. Böyle bir tabiat kanununun henüz bilinmediği bir dönemde Kur’an’ın bu kanunu açıkça ifade etmesi onun kesin bir mûcizesidir. Bunun kadar önemli olan diğer bir husus da menfi duyguların etkisinde kalan insanların yaşadığı psikolojik sıkıntıların ve açmazların bu âyette mükemmel bir şekilde teşhis ve veciz bir benzetmeyle tasvir edilmiş olmasıdır. Buna göre kötü niyet, kıskançlık, inatçılık, gurur ve kibir, zevk ve menfaat tutkusu gibi psikolojik âmillerin etkisine kapılan kâfirler akıllarını duygularına kurban ederler; bu tutumda ısrar ettikçe, tıpkı yükseldikçe nefes alma güçlüğü çekenler gibi, Müslümanlık ve müslümanlar karşısında giderek artan bir sıkıntı ve huzursuzluk hissederler; hak ve hidayet üzerine rahat ve sağlıklı düşünme imkânından gittikçe uzaklaşırlar; İslâm’ın anlatılması canlarını sıkar, inat ve inkârlarını arttırır, haksız davranışlara sevkeder; böylece ebedî hayat ve kurtuluş demek olan hidayete ulaşma imkânını da giderek kaybederler. Bütün bunlar, Allah’ın küllî kanunlarının zorunlu bir sonucu olarak, olumsuz duygu ve tutkularının, kötü niyetlerinin esiri olanlar için kaçınılmaz bir durumdur. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 467-468Enam Suresi 126-127. Ayet Tefsiriİlk âyet, inkârcıların tuttukları dalâlet yolunun zıddı olan hidayet yolunun özelliğini, 127. âyet de bu yoldan gidenlerin ulaşacakları huzur ve mutluluğu dile getirmektedir. Buna göre Allah’ın, ruhunu ve gönlünü İslâm’a açtığı, bu sayede iyi niyetli olan ve sağlıklı düşünen insanlar tarafından benimsenen İslâm, Hz. Peygamber’in rabbi olan Allah’ın dosdoğru gerçeğe ve mutluluğa götüren yoludur. Böylece Kur’an doğru yolu da eğri yolu da açık seçik bildirmiştir. Fakat bundan ancak öğüt ve ibret almaya niyetli olanlar yararlanırlar; bu sayede onlar rableri nezdinde esenlik yurdunu, bütün güzelliklerin yaşanacağı cenneti; ayrıca hayırlı amelleriyle, bütün nimetlerin en yücesi olmak üzere, Allah’ın dostluğunu âyetteki “esenlik yurdu” tabirini, müslümanların doğru inançları ve temiz yaşayışları sayesinde gerçekleştirecekleri düzenli, huzurlu, güvenli ve mutlu bir ülke veya dünya hayatı şeklinde anlamak da mümkündür. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 468Enam Suresi 128. Ayet TefsiriÖnceki âyetler grubunda Allah’ın doğru yola ilettiği, ayrıntılı olarak açıklanan âyetler üzerinde düşünerek onlardan gerekli ders ve öğütleri alan ve bu sayede “esenlik yurdu”nu cennet kazanan müminlerin bu güzel âkıbetinden söz edildikten sonra bu âyette de vukuu kesin olan, kesin olduğu için de sanki gerçekleşmiş gibi geçmiş zaman fiilleriyle söz edilen mahşerden müşrikler ve inkârcılarla ilgili bir tablo sergilenmektedir. “Cinler”den maksat, 112. âyette belirtilen “cinlerin şeytanları”dır. Şeytanlar insanlarla çok uğraşmışlar, onları dalâlete sevketmişler, kendi yandaşları yapmışlar; böylece müşrikler onların dostları olmuşlardır. Yüce Allah mahşerde cinleri şeytanlar bu yaptıkları yüzünden suçladığında müşrikler sanki bu dostluğun bir gereği olarak “Yâ rabbi! Biz birbirimizden yararlandık; biz onlardan faydalandık, onlar da bizden faydalandılar” diyecekler. Buna göre şeytanlar müşriklerin kötü arzu ve isteklerini kolaylaştırmışlar, zevklerin ve hazların kapılarını açmışlar; onlara şeytanlara bağlanmak suretiyle onların yandaşlarının sayılarını çoğaltmışlardır. Âyetin bu kısmı kötülük âmilleri olan şeytanlarla inkârcılar arasında her devirde geçerli ve sorumluluğu gönüllü paylaşacak kadar ileri olan derin bir ilişkiyi dile getirmesi bakımından ilgi çekicidir. Ancak onlar, İslâm’ın gerçeklerine karşı şeytanlarla birlik olup mücadele verenler için Allah’ın tanıdığı müddetin sonsuz olmadığını mahşerde anlayacaklardır. “Bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık” şeklindeki ifadeleri, artık mühletlerinin dolduğunu, Allah’a teslim olmaktan başka çıkar yolları bulunmadığını gösteren samimi bir itiraftır. Zira bu, artık kötüler için bütün çarelerin bittiği bir andır. Ne var ki geç kalmış bu itiraf işe yaramayacak ve Allah Teâlâ onlara “İçinde ebedî kalacağınız yer ateştir” buyuracaktır. Hemen bu tehdidin ardından gelen “illâ mâşâallah” şeklindeki istisna ifadesi farklı yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Bir görüşe göre bu, “Allah dilerse bu ebedîliği bir müddet sonra sona erdirir”; başka bir görüşe göre de “Allah, dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtarır” anlamına gelir. Bunlardan ilki cehennemin sonlu olacağı, ikincisi ise bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebediyen kalmaktan kurtulacakları ihtimalini hatıra getirmektedir. Oysa başka birçok âyette her iki ihtimali de ortadan kaldıran açıklamalar mevcuttur. Bu sebeple söz konusu istisnayı, bazı insanları sürekli olarak cehennemde bırakmanın, Allah için bir mecburiyet olmadığı, O’nun hür irade ve isteği ile olduğu şeklinde anlamak daha isabetli görülmüştür. Nitekim Hûd sûresinin 107. âyetindeki benzer bir ifadenin ardından “Rabbin gerçekten istediğini yapar” buyurulması da bunu göstermektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 469-470Enam Suresi 129. Ayet TefsiriŞeytanlar insanlara kötülük işletmiş, insanlar da kendi tercihleriyle onlara uyarak kötülük işlemişler ve böylece kendi rızâlarıyla kötülüğe iştirak etmelerinden dolayı Allah onları birbirinin dostları yapmıştır. Şu halde benimsedikleri inançlar, yaptıkları işler, tuttukları yollar aynı olanlar birbirinin dostlarıdırlar ve âkıbetleri de aynıdır. Mümin müminin, münkir münkirin, zalim de zalimin dostudur ve âyetin beyanına göre bu, ilâhî bir yasadır. Buna göre bir mümin bir münkire veya zalime, onunla dostluk kurmak için değil, onu inkâr ve zulmünden vazgeçirmek için yaklaşmalıdır; dostluk ise ancak bu sağlandıktan sonra kurulabilir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 470Enam Suresi 130. Ayet Tefsiriİnsanoğlunun, imanla inkâr arasında nihaî bir tercih yapmakla karşı karşıya bulunduğu, fakat aklının, bilgisinin, bütün beşerî imkânlarının doğruyu bulmakta yetersiz kaldığı kaderinin en kritik anında, Allah’ın engin rahmetinin eseri olarak gönderdiği peygamberler, ebedî kurtuluşlarını düşünen insanlar için nihaî bir fırsattır. Âyette, “İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle mahşer günüyle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” şeklindeki bir soru ifadesiyle bu büyük fırsatı kaçırmış olanların yaptıkları korkunç hataya dikkat çekilmekte, bir bakıma insanlar, böyle bir soru ve suçlamayla karşılaşmadan önce uyarılmaktadır. Zira dünyanın aldatıcı zevklerine, çıkar kaygısı veya benlik davası gibi yıkıcı duygulara kapılarak peygamberlerin tebliğlerini hiçe sayan veya onları etkisiz kılmaya çalışan ve bu suretle hüsranı tercih edenlerin, mahşerde bu kaçınılmaz soruyla karşı karşıya kalınca kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik etmekten başka çareleri kalmayacaktır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 471-472Enam Suresi 131-132. Ayet TefsiriBu âyetlerde Allah Teâlâ’nın adalet ve rahmeti vurgulanmıştır. O, hem ülke ve milletler hakkında, hem de tek tek insanlar hakkında adaletle muamele eder; bundan dolayı da peygamberler göndererek insanlığa lâyık inanç ve hayat düzeninin ne olduğunu bildirmeden, sapkınlığa düşmüş olan ülke ve milletleri, gerçeklerden habersizken çöküşe mâruz bırakmaz. Ayrıca O, her bir ferdin derecesini yaptıklarına göre belirler. Çünkü Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. Hiçbir şey O’nun ilminin dışında kalmadığı için insanları amellerine göre derecelendirmekte de hata etme ihtimali yoktur. Kaynak Enam Suresi 133-134. Ayet TefsiriAllah ganîdir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, insanlardan yapmalarını istediği işleri bunlara muhtaç olduğu için istememektedir; O, merhametli olduğu için muradı insanları sıkıntıya sokmak da değildir. Fahreddin er-Râzî, Allah’ın kullarını mükellef kılmasını O’nun ihsan ve rahmetine bağlar XIII, 201. Zira bütün mükellefiyetlerin temelinde doğruyu, hakkı bilip ona inanma ve iyi olanı yapma ödevi vardır; insanı öteki canlılardan ayıran ve onu gerçekten insan yapan, bu ödev bilinci ve uygulamasıdır. Tarih boyunca yüce Allah, haktan ve iyilikten uzaklaşan, bu suretle insanlık değerini de yitirmiş olan nice kavimlere, merhametinin eseri olarak hallerini ıslah etmeleri için mühlet vermiş; en sonunda da kendilerini ıslah etmeyenleri ortadan kaldırarak yerlerine başka nesiller getirmiştir. İnsanlığın bu sürekli yenilenişi ve gelişmesi 133. âyette hem Allah’ın zenginliğinin hem de rahmetinin neticesi ve delili olarak gösterilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 473Enam Suresi 135. Ayet TefsiriBurada, bütün uyarılara rağmen Hakk’ın yolunu tanımayanlara bir ihtar ve ikaz vardır; ayrıca Hz. Peygamber’e de kendi görevini azim ve ümitle devam ettirmesi telkin edilmiştir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 473Enam Suresi 136. Ayet TefsiriHem Allah’ın varlığına inanan hem de cinlerin, meleklerin ve ölmüş atalarının sembolleri olarak düşündükleri, bu sebeple de kendilerine şefaatçi olacaklarına inandıkları putları Allah’a ortak koşan Câhiliye Arapları ziraî ürünleriyle hayvanlarından bir pay Allah’a, bir pay da ilgi ve şefaatlerini umdukları aile veya kabile putlarına adarlar, Allah’a adadıklarını misafirlere, yoksullara, yetimlere vb. muhtaçlara harcarlar, putlara ayırdıklarını da onların önünde icra edilen âyinlerde ve putların bakımı gibi hizmetlerde kullanırlardı. Bu bâtıl geleneğe göre, Allah’ın bu mallara ihtiyacı olmadığı düşünülerek, Allah için ayrılandan putların payına aktarma yapılabilir, fakat putların payından Allah’a ayrılana aktarma yapılmazdı. Yıl sonu geldiğinde müşrikler Allah için adadıklarından artakalanı kendilerine harcar, fakat putların payından artana dokunmazlardı. Câhiliye döneminin bazı bâtıl yasalarının,hüküm ve uygulamalarının eleştirildiği bölümün ilki olan bu âyette asıl üzerinde durulan husus, Câhiliye Arapları’nın, yalnız inançta değil, harcamalarında, hayır ve hasenatlarında da putları Allah’a ortak koşmaları, hatta O’ndan daha üstün tutmalarıdır. Burada ayrıca, daha genel bir yaklaşımla, Allah’tan başkası uğruna harcama yapmayı Allah rızâsı uğruna harcama yapmaktan daha önemli gören anlayışlara da dolaylı bir tenkit bulunduğu düşünülebilir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 475-476Enam Suresi 137. Ayet TefsiriCâhiliye Arapları’nın sapkınlıklarından biri de çocuklarını öldürme şeklindeki uygulamalarıdır; ortakları bunu onlara iyi bir şey gibi göstermiştir. Klasik tefsirlerde bu âyet açıklanırken, bazı Araplar’ın geçim sıkıntısı veya özellikle kabile savaşları yüzünden ileride esir düşerek câriye haline getirilip fuhşa sevkedilebilir kaygısıyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürdükleri hatırlatılarak âyette bu acımasız geleneğe işaret edildiği belirtilmektedir bk. Cevâd Ali, IV, 651-652. Süleyman Ateş, Araplar’da bu uygulamanın nâdiren görüldüğünü ve toplumda hoş karşılanmadığını belirterek âyette geçen “zeyyene” kelimesinden hareketle, burada işaret edilen “evlât öldürme” uygulamasının başka milletlerden alınmış olduğunu ifade eder. Ona göre müşriklere evlâtlarını öldürmeyi öğütleyen put bakıcıları, belki de evlâdı Allah için kurban etmenin, Hz. İbrâhim’den kalma büyük bir ibadet olduğunu söylüyorlardı. Câhiliye çağında bir adam, şu kadar çocuğu olduğu takdirde bunlardan birini kurban edeceğine yemin ederdi. Nitekim Abdülmuttalib, kendisini koruyacak kadar oğlu olduğu takdirde birisini kurban etmeyi adamıştı III, 240. Ancak –çeşitli tarihî bilgiler yanında– özellikle İkinci Akabe Biatı sırasında Medineli müslümanların, Câhiliye döneminde yaygın olarak işledikleri başlıca günahlardan vazgeçtiklerine dair söz verirken bunlar arasında evlât öldürme suçunu da sıralamaları Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 154 ve Resûlullah’ın mümin kadınlardan aldığı biattan söz eden âyette bu şarta da yer verilmesi bk. Mümtehine 60/12 bu uygulamanın pek de nâdir olmadığını Câhiliye Arapları’na evlâtlarını öldürmeyi iyi gibi gösterdikleri belirtilen ortaklardan maksadın insan ve cin şeytanları veya özellikle put bakıcıları olduğuna dair görüşler vardır bk. Râzî, XIII, 206. Bu son anlayışa göre bir tür din adamları olan put bakıcıları, ataları olan İbrâhim ve İsmâil’in dinine uyduklarını zanneden müşrik Araplar’a, Allah’a kurban etmek maksadıyla çocuk öldürmenin, ataları İbrâhim ve İsmâil’in dininden kalma, kendilerini Allah’a yaklaştıran güzel bir gelenek olduğunu telkin etmişler ve bu şekilde dinlerini bozmak, karıştırmak suretiyle böylesine büyük bir cinayeti onlara bir ibadet gibi benimsetmiş, sevdirmişlerdi Mevdûdî, I, 523-524. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 476-477Enam Suresi 138. Ayet TefsiriBurada Câhiliye Arapları’nın bazı hayvanlar ve ziraî ürünlerle ilgili geleneksel uygulamalarına işaret edilmektedir. Buna göre Araplar söz konusu varlıkları üç kısma ayırırlardı Bunlardan tanrıları için adadıklarından sahipleri yiyemez; ancak put bakıcıları, kutsal mekânların hizmetçileri veya buraları ziyarete gelenler gibi mal sahiplerinin uygun gördüğü kimseler yararlanabilirdi. Bahîre, sâibe, vasîle ve hâm isimleriyle andıkları bir kısım hayvanlara binmeyi yasaklar bk. Mâide 5/103, bir kısmını keserken de Allah’ın adını özellikle anmazlar, bir rivayete göre bunları putlarının adını anarak keserlerdi Râzî, XIII, 207. Âyette dolaylı olarak bu tür uygulamalar şirk dininin kalıntıları sayılmakta ve ilga edilmekte; müşriklerin, icat ettikleri bu tür bâtıl uygulamalar yüzünden cezalandırılacakları bildirilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 477Enam Suresi 139. Ayet TefsiriAyette câhiliye döneminde hayvanlarla ilgili hükümlerin dördüncüsüne işaret edilmektedir. Buna göre bahîre ve sâibe diye adlandırdıkları adak hayvanlarının sağ olarak doğan yavrularını sadece erkekler yiyebilir, ölü doğan veya doğum esnasında ölen yavruyu ise hem erkekler hem de kadınlar yiyebilirdi. Buradan, Câhiliye Arapları’nın kadınları bazı haklardan yoksun bıraktıkları, ayrıca ölü hayvanın etini yedikleri anlaşılmaktadır. İbn Âşûr, âyette ezvâc kelimesinin kullanılmış olmasını dikkate alarak, canlı yavrunun yenilmesinin sadece evli kadınlara yasaklanmış olduğunu belirtir. İbn Âşûr’a göre muhtemelen onlar, eğer eşleri bu yavruların etlerinden yerlerse kısırlık, aile geçimsizliği, boşanma gibi bazı uğursuz sonuçların doğacağına inanıyorlardı başka yorumlarla birlikte bk. VIII, 110-111. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 477Enam Suresi 140. Ayet TefsiriMüşrik Araplar’ın, ailenin geçimi hususunda bir yük saydıkları veya ileride savaşlarda esir düşerek ailenin onurunun zedelenmesine sebep olacaklarından kaygılandıkları için kız çocuklarını öldürmeleri, Allah’ın rızık olarak verdiği ve helâl kıldığı hayvanların etlerinden yemeyi kendilerine yasaklamaları ve üstelik Allah’ın hükmünün böyle olduğunu ileri sürerek Allah hakkında hükümler uydurmaları kendilerini hüsrana ve sapkınlığa götüren bir beyinsizlik ve bilgisizlik şeklinde değerlendirilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 477-478Enam Suresi 141-142. Ayet TefsiriArapça’da cennet çoğulu cennât kelimesi “bahçe” anlamına gelirse de, âyetin devamındaki “marûşe” çardak kelimesi dikkate alındığında cennât kelimesini “bağlar” şeklinde tercüme etmek daha isabetli olur. Zemahşerî, “muhtelifen ükülühû” ifadesini “rengi, tadı, hacmi ve kokusu değişik” şeklinde açıklamıştır II, 44. Yukarıdaki âyetlerde bazı Câhiliye uygulamalarının hükümsüz olduğu belirtildikten sonra burada tekrar sûrenin asıl konusu olan itikadî meselelere dönülerek yeryüzünü türlü nimetlerle bezeyen yüce Allah’ın kudretinin sınırsızlığına ve buna işaret eden delillerin zenginliğine dikkat çekilmesi yanında; müşriklerin, yukarıda değinilen telakkilerinin aksine, sahiplerinin bu tür meyve, ekin ve hayvanların ürünlerinden ve genel olarak Allah’ın insanlar için yarattığı rızıklardan istifade etmenin temelde mubah olduğu, bu sebeple onlardan öncelikle kendilerinin yemeleri veya kullanmalarında bir sakınca bulunmadığı; bunun yanında, başkalarının da bu ürünlerde zekât, sadaka, nafaka, komşu hakkı gibi hakları olduğu belirtilmekte ve bu hakkın ödenmesi emredilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 479Enam Suresi 143-144. Ayet TefsiriTefsircilerin ittifakla belirttiklerine göre, müşrik Araplar, bazı hayvanların etlerinin yenilmesini haram saymışlar ve haksız olarak bunun Allah’ın bir hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdi. Âyette eti yenilen hayvanlardan koyun, keçi, deve ve sığır türleri özellikle zikredilerek onların bu hayvanların etlerinin yenilmesiyle ilgili iddiaları çürütülmüş, Allah’ın böyle bir hükmünün bulunmadığı açıklanmış; ayrıca bunların dişi ve erkek cinsleri arasında etlerinin yenilmesi bakımından fark bulunmadığını bildirmek için bunlar eşler halinde anılmıştır. Âyette şu hususa da işaret edildiği görülmektedir Eğer belirtilen hayvanların erkeklerinden veya dişilerinden ya da yavrularından biri haram kılınsaydı bütün erkekleri, dişileri ya da yavruları haram kılınmış olurdu; aynı şekilde, Allah bir hayvan türünün dişisini haram kılsaydı erkeğini de haram kılardı, kezâ erkeğini haram kılsaydı dişisini de haram kılardı. Sonuç olarak bu âyetlerde cedel metotlarından biri olan “sebr ve taksim” ihtimalleri sıralayıp teker teker çürüterek doğruyu bulma yöntemiyle müşriklerin iddiaları çürütülmüş, böylece onların söz konusu hayvanlar hakkındaki görüşleri reddedilmiş bulunmaktadır Râzî, XIII, 217; İbn Âşûr, VIII, 131-133. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 480-481Enam Suresi 145. Ayet TefsiriHayvanlarla ilgili olarak yenilmesi haram olanlar bildirilmektedir yenilmesi haram ve mubah olan hayvanlar ve “zaruret” hali hakkında bilgi için bk. Bakara 2/173; Mâide 5/3. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 481Enam Suresi 146. Ayet TefsiriBir önceki âyette hangi hayvanların etlerinin yenileceğine ilişkin genel hüküm belirtildikten sonra burada, azgınlık ve zulümleri sebebiyle sadece yahudilere tırnaklı hayvanların etleriyle sığır ve koyunun iç yağlarının da haram kılındığı belirtilmektedir Yahudilik’te bu konuyla ilgili helâller ve haramlar için bk. Levililer, 3/17; 7/23; 11/1 vd.; Tesniye,14/3 vd.. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 482Enam Suresi 147. Ayet TefsiriHz. Peygamber’den, eğer müşrikler İslâm’ın çağrısına uyarak eski bâtıl uygulamalarından vazgeçer ve yeni dinin hükümlerini tatbik ederlerse Allah’ın rahmetinin son derece geniş olduğunu, bundan yararlanma imkânlarının bulunduğunu, şayet kendisini yalanlayarak eski fikirlerinde devam ederlerse, O’nun son derece şiddetli olan azabından bütün mücrimler gibi onların da kurtulmalarının mümkün olmadığını hatırlatması istenmektedir Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 482Enam Suresi 148. Ayet TefsiriYüce Allah, Hz. Peygamber’le tartışırken, her şeyin Allah’ın dilemesine bağlı olduğu gerçeğini, kendi bâtıl uygulamalarının haklılığına gerekçe olarak gösteren ve sanki “Böyle inanıp böyle yaşamamız Allah’ın dilemesi olduğuna göre biz O’nun iradesine uyuyor, böylece günah işlemiş de olmuyoruz” diyerek söz konusu gerçeği hedefinden saptıran, istismara kalkışan müşriklerin kötü niyetlerini yüzlerine vurmakta, onların böyle bir gerekçeye dayanarak Hz. Peygamber’i ve onun tebliğlerini yalanlamaya hakları olmadığını bildirmekte; nitekim daha önce de aynı mantıkla yalanlamada bulunan milletlerin azaba mâruz kalmaktan kurtulamadıklarını hatırlatmaktadır. Elbette evrende bütün olup bitenler, Allah’ın hür ve mutlak iradesiyle koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. İnsanın, kendi irade ve aklını kullanarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayırması, doğruyu seçme imkânına sahip olması da aynı kanunun bir parçasıdır. Bu sebeple inkârcıların kendi kötülüklerini Allah’ın irade ve meşîetine yüklemeye kalkışarak kendilerini mâzur göstermeleri, O’nun azabını gerektirecek bir suçtur. Nitekim âyetin devamı da, müşriklerin bu istidlâllerinin, ilmî bir değer taşımayıp sadece bir zan ve kuruntudan ibaret olduğunu göstermektedir âyetteki hars kavramı hakkında 116. âyetin tefsirine bk.. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 483-484Enam Suresi 149. Ayet TefsiriAsıl güvenilecek olan üstün ve gerçek delil, Allah’ındır; O’nun ortaya koyduğu, akla, ilme, irfana dayalı delildir ki o da Allah’ın gerek vahyedilen bilgilerde, gerekse akıl ve basîret sahiplerine hitap eden tabiat düzeninde sergilediği gerçeklerdir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 484Enam Suresi 150. Ayet TefsiriMüşrikler, haram olduğunu ileri sürdükleri şeylerden herhangi biri için “Allah şunu yasak etti” diyebilecek herhangi bir tanık gösteremezler; tanık diye ortaya çıkardıklarına da asla itibar edilemez. Eşyada asıl olan mubahlıktır; eğer bir şeyin haram olduğu ileri sürülüyorsa bunun Allah tarafından haram kılındığının kanıtlanması gerekir. Burada, müşriklerin, daha önceki âyetlerde belirtilen bazı hayvanlarla ilgili hüküm ve kanaatlerinin asılsız olduğu, bunların Allah’ın hükümleri olmadığı belirtilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 484Enam Suresi 151-153. Ayet TefsiriYukarıda müşriklerin temelsiz hükümleri ve kuralları eleştirildikten sonra bu âyetlerde asıl benimsenmesi gereken başlıca ilâhî kurallar ve hükümler yer almakta; biri tevhid inancına, diğerleri ahlâka dair olmak üzere İslâm’ın dokuz temel buyruğu sıralanmakta, son olarak da bütün bu buyurulanları kapsayıcı küllî bir ödev olmak üzere, Allah’ın dosdoğru olan yolundan gidilmesi emredilmektedir. 151. âyetin başındaki “Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım” meâlindeki ifade muhatapların ilgisini, müteakip ifadelerdeki ilkeleri ihtiva eden yolun tek doğru ve izlenmesi zorunlu yol olduğu gerçeğine çekme gayesini gütmektedir. Bu âyetlerde sıralanan buyruklar şunlardır 1. “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın.” Bu, İslâm’ın ana ilkesi olanAllah’ın her yönden birliği inancının bir gereği olup müslüman olmanın da ilk şartıdır. Fahreddin er-Râzî, ilgili âyetlere göndermeler yaparak, bu sûrede çeşitli müşrik zümrelerin en iyi şekilde açıklandığını belirttikten sonra bunları şöyle sıralamaktadır Putperestler, yıldızperestler, Yezdân ve Ehrimen’in tanrılığını iddia edenler, Allah’a erkek ve kız çocuk isnat edenler Râzî, XIII, 232. 2. “Anne babaya iyilik edin.” Âyetin bu kısmında geçen ihsân “güzellik, iyilik” anlamına gelen hüsn kelimesinden türetilmiş olup en geniş anlamda “iyilik etmek, güzel davranmak” demektir. Âyette bu buyruğun, Allah’ın birliğine inanmayı emreden ifadeden hemen sonra gelmesi, anne baba hakkının önemini gösterir geniş bilgi için bk. İsrâ 17/23. 3. “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” Özellikle geçim kaygısıyla çocuk öldürmenin, Allah’ın hazinesinin herkesi rızıklandıracak kadar zengin olduğundan şüphelenme anlamı taşıdığına bir işaret vardır. Ayrıca burada, sadece eski tefsirlerde söz konusu edilen Câhiliye dönemindeki çocuk öldürme uygulaması bilgi için bk. Enâm 6/137, 140 kastedilmeyip özellikle “fakirlik korkusuyla” veya “geçim kaygısıyla” şeklindeki kayıttan hareketle, anne karnındaki çocuğun öldürülmesinin de yasaklandığı dikkate alınmalıdır; ayrıca böyle bir uygulamanın Câhiliye döneminde de mevcut olduğu düşünülebilir. Günümüzde bir baba veya annenin kendi çocuğunu öldürmesi bütün dünyada suç sayılmakta ve nâdiren vuku bulmaktaysa da, bu ve benzeri âyetler, doğum kontrolü ve nüfus planlaması gibi meseleler dolayısıyla güncelliğini korumakta ve bu bakımdan ilgili âyet ve hadislere dayanılarak söz konusu meseleler hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Hz. Peygamber’in, doğum kontrolünün en basit şekli olan azil meniyi rahimin dışına akıtma uygulamasına izin verdiğine dair hadisler vardır Buhârî, “Nikâh”, 96, “Megåzî”, 32; Müslim, “Nikâh”, 125, 134, 136, Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 49; Tirmizî, “Nikâh”, 39; Müsned, III, 33, 51, 53, 309; el-Muvatta’, “Talâk”, 95. Çeşitli mezheplerin âlimlerinin çoğunluğu da azlin câiz olduğunu kabul etmişlerdir geniş bilgi için bk. Gazzâlî, İhyâ’, II, 47-49. Azlin mubah olması, gebe kalmamak için –başka bir yasak çiğnenmedikçe ve zararlı olmamak kaydıyla– daha başka tıbbî önlemlere başvurmanın da câiz olduğunu gösterir. Çünkü Kur’an’da gebe kalmamak değil, çocuk öldürmek yasaklanmıştır. Bununla birlikte evlenmenin asıl amacı, neslin devamı ve gelişmesi için çocuk yapmaktır. Bu sebeple kadının güzelliğinin bozulması, çocuğun bir ayak bağı telakki edilmesi gibi keyfî sebeplerle fıtratın tabii akışına müdahale etmek, özellikle müslüman nüfusun artmasının gerekli olduğu hal ve şartlarda çocuk yapmaktan kaçınmak doğru değildir. Âyetteki “Çocuklarınızı öldürmeyin” emri, günümüzde yaygın olarak uygulanan ve ciddi tartışmalara yol açan kürtaj konusuyla yakından ilgilidir. Günümüz âlimlerinin büyük çoğunluğu, hamileliğin hangi safhasında olursa olsun, çocuk düşürme ve aldırmanın haram olduğu görüşündedirler. 4. “Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.” Burada geçen fevâhiş kelimesi fuhş kökünden gelmekte olup “çirkin ve yüz kızartıcı, utanç verici söz ve davranışlar”ı ifade eder. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre Câhiliye Arapları açıktan zina edilmesini hoş karşılamaz, ancak gizli gizli zina ederlerdi İbn Âşûr, V, 160. Âyette onların bu anlayış ve tutumları reddedilmiştir. Bununla birlikte, âyetteki fevâhiş lafzı çoğul olduğundan ve ayrıca bununla sadece zinanın kastedildiğini gösteren belirleyici bir ifade bulunmadığından, bu yasağı zina ile sınırlamak doğru değildir. Burada kötülüklerin gizlisinin de açığının da özellikle tasrih edilmesi ilgi çekicidir. Çünkü eğer bir insan, açıktan işlemeye çekindiği bir kötülüğü gizli olarak yapabiliyorsa, bu onun, insanlar tarafından kınanmaktan çekindiği halde Allah’ın buyruğunu ihlâl etmekten çekinmediğini gösterir. Ayrıca kötülüğü “yapmayın” veya “işlemeyin” yerine “yaklaşmayın” buyurulması, insanı kaçınılmaz olarak kötülük işlemeye sevkedebilecek ortam ve şartlardan uzak durmayı öngörmektedir. 5. “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın yasakladığı cana kıymayın.” Buradaki tahrîmde “yasaklama” yanında “muhterem ve dokunulmaz kılma” anlamı da vardır. Bunun özellikle belirtilmesi, insan hayatının Hz. Âdem’den beri dokunulmaz olduğunu ima eder İbn Âşûr, VIII, 161. Âyetteki hak kelimesi bâtılın zıddı olup din ve aklın doğru, gerçek, meşrû saydığı durumu ifade eder. Burada “doğru, gerçek, geçerli, meşrû sebep” anlamında kullanılmıştır geniş bilgi için bk. Mâide 5/32. 6. “Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına sadece iyi tutumla yaklaşın.” Şüphesiz meşruiyet içinde bütün insanların malları dokunulmaz olmakla birlikte, zayıf ve korumasız olmalarından dolayı yetimlerin malları daha çok saldırı veya istismara açık olduğu için âyette bu hususta özellikle titiz olunması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca yetimin malına bütünüyle ilgisiz kalmak bu malın zaman içinde aşınmasına veya en azından bir artış sağlamamasına yol açacağından, bu malla ilgilenmeye izin verilmiş, hatta “en iyi ve en güzel” ahsen kaydından anlaşıldığı kadarıyla ilgilenmek zımnen teşvik edilmiştir. Zira en iyi ve en güzeli yapmak faziletin gereğidir. 7. “Ölçü ve tartıyı adaletle yapın.” İnsanlar arasındaki en yoğun ilişkilerden olan alışveriş sırasındaki ölçü ve tartılarda haksızlıklar sıklıkla vuku bulduğu için hemen her dönemin illeti olan bu duruma özellikle dikkat çekilmiş; ayrıca adaleti her zaman tam olarak yerine getirmek insanın gücünü aşan bir yükümlülük olduğundan, âyetin devamında “Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz” buyurulmakla kasıtsız olarak yapılan yanlış ölçü ve tartıların sorumluluğu gerektirmediğine işaret edilmiştir. Râzî’nin de belirttiği üzere, burada geçen ifa kavramı tam olarak ölçüp tartmayı ifade etmekle birlikte ayrıca bir de kıst adalet kelimesinin geçmesinden anlaşılıyor ki, alışveriş sırasında satıcının da müşterinin de karşılıklı olarak adalet ve hakkaniyeti gözetmeleri gerekmektedir. 8. “Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız bile olsa, adaletli olun.” Bu buyruk, çeşitli konularla ilgili bilgi, haber, hüküm, övgü, yergi, sözleşme, yemin, vaad, vasiyet, öğüt, eleştiri, emir, istek, istişare gibi her türlü sözlü ilişkilerde adaletli, dürüst ve doğru olmayı; haksızlık, zulüm, incitme, eziyet, hakaret gibi ahlâka aykırı amaçlar güden sözler sarfetmekten sakınmayı kapsamaktadır. İnsanların yakınlarına duydukları sevgi ve acıma gibi sübjektif sebeplerle haksızlık yapmaları sıklıkla karşılaşılan beşerî zaaflardan olduğu için âyetteki “yakınlarınız bile olsa” kaydıyla bu hususta özellikle uyarıda bulunulmuştur. 9. “Allah’ın ahdini tam olarak yerine getirin.” Allah’ın ahdinden maksat, O’nun kullarına yüklediği her türlü vazifelerdir. Müslüman olan kişi, bir bakıma Allah ile ahidleşmiş, O’nun hükümlerine uymayı taahhüt etmiş olduğundan âyette bu durum hatırlatılmaktadır. Ayrıca insanlara meşrû bir vaadde bulunulduğunda bunun yerine getirilmesi de Allah’ın buyruğu olup söz konusu âyet bu buyruğu da kapsamaktadır. 10. “Bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun, başka yollara uymayın.” 153. âyetin bu kısmı yukarıdaki bütün emir ve yasakları kapsamakta, devamında ise bunun dışındaki bütün yolların, yani burada başlıca ilkeleri belirtilmiş bulunan İslâm’a aykırı her türlü düşünce ve hayat tarzlarının, insanları Allah’ın yolundan, hak dinden uzaklaştıran sapmalardan ibaret olduğu ifade buyurulmaktadır. Kaynak Enam Suresi 154-155. Ayet TefsiriMüşrikler, bir önceki âyette “Allah’ın yolu” diye nitelenen İslâm’ı reddettikleri için 154. âyette Hz. Mûsâ’ya Tevrat’ın indirildiği belirtildikten sonra 155. âyette Kur’an’ın da Allah tarafından indirilmiş kutsal bir kitap olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim yine bu sûrede başka bir vesileyle böyle bir hatırlatmada daha bulunulmuştu geniş bilgi için bk. 91. âyet. Ayrıca Tevrat ile Kur’an arasında böyle bir münasebetin kurulmasıyla 151-153. âyetlerde sıralanan hükümlerin Tevrat’ta da yer almış bulunan evrensel hükümler olduğuna işaret buyurulmaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 490-491Enam Suresi 156-157. Ayet TefsiriBir önceki âyette Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bereketli ve hayırlı bir kitap olduğu belirtildikten sonra bu âyetlerde de onun indiriliş gerekçelerinden ikisi zikredilmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre müşrikler Tevrat ve İncil’in Allah kelâmı olduğuna inanıyor, ancak o günkü şartların el vermemesi, özellikle dillerinin farklı olması sebebiyle bu kitaplardan yararlanamadıklarını söyleyerek güya bundan üzüntü duyuyorlardı; ayrıca onlar, yahudilerle hıristiyanların din konusundaki gevşekliklerini de biliyor ve eğer kendilerine bir kitap gelecek olsa onlardan daha kararlı bir şekilde doğru yolda yaşayacaklarını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah, müşriklerin bu türlü yakınmalarla mazeretler ileri sürmelerini bazı müfessirlere göre bu mazeretleri âhirette de tekrar etmelerini önlemek için “İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi” buyurarak onların özlemlerinin gerçekleştiğini, mazeretlerinin ortadan kalktığını belirtmekte; buna rağmen Allah’ın âyetlerini inkâr eder ve ondan yüz çevirirlerse en büyük haksızlığı işlemiş olacaklarını ve bunun cezasını da ağır bir şekilde göreceklerini âyette Kur’ân-ı Kerîm’in üç kelimeyle nitelendirildiği görülmektedir Beyyine, hüdâ, rahmet. Beyyine “gerçeği apaçık ifadelerle ortaya koyan kesin belge” demektir. Kur’an, gerek eşsiz edebî üstünlüğü gerekse yalnızca gerçeği, iyiyi ve güzeli dile getiren muhtevası itibariyle apaçık bir delil ve belge olduğu için beyyine; bu vasfıyla şaşmaz bir rehber olduğu için hüdâ hidayet kaynağı; bütün bunların bir neticesi olarak kendisine inanıp bağlanan kişi ve toplumlara sadece hayır ve saadet getirdiği için de rahmet diye nitelendirilmiştir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 491Enam Suresi 158. Ayet TefsiriKendilerine, belirtilen üstün nitelikleri taşıyan bir kitap gelmesine rağmen hâlâ yüz çevirip inanmamakta direnen o zalimler iman etmek için daha neyi bekliyorlar? Önceki bazı âyetlerde geçtiği üzere bk. 8-9,37, 50, 58, 111, 124 müşrikler, İslâm’ın hak din olduğunu kanıtlayan açık seçik delillerle yetinmeyerek, akıllarınca Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmak için daha başka delillerin gösterilmesini tefsirlerde genellikle buradaki “bazı âyetler” ifadesi kıyamet alâmetleri eşrât-ı sâat şeklinde tefsir edilmiştir. Ancak bu âyetlerden, Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin tecellilerinden olan ölüm hadiselerinin kastedildiğini düşünmek de mümkündür Ateş, III, 267. “Rabbin gelmesi”nden maksat, O’nun azabının gelmesi, vuku bulması veya Allah’ın mahşerde hüküm vermesidir. Kıyamet alâmetlerinin zuhurundan sonra veya sekerât-ı mevt denilen ölüm anında artık yükümlülük zamanı geçmiş ve sorumluluk dönemi başlamış olduğundan, bundan önce iman etmemiş “yahut inancı kendisine iyilik kazandırmamış” yani imanını sâlih amellerle bütünleştirip yararlı hale getirmemiş İbn Atıyye, II, 367 kişinin o andan itibaren inandığını ifade etmesi kendisine bir fayda sağlamayacaktır âyetin bu kısmıyla ilgili olarak mezheplerin farklı tefsir ve görüşleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Elmalılı, III, 2104-2109; İbn Âşûr, VIII, 186-1191. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 492-493Enam Suresi 159. Ayet Tefsiriİbn Abbas, Mücâhid ve Katâde’den nakledilen bir rivayete göre “dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar”dan maksat yahudiler ve hıristiyanlar İbn Atıyye, II, 367, yine İbn Abbas’a isnad edilen başka bir görüşe göre bunlar müşriklerdir Râzî, XIV, 7. Zira, 100. âyetin tefsirinde de belirtildiği gibi İslâm’dan önceki Araplar çok çeşitli inanç gruplarına ayrılmışlardı. Ayrıca bu âyette, İslâm ümmeti içinde daha sonra ortaya çıkan gruplaşmalara işaret buyurulduğu da düşünülebilir. Her hâlükârda âyet-i kerîme, dinde birlik ve beraberliğin önemini vurgulamakta, bu hususta ayrılığa düşenlerin Hz. Muhammed’den de uzaklaşmış olacakları uyarısında bulunmaktadır. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 493-494Enam Suresi 160. Ayet TefsiriHasene, dinin ve aklıselimin iyi ve doğru kabul ettiği her türlü inanç, tutum ve davranışı, seyyie de bunların zıddını ifade eder. Her ne kadar bazı âlimler buradaki haseneyi “kelime-i tevhid”, seyyieyi de “küfür” ve “şirk” şeklinde açıklamışlarsa da âyetin genel olan lafzını bu şekilde tahsis etmek için sebep yoktur Râzî, XIV, 8. Nitekim Taberî’nin bu âyet münasebetiyle aktardığı bir rivayete göre ashabdan Ebû Zer’in “Yâ Resûlellah! Lâ ilâhe illallah’ sözü hasenâttan mıdır?” sorusuna Hz. Peygamber’in verdiği “Hem de en üstünü!” şeklindeki cevap VIII, 108, hasenenin, kelime-i tevhidi de içine alan geniş kapsamlı bir kavram olduğunu da görüldüğü gibi bazı âyet ve hadislerde kötülüğün karşılığının dengi ile, iyiliğin karşılığınınsa fazlasıyla verileceği bildirilmiş; bu fazlalık yukarıdaki âyette “on misli” olarak belirtilmiştir. Diğer âyetlerde ise, böyle bir miktar belirtilmeden hasenenin “kat kat fazlasıyla” Nisâ 4/40, “daha iyisiyle” Neml 27/89, “daha güzeliyle” Şûrâ 42/23 karşılık bulacağı bildirilmekle yetinilir. Bütün ilgili kaynaklarda, 160. âyete dayanılarak, bir iyiliğin mükâfatının en az on misli fazla olacağı, ikinci âyetler grubunun bundan daha büyük miktarları gösterdiği ifade edilmiştir. Hatta Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği bir hadiste, cennet ehlinin dilekleri üzerine Hz. Peygamber’in şefaati sayesinde, “kalbinde zerre kadar bir hayır iman bulunan kimse”nin bile cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir Buhârî, “Tevhîd”, 19; Müslim, “Îmân”, 304.Hadis şârihlerinin ayrıntılı olarak incelediği meselâ bk. Nevevî, Şerhu Müslim, I, 148-152; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XXIV, 115-123 bazı hadislere göre istenip de yapılmayan kötülük yazılmayacak, yapılan da bir tek kötülük olarak yazılacak; buna mukabil yine istenip de yapılmayan iyilik bir iyilik olarak, yapılan da on mislinden 700 misline kadar katlanarak yazılacaktır. Bu hadislerin birinde “700 misli”nden sonra bir de “daha çok katlanarak” ifadesi yer alır Buhârî “Rikåk”, 31; “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 203-207. İbn Hacer’in oldukça mâkul gelen bir görüşüne göre iyilik, bir fiil ve davranış olarak 700 misline kadar ödüllendirilir. Şu var ki, bu davranışın arkasındaki iyi niyet, ihlâs, azim ve kararlılık, gönül huzuru gibi yüksek duygu ve düşüncelere, ayrıca yapılan işin kalitesine, hayır ve menfaatinin kapsamına vb. müsbet niteliklerine göre ecri de yüksek olur Fethu’l-bârî, XXIV, 118.Şuna da işaret etmek gerekir ki, daha başka benzerleri yanında, özellikle “Kim ilâhî huzura iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir… Ama kimler de kötülükle gelirse işte onlar yüzüstü cehenneme atılırlar. Yaptıklarınızın karşılığından başkasını mı göreceksiniz?” Neml 27/89-90 meâlindeki âyetle Kasas sûresinin aynı mahiyetteki 84. âyetini dikkate alarak iyiliklerin karşılığının fazlasıyla verilmesi, şefaat ve af gibi konularda, insanları dinî ve ahlâkî görevlerini ihmal etmeye kadar götürebilecek aşırı iyimserliklerden, boş ümitlerden de kaçınmak gerekmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 494-495Enam Suresi 161-165. Ayet Tefsiri“Millet-i İbrâhîm” ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak “tapınma” hem de özellikle “kurban” anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mâna da verilmiştir. Halîfe ise “birinin ardından gelen, onun yerini alan” demektir halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30.Sûrenin başından itibaren Allah’ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslâm’ın hak din, Hz. Muhammed’in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslâm’a aykırı bütün yolların bâtıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de âhiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son âyetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber’e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah’ın lutfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar’ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrâhim’in, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah’a adadığını ve bu inançları taşıyan ilk müslüman olduğunu, bu sebeple de Allah’tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah’ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkâr ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık âyette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu son âyetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah’ın onları âhiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah’ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkârda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O’nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir. Kaynak Kur’anYolu Tefsiri Cilt 2 Sayfa 496-497Enam Suresi HakkındaMekke devrinin sonlarında tamamı bir gecede nâzil olmuştur. Ancak bazı âyetlerinin 20, 21, 91, 92, 93, 98, 114, 145, 151, 152, 153 Medine devrinde nâzil olduğuna dair rivayetler de vardır Süyûtî, ed-Dürrü’l-menŝûr, III, 245. Âyet sayısı 165 olup fâsıla*sı لم نظر ibaresinde yer alan ر، ظ، ل، م، ن harfleridir. Sûre ismini 136, 138 ve 139. âyetlerde geçen ve “deve, sığır, koyun ve keçi” anlamına gelen enâm tekili neam kelimesinden alır. Allah’ın birliği ve Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğuna dair kesin belgeler, puta tapıcılığı red ve iptal eden delil ve hüccetler ihtiva etmesinden dolayı âyet 83, 149 Hüccet sûresi adıyla da sûresinde tevhid inancının, peygamberliğin, yaratılışın, yeniden dirilişin kesin delilleriyle şirk ve dalâlet ehlinin sapık görüşlerini, bâtıl inanışlarını red ve iptal eden belgeler bulunmakta, eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlarla ilgili açıklayıcı bilgiler, helâl ve harama ait hükümler yer Kerîm’de “elhamdülillâh” diye başlayan beş sûrenin ikincisi olan sûrede, gökleri ve yeri yaratmanın yanında bütün varlıkları belirli ölçü ve sınırlar çerçevesinde ve muayyen bir zaman içinde yaşatanın, zulmetle nuru yaratanın da Allah olduğu bildirilir. Gerçeklere inanmayan, ilâhî nimetlerin kadrini bilmeyen inkârcıların peygamberin bir melek olması, vahiy yerine yazılı bir kitabın gelmesi gerektiği yolundaki tutarsız itirazlarını ve inanmamak için öne sürdükleri bahanelerini cevaplayan âyetlerden sonra göklerde ve yerde Allah’tan başka bir tanrının bulunmadığı kesin ifadelerle açıklanır. İlk bakışta Mekke müşriklerine cevap niteliğinde görünen, aslında küfür ve şirkin her çeşidini yok etmeyi hedefleyen bu âyetlerin ardından bir tek tanrıya tapmanın önemi dile getirilir, bunun gerek kâinat nizamına gerekse insan ruhuna getirdiği sonuç üzerinde durulur. Bundan önceki sûrelerde de tevhid inancı söz konusu edilmiş, ancak bu sûrede mesele çok yönlü olarak ele alınmış, dinin temel ilkeleri ve özellikle ulûhiyyet konularında yanlış görüşler ileri sürmenin, dolayısıyla Allah’a iftira etmenin çirkinliği gözler önüne serilmiştir. İnsanı yaratılmış varlıklara tapmaktan, onlar önünde küçülmekten kurtarmak üzere Cenâb-ı Hakk’ın peygamberler göndermesi aslında öteki nimetler gibi ilâhî bir rahmettir. “Allah rahmet etmeyi kendi zâtına farz kılmıştır” âyet 12.Tevhid inancını pekiştiren âyetlerin ardından, peygamberlere karşı giriştikleri mücadelede inkârcıların elinde kuru bir inattan başka herhangi bir belge bulunmadığını bildiren âyetler yer alır. Bu tutumlarıyla onların yalnız gerçeklere karşı saygısızlık yapmakla kalmadıkları, ayrıca kendi kendilerine de haksızlık ettikleri, çünkü küfür ve şirkin insanı hüsrana götüreceği açıklanır. İnkârcıların, daha önceki çağlarda peygamberlere karşı direnen kavimlerin kötü âkıbetlerinden ders almayı bilmedikleri dile getirilerek bazı çarpıcı örnekler verilir. İnkârcıların gerçekte Hz. Peygamber’i değil Allah’ın âyetlerini yalanladıkları, halbuki Allah’ın kitabında hiçbir şeyin noksan bırakılmadığı, hakikat karşısında sağır, dilsiz ve kör gibi davranmanın ve diri olduğu halde ölü gibi yaşamanın çirkinliği açıklanır; inkârcıların kökünün kurutulacağı, onların yaptıkları taşkınlıkların cezasız kalmayacağı bildirilir ve müminlere mükâfatlar verileceği müjdelenir. Kâinatın yaratılıp yönetilmesinde hiçbir etkisi bulunmayan âciz putlara tapmanın, doğru yolu gördükten sonra ona sırt çevirmenin kötülenmesinden sonra Hz. İbrâhim’in yıldıza, aya ve güneşe tapmakta olan kavmini uyarma ve puta tapıcılıktan vazgeçirme çabaları anlatılır. Onun mümin ve Hanîf kişiliği gözler önüne serilerek özellikle İbrâhim soyundan gelmekle övünen Mekke müşriklerinin onun yolundan nasıl uzaklaşmış oldukları ifade edilir. Sadece İbrâhim ve İsmâil değil bütün peygamberler Allah’ın birliğine inanan ve insanları yalnızca O’na tapmaya çağıran salih ve iyi kişiler olarak tanıtılır ve bu arada on sekiz peygamberin isimleri anılır. Vahye inanmayanların yaratıcıyı gereği gibi tanıyamayacakları, Kur’an’ın daha önce gönderilmiş kitaplar gibi bir kitap olduğu haber verildikten sonra Allah’ın her şeye gücü yettiğini gösteren kevnî olaylar üzerinde durulur. Göklerde ve yerdeki bütün güzellikleri yaratan Allah’ın ne cin ne de başka varlıklar cinsinden eşi benzeri olmadığı, ona evlât isnat etmenin bilgisizlikten kaynaklandığı 118. âyetinden itibaren dinin pratik bazı hükümlerine geçilir. Burada eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlar hakkında ayrıntılı bilgi verilerek insanların kendi zanlarınca haram ve helâl için kural koymaya kalkmalarının çirkinliği, yanlışı bile bile sürdürmenin anlamsızlığı dile getirilir ve bu iddia sahipleri iddialarını ispatlamaya çağırılır; bu arada Allah’ın neleri haram kıldığı açıklanır. İlk yasağın da hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmamak olduğu bildirilerek anne ve babaya saygısızlık etmenin, geçim korkusuyla çocukların canına kıymanın, fuhuş yapmanın, adam öldürmenin, yetim malı yemenin, eksik tartıp noksan ölçmenin sakınılması gereken en büyük günahlar olduğu zikredilir. Adaletten ayrılmama ve Allah’a karşı ahdini yerine getirme tavsiyesinde bulunulur. Selâmete çıkaracak doğru yolun ancak bu yol olduğu, bütün semavî dinlerde müşterek olan ve Tevrat’ta da “on emir” adıyla yer almış bulunan bu temel ilkeler hatırlatılırken sûre âdeta özetlenmiş olur. Dinde kitaba uymanın önemine bu son bölümde bir defa daha dikkat çekilir âyet 155. Sûre, bir kötülüğe o kötülük kadar ceza, bir iyiliğe ise on katıyla mükâfat verileceği müjdelendikten sonra âyet 160 Allah’ın bağışlayıcı ve merhametli olduğunu bildiren bir hükümle son sûresi tevhid inancı açısından Bakara sûresiyle, peygamberliğin ispatı bakımından Âl-i İmrân sûresiyle, âhiret inancı açısından bir sonraki Arâf sûresiyle, ahlâk ilkeleri bakımından İsrâ ve Lokmân sûreleriyle, eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlara ait yasaklar açısından da bir önceki Mâide sûresiyle yer yer konu ve muhteva benzerlikleri gösterir. İçinde iman ve ahlâk esaslarına geniş ölçüde yer verilmiş olması ve baştan sona şirk ehlinin gerekçelerini çürütmeye yönelik çok yönlü ispatlar sergilemesi, bu sûrenin Mekke devrinin sonlarına doğru, muhtemelen İsrâ sûresinin ardından ve Arâf sûresinden önce nâzil olduğunu sûresinin fazileti hakkında nakledilen rivayetlere göre Hz. Peygamber, sûrenin tamamının kendisine bir defada nâzil olduğunu ve kalabalık bir melek topluluğu tarafından dünyaya uğurlandığını ifade etmiştir Hâkim, II, 315; İbn Kesîr, III, 233-234; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, III, 234-235. Sûrenin fazileti hakkında başka rivayetler varsa da bunlar sahih kabul edilmemiştir. Ancak sûre bu rivayetler sebebiyle müslümanlar tarafından çok okunmuş ve güzel hatla yazılmıştır. Nitekim Enâm sûresinin Yâsîn ve Mülk sûreleriyle beraber, “enâm-ı şerif” veya kısaca “enâm” denilen bir mecmua halinde güzel hatla yazılması hattatlar arasında bir gelenek haline gelmiştir. Bilhassa Osmanlı sanatkârları enâm-ı şeriflerin yazılması, tezhip edilmesi ve ciltlenmesi hususunda ince zevk ve hünerlerini göstermişler, bu alanda İslâm sanatlarının en güzel örneklerini el-İsfahânî, el-Müfredât, “nǾam”, md.; Lisânü’l-ǾArab, “nǾam” md.; Dârimî, “Fezâǿilü’l-Kurǿân”, 17; Buhârî, “Tefsîr”, 6/1-9; Tirmizî, “Tefsîr”, 7; Taberî, CâmiǾu’l-beyân Bulak, VII, 143-315; VIII, 2-114; Hâkim, el-Müstedrek, II, 315; Vahidî, Esbâbü’n-nüzûl, Beyrut 1411/1991, s. 214-224; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XII, 141-237; XIII, 2-233; XIV, 2-12; Kurtubî, el-CâmiǾ, VI, 382-440; VII, 1-159; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ân, III, 233-381; Süyûtî, el-İtkân Buga, I, 81, 91; ed-Dürrü’l-mensûr, Beyrut 1409/1988, III, 243-246; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, II, 96-186; Âlûsî, Rûhu’l-meânî, VII, 75-259; VIII, 2-73; Elmalılı, Hak Dini, III, 1861-2117; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, VII, 283-671; VIII, 2-294; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu İstanbul 1955, İstanbul 1980, s. 167-191; Merâgı, Tefsîr, Kahire 1389/1970, VII, 69-217; VIII, 3-96; Abdullah Aydemir, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri, İzmir 1981, s. 137-138; Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûre ve makâsıdühâ fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Kahire 1986, I, 74, 90; Muhammed Muhammed el-Medenî, “Sûretü’l-EnǾâm”, Risâletü’l-İstâm, VII/4, Kahire 1955, s. 341-364; VIII/1 1956, s. 5-28; Mahmûd Şeltût, “Tefsîrü’l-Kurǿâni’l-Kerîm Sûretü’l-EnǾâm”, VIII/2 1956, s. 117-128; VIII/3 1956, s. 229-240; VIII/4 1956, s. 341-352; IX/1 1957, s. 5-19; IX/2 1957, s. 117-128; IX/3 1957, s. 229-240; IX/4 1957, s. 341-354; Mohammad Abdel Monem El Gammal, “The Significance of the exegesis of Surah Al-Ana’am”, ME, XLVIII/4 1976, s. 4-12; “el-EnǾâm”, UDMİ, III, Işık We use cookies on our website to give you the most relevant experience by remembering your preferences and repeat visits. By clicking “Accept All”, you consent to the use of ALL the cookies. However, you may visit "Cookie Settings" to provide a controlled consent. Kuran-ı Kerim 6. suresi olan En’âm Suresi Mekke’de nazil olmuştur, 165 ayettir. En’âm Suresi Anlamı, Fazileti, Arapça-Türkçe okunuşu, Diyanet MealiEn`âm Suresi; Mekke döneminde inmiştir. Kuvvetli görüşe göre, 91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetler Medine’de inmiştir. 165 âyettir. Adını, 136, 138 ve 139. âyetlerde yer alan “el-En’âm” kelimesinden almıştır. En’âm, koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanları ifade eden bir Sure En`âm SuresiEn`âm Suresi Hakkında Kısa Bilgi En’âm; koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinslerini ifade eden bir kelimedir. Surenin bazı ayetlerinde Arapların, kurban edilen hayvanlarla ilgili birtakım gelenekleri kınandığı için sureye En’âm suresi denmiştir. Bu sureye “delil, kanıt suresi” anlamında “Suretü’l-Hucce” de denilir. En’âm sûresi, 165 âyettir. 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. ayetler Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. Ku’andaki sıralaması itibarıyla 6. suredir. İniş sırasına göre ise 55. اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِEn`âm Suresi Arapça, Latin Harfli Okunuşu ve Diyanet Türkçe MealiBismillâhirrahmânirrahîmRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…En`âm Suresi 1. Ayet Elhamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûrnûra, summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûnya’dilûne. Meali Hamd semaları ve arzı yaratan, zulmeti ve nuru var eden Allah’a mahsustur. Sonra da kâfirler, Rab’lerine başka şeyleri eş denk, adl Suresi 2. Ayet Huvellezî halakakum min tînin summe kadâ ecelâecelen, ve ecelun musemmen ındehu summe entum temterûntemterûne. Meali Sizi topraktan yaratan, sonra bir ecel zaman dilimi tayin eden O’dur. Ve ecel-i müsemma mekânı ve zamanı belirlenmiş ecel Allah’ın katındadır. Sonra da siz, şüphe Suresi 3. Ayet Ve huvellâhu fîs semâvâti ve fîl ardardı, ya’lemu sirrakum ve cehrekum ve ya’lemu mâ teksibûnteksibûne. Meali Göklerde ve arzda Allah O’dur. O Allah, göklerde ve yerdedir. Sizin sırrınızı gizlediğinizi ve açıkladığınızı ve kazanacağınız şeyi Suresi 4. Ayet Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’rıdînmu’rıdîne. Ve onların Rabbinin âyetlerinden bir âyet gelmemiştir ki; ondan yüz çevirmiş Suresi 5. Ayet Fe kad kezzebû bil hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî yestehziûnyestehziûne. Meali Böylece onlara hak geldiği zaman, onu yalanlamışlardı. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri yakında onlara Suresi 6. Ayet E lem yerev kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fîl ardı mâ lem numekkin lekum ve erselnes semâe aleyhim midrâren ve cealnâl enhâre tecrî min tahtihim fe ehleknâhum bi zunûbihim ve enşe’nâ min ba’dihim karnen âharînâharîne. Meali Sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde, yeryüzünde yerleştirdiğimiz nice kavimleri, kendilerinden önce nasıl helâk ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlara semadan bol bol yağmur gönderdik. Altlarından nehirler akıttık. Fakat günahları sebebiyle onları helâk ettik. Onlardan sonra da başka nesiller Suresi 7. Ayet Ve lev nezzelnâ aleyke kitâben fî kırtâsin fe le mesûhu bi eydîhim le kâlelezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubînmubînun. Meali Ve eğer sana kâğıtlarda yazılı olarak indirseydik, böylece ona elleri ile dokunsalar bile kâfir olan kimseler, mutlaka “Bu ancak apaçık bir sihirdir.” Suresi 8. Ayet Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi melekmelekun, ve lev enzelnâ meleken, le kudıyel emru summe lâ yunzarûnyunzarûne. Meali Ve “Ona bir melek indirilseydi, olmaz mıydı?” dediler. Şâyet bir melek indirseydik, mutlaka iş, olup bitirilirdi. Sonra onlara mühlet Suresi 9. Ayet Ve lev cealnâhu meleken le cealnâhu raculen ve le lebesnâ aleyhim mâ yelbisûnyelbisûne. Meali Ve şâyet onu melek yapsaydık, onu mutlaka erkek olarak erkek suretinde yapardık. Şüphe ettikleri şeyi, mutlaka onlara gene şüphe Suresi 10. Ayet Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûnyestehziûne. Meali Ve andolsun ki; senden önceki resûllerle de alay edilmişti. Böylece alay etmiş oldukları şey, onlardan alay edenleri Suresi / Ayet –11 Kul sîrû fîl ardı summenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibînmukezzibîne. De ki “Yeryüzünde dolaşın. Sonra bakın, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu.”En`âm Suresi / Ayet –12 Kul li men mâ fîs semâvâti vel ardardı, kul lillâhlillâhi, ketebe alâ nefsihir rahmehrahmete, le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîhfîhi, ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûnyu’minûne. De ki “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah’ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi üzerine rahmeti yazdı. Hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka toplayacak. O kimseler ki; nefslerini hüsrana düşürdüler, onlar mü’min Suresi / Ayet –13 Ve lehu mâ sekene fîl leyli ven nehârnehâri, ve huves semîul alîmalîmu. Gecede ve gündüzde bulunan herşey O’nundur. O, en iyi işitendir, en iyi Suresi / Ayet –14 Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırıs semâvâti vel ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’amyut’amu, kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne minel muşrikînmuşrikîne. De ki “Semaları ve arzı yaratan Allah’tan başka bir velî dost edinir miyim? Ve doyuran yediren ve Kendisi doyurulmayan yedirilmeyen O’dur.” “Muhakkak ki ben, teslim olanların ilki olmakla ve müşriklerden olmamakla emrolundum.” Suresi / Ayet –15 Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîmazîmin. De ki “Muhakkak ki ben, eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım.”En`âm Suresi / Ayet –16 Men yusraf anhu yevme izin fe kad rahımehrahımehu, ve zâlikel fevzul mubînmubînu. O gün izin günü, kim ondan azaptan uzaklaştırılırsa, o taktirde ona Allah, rahmet etmiştir. Ve işte bu, apaçık bir fevzdir kurtuluştur.En`âm Suresi / Ayet –17 Ve in yemseskellâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîrkadîrun. Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o taktirde onu, O’ndan başka giderecek yoktur. Sana bir hayır dokundurursa, artık O, herşeye Suresi / Ayet –18 Ve huvel kâhiru fevka ıbâdihıbâdihî, ve huvel hakîmul habîrhabîru. O, kullarının üstünde kahhardır yegâne gâlip, ve O, hakîmdir hikmet sahibi, herşeyden haberdardır habîrdir.En`âm Suresi / Ayet –19 Kul eyyu şey’in ekberu şehâdehşehâdeten, kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirekum bihî ve men belagbelaga, e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhedeşhedu, kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûntuşrikûne. “Hangi şey şahit olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur’ân bana, O’nunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak Allah ile beraber başka ilâhların olduğuna gerçekten şahitlik ediyor musunuz? Ben şahitlik yapmam.”de.“O, sadece tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” Suresi / Ayet –20 Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûnyu’minûne. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu kendi oğullarını tanır gibi tanırlar. Artık mü’min olmayanlar, nefslerini hüsrana Suresi / Ayet –21 Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtihâyatihî, innehu lâ yuflihuz zâlimûnzâlimûne. Allah’a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz kurtuluşa eremezler.En`âm Suresi / Ayet –22 Ve yevme nahşuruhum cemîan summe nekûlu lillezîne eşrakû eyne şurekâukumullezîne kuntum tez’umûntez’umûne. Ve o gün hepsini haşredeceğiz sonra ortak koşanlara “Zanda bulunmuş olduğunuz ortaklarınız nerede?” Suresi / Ayet –23 Summe lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikînmuşrikîne. Sonra onların “Vallahi Rabbimiz, biz müşrikler olmadık.” demekten başka onların fitnesi Suresi / Ayet –24 Unzur keyfe kezebû alâ enfusihim ve dalle anhum, mâ kânû yefterûnyefterûne. Bak! Kendilerine karşı nasıl yalan söylediler. İftira etmiş oldukları şey, onlardan sapıp gitti uzaklaştı.En`âm Suresi / Ayet –25 Ve minhum men yestemiu ileykileyke, ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâvakran, ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minû bihâ, hattâ izâ câuke yucâdilûneke yekûlullezîne keferû in hâzâ illâ esâtîrul evvelînevvelîne. Ve onlardan kim seni dinlerse, onu anlamalarına karşı anlamamaları için kalplerinin üzerine ekinnet koyduk ve kulaklarında vakra ağırlık onlar bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle tartışırlar mücâdele ederler. Kâfir olanlar “Bu ancak evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” Suresi / Ayet –26 Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anhanhu, ve in yuhlikûne illâ enfusehumve mâ yeş’urûnyeş’urûne. Ve onlar, ondan Allah’a ulaşmaktan, hidayetten nehyederler men ederler, yasaklarlar ve onlar da kendileri de ondan hidayetten uzak dururlar yüz çevirirler. Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve farkında olmazlar şuurunda değiller.En`âm Suresi / Ayet –27 Ve lev terâ iz vukıfû alen nâri fe kâlû yâ leytenâ nureddu ve lâ nukezzibe bi âyâti rabbinâ ve nekûne minel mu’minînmu’minîne. Ateşin üzerinde durduruldukları zaman görsen. O zaman “Keşke biz geri döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamazdık mü’minlerden olurduk.” Suresi / Ayet –28 Bel bedâ lehum mâ kânû yuhfûne min kablkablu,ve lev ruddû le âdû li mâ nuhû anhuve innehum le kâzibûnkâzibûne. Hayır, daha önce gizlemiş oldukları şeyler onlara şayet geri döndürülselerdi, men edildikleri şeylere mutlaka geri dönerlerdi. Ve muhakkak ki; onlar gerçekten Suresi / Ayet –29 Ve kâlû in hiye illâ hayatuned dunyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsînmeb’ûsîne. Ve bizim hayatımız, dünya hayatından başka bir şey değildir. Ve “Biz beas edilecek yeniden, tekrar diriltilecek değiliz.” Suresi / Ayet –30 Ve lev terâ iz vukıfû alâ rabbihim, kâle e leyse hâzâ bil hakkhakkı, kâlû belâ ve rabbinâ, kâle fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûntekfurûne. Ve Rab’lerinin huzurunda durduruldukları zaman görsen.Allahû Tealâ “Bu hak değil mi?” dedi. “Evet, Rabbimize andolsun.” dediler. Allahû Tealâ “O halde inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın.” Suresi / Ayet –31 Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhlikâillâhi hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûnyezirûne. Allah’a mülâki olmayı ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmayı yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak “Orada dünyada aşırı gittiğimiz şeyler üzerine günahlar sebebiyle bize yazıklar olsun.” dediler. Yüklendikleri şey ne kötü, öyle değil mi?En`âm Suresi / Ayet –32 Ve mâl hayâtud dunyâ illâ leibun ve lehvlehvun, ve led dârul âhiretu hayrun lillezîne yettekûnyettekûne, e fe lâ ta’kılûnta’kılûne. Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, takva sahipleri için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?En`âm Suresi / Ayet –33 Kad na’lemu, innehu le yahzunukellezî yekûlûne fe innehum lâ yukezzibûneke ve lâkinnez zâlimînebi âyâtillâhi yechadûnyechadûne. Onların söylediklerinin mutlaka seni mahzun ettiğini biliyorduk. Fakat muhakkak ki; onlar seni yalanlamıyorlar. Lâkin zalimler, Allah’ın âyetleri ile cihad Suresi / Ayet –34 Ve lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberû alâ mâ kuzzibû ve ûzû hattâ etâhum nasrunâ, ve lâ mubeddile li kelimâtillâhkelimâtillâhi, ve lekad câeke min nebeil murselînmurselîne. Ve andolsun ki; senden önceki resûller de yalanlandı. Fakat onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları şeylere ve uğradıkları eziyetlere sabrettiler. Ve Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Ve andolsun, gönderilmiş resûllerin haberlerinden bir kısmı sana Suresi / Ayet –35 Ve in kâne kebure aleyke i’râduhum fe inisteta’te en tebtegıye nefekan fîl ardı ev sullemen fîs semâi fe te’tiyehum bi âyehâyetin, ve lev şâallâhu le cemeahum alel hudâ fe lâ tekûnenne minel câhilîncâhilîne. Onların yüz çevirmeleri, sana zor gelirse o zaman, gücün yeterse yerin dibine bir tünel açılmasını veya semaya bir merdiven kurulmasını iste. Böylece onlara bir âyet mucize getir. Allah dileseydi, elbette hepsini hidayet üzerinde toplardı. Artık sakın cahillerden olma!En`âm Suresi / Ayet –36 İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûnyesmeûne, vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûnyurceûne. Davete ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri ölü olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını diriltir. Sonra ona döndürülürler. Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.En`âm Suresi / Ayet –37 Ve kâlû lev lâ nuzzile aleyhi âyetun min rabbihrabbihî, kul innallâhe kâdirun alâ en yunezzile âyeten ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûnya’lemûne. Ve “Ona Rabbinden bir âyet mucize indirilse, olmaz mı?” dediler. “Muhakkak ki; Allah, bir mucize âyet indirmeye kaadirdir.” de. Ve lâkin onların çoğu Suresi / Ayet –38 Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûnyuhşerûne. Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa 4 ayaklı hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar olunurlar.En`âm Suresi / Ayet –39 Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumâtzulumâti, men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîmmustakîmin. Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah dilediğini kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm Allah’a ulaştıran yol üzerinde Suresi / Ayet –40 Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi ev etetkumus sâatu e gayrallâhi ted’ûnted’ûne, in kuntum sâdıkînsâdıkîne. Ya Muhammed müşriklere de ki “Siz kendinizi gördünüz mü? halinizi gördünüz mü, aczinizi anladınız mı? Allah’ın âyetlerini inkâr edenler karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir. Eğer Allah’ın azabı size gelse veya o saat kıyâmet vakti size gelse, eğer siz sadıksanız doğru sözlü iseniz, Allah’tan başkasına mı dua edersiniz?”En`âm Suresi / Ayet –41 Bel iyyâhu ted’ûne fe yekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe ve tensevne mâ tuşrikûntuşrikûne. Hayır bilakis, sadece O’na dua edersiniz yalvarırsınız. Artık O dilerse, ona dua ettiğiniz şeyi giderir ve şirk ortak koştuğunuz şeyleri Suresi / Ayet –42 Ve lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe ehaznâhum bil be’sâi ved darrâi leallehum yetedarraûnyetedarraûne. Andolsun ki; Biz senden önce ümmetlere de resûller zaman onları da sıkıntıya ve darlığa uğrattık, böylece yalvarırlar Suresi / Ayet –43 Fe lev lâ iz câehum be’sunâ tedarraû ve lâkin kaset kulûbuhum ve zeyyene lehumuş şeytânu mâ kânû ya’melûnya’melûne. Böylece onlara darlığımız geldiği zaman yalvarsalardı olmaz mıydı? Fakat onların kalpleri kasiyet bağladı katılaştı. Şeytan, onlara yapmış oldukları şeyleri süsledi güzel gösterdi.En`âm Suresi / Ayet –44 Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî fetahnâ aleyhim ebvâbe kulli şey’şey’in, hattâ izâ ferihû bimâ ûtû ehaznâhum bagteten fe izâhum mublisûnmublisûne. Hatırlatıldıkları onunla uyarıldıkları şeyleri unuttukları zaman, verilen şeylerle ferahlayıncaya sevininceye kadar herşeyin kapısını onlara açtık. Ansızın onları yakaladığımız aldığımız zaman, artık onlar ümitlerini Suresi / Ayet –45 Fe kutia dâbirul kavmillezîne zalemû, vel hamdu lillâhi rabbil âlemînâlemîne. Böylece zulmeden zalim kavmin arkası kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.En`âm Suresi / Ayet –46 Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bihbihî, unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn yasdifûne. Ya Muhammed müşriklere de ki “Gördünüz mü? aczinizi anladınız mı? Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size geri getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz Suresi / Ayet –47 Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku illel kavmuz zâlimûnzâlimûne. Ya Muhammed müşriklere de ki “Siz herbiriniz kendinizi gördünüz mü? halinizi, acizliğinizi anladınız mı? Eğer Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelse, zalimler kavminden başkası mı helâk edilir?”En`âm Suresi / Ayet –48 Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirînmunzirîne, fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûnyahzenûne. Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka bir şey için göndermeyiz. Artık kim âmenû olur Allah’a ulaşmayı dilerse ve ıslâh olursa nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da Suresi / Ayet –49 Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ yemessuhumul azâbu bimâ kânû yefsukûnyefsukûne. Ve âyetlerimizi yalanlayan kimselere, fasık olmalarından dolayı azap Suresi / Ayet –50 Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu lekum innî melekmelekun, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyyileyye, kul hel yestevîl a’mâ vel basîrbasîru,e fe lâ tetefekkerûntetefekkerûne. De ki “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum. Size, muhakkak ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî olurum.” “Basiretle gören ve görmeyen bir olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” Suresi / Ayet –51 Ve enzir bihillezîne yehâfûne en yuhşerû ilâ rabbihimleyse lehum min dûnihî veliyyun ve lâ şefîun leallehum yettekûnyettekûne. Ve Rab’lerine haşrolunmaktan korkan kimseleri, onunla uyar. Onların, O’ndan Allah’tan başka bir dostu ve şefaat edeni yoktur. Böylece onlar takva sahibi Suresi / Ayet –52 Ve lâ tatrudillezîne yed’ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehvechehu, mâ aleyke min hısâbihim min şey’in ve mâ min hısâbike aleyhim min şey’in fe tatrudehum fe tekûne minez zâlimînzâlimîne. Ve sabah akşam, Rab’lerinin Zat’ını dileyerek dua edenleri hesabından senin üzerine, senin hesabından onların üzerine bir şey yoktur. Artık onları kovarsan, o zaman sen zalimlerden Suresi / Ayet –53 Ve kezâlike fetennâ ba’dahum bi ba’din li yekûlû e hâulâi mennallâhu aleyhim min beyninâ, e leysallâhu bi a’leme biş şâkirînşâkirîne. Ve “Aramızdan, Allah’ın ni’metlendirdikleri bunlar mı?” derler diye, onları birbirleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah, şakirleri şükredenleri en iyi bilir, öyle değil mi?En`âm Suresi / Ayet –54 Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîmrahîmun. Âyetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de “Selâm üzerinize olsun. Rabbiniz, kendi üzerine “rahmeti” yazdı. Öyle ki;sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder mürşidin önünde ve ıslâh olursa nefs tezkiyesi yaparsa, o taktirde muhakkak ki O Allah, Gafur’dur mağfiret edendir, Rahîmrahmet nurunu gönderen’dir.”En`âm Suresi / Ayet –55 Ve kezâlike nufassılul âyâti ve li testebîne sebîlul mucrimînmucrimîne. Ve işte böylece âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz, mücrimlerin suçluların yolu belli olsun Suresi / Ayet –56 Kul innî nuhîtu en a’budellezîne ted’ûne min dûnillâhdûnillâhi, kul lâ ettebiu ehvâekum kad dalaltu izen ve mâ ene minel muhtedînmuhtedîne. De ki “Muhakkak ki ben, dua ettiğiniz Allah’tan başka şeylere kul olmaktan men edildim.” De ki “Sizin heveslerinize nefsinizin afetlerinin dileklerine uymam, eğer uyarsam öyle olursa, dalâlette olmuş olurum ve hidayete erenlerden olmam.”En`âm Suresi / Ayet –57 Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bihbihî, mâ indî mâ testa’cilûne bihbihî, inil hukmu illâ lillâhlillâhi, yakussul hakka ve huve hayrul fâsılînfâsılîne. De ki “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine delil üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hakkı anlatır. Ve O hakkı bâtıldan, fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”En`âm Suresi / Ayet –58 Kul lev enne indî mâ testa’cilûne bihî le kudıyel emru beynî ve beynekum, vallâhu a’lemu biz zâlimînzâlimîne. De ki “Eğer acele ettiğiniz o şey gerçekten, benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızda iş elbette yerine getirilmiş olurdu. Ve Allah, zalimleri en iyi bilir.”En`âm Suresi / Ayet –59 Ve indehu mefâtihul gaybi lâ ya’lemuhâ illâ huve, ve ya’lemu mâ fîl berri vel bahrbahri, ve mâ teskutu min varakatin illâ ya’lemuhâ ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubînmubînin. Ve gaybın anahtarları, onun yanındadır. Onu O’ndan başkası denizde ve karada ne varsa bilir. O bilmeksizin, bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde hiçbir yaş ve kuru bir dane yoktur ki, “Kitab-ı Mübîn”de bulunmasın. En`âm Suresi / Ayet –60 Ve huvellezî yeteveffâkum bil leyli ve ya’lemu mâ cerahtum bin nehâri summe yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelun musemmâmusemmen, summe ileyhi merci’ukum summe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûnta’melûne. Ve geceleyin sizi vefat ettiren uykuya sokan, gündüzleri ne kazandığınızı bilen, sonra “ecel-i müsemmanın” belirlenmiş zamanın, ömrün tamamlanması için gündüzün içinde sizi tekrar dirilten O’dur. Sizin dönüşünüz sonra O’nadır. Sonra, yapmış olduklarınızı size haber Suresi / Ayet –61 Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazahhafazaten, hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûnyuferritûne. Ve O, kullarının üstünde kahhardır kuvvet ve güç sahibidir.Ve üzerinize muhafaza edici koruyucu gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resûllerimiz vefat ettirir. Onlar bunu yaparken kusur Suresi / Ayet –62 Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakkhakkı, e lâ lehul hukmu ve huve esraul hâsibînhâsibîne. Sonra Allah’a döndürülürler. Onların mevlâsı Hakk’tır. Hüküm onun değil mi? Ve O, hesap görenlerin en Suresi / Ayet –63 Kul men yuneccîkum min zulumâtil berri vel bahri ted’ûnehu tedarruan ve hufyehhufyeten, le in encânâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirînşâkirîne. “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?” de. Gizlice ona yalvararak “Eğer bizi bundan kurtarırsan biz mutlaka şükredenlerden oluruz.” diye dua Suresi / Ayet –64 Kulillâhu yuneccîkum minhâ ve min kulli kerbin summe entum tuşrikûntuşrikûne. De ki “Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz O’na ortak koşuyorsunuz.”En`âm Suresi / Ayet –65 Kul huvel kâdiru alâ en yeb’ase aleykum azâben min fevkıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzîka ba’dakum be’se ba’dba’dın, unzur keyfe nusarrıful âyâti leallehum yefkahûnyefkahûne. De ki “O, sizin üstünüzden veya ayaklarınızın altından üzerinize bir azap göndermeye veya sizi bölük bölük birbirinize katıp düşman edip, sizin bir kısmınızın şiddetini, bir kısmınıza tattırmaya kaadirdir.” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Böylece onlar fıkıh Suresi / Ayet –66 Ve kezzebe bihî kavmuke ve huvel hakkhakku,kul lestu aleykum bi vekîlvekîlin. Ve o hak olduğu halde, senin kavmin onu yalanladı. “Ben sizin üzerinize vekil değilim.” Suresi / Ayet –67 Likulli nebein mustekarmustekarrun, ve sevfe ta’lemûnta’lemûne. Her haber için kararlaştırılmış bir zaman vardır. Ve yakında Suresi / Ayet –68 Ve izâ reeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin gayrihgayrihî, ve immâ yunsiyennekeş şeytânu fe lâ tak’ud ba’dez zikrâ meal kavmiz zâlimînzâlimîne. Âyetlerimiz hakkında alaylı konuşmaya dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze geçinceye kadar artık onlardan yüz çevir. Ama şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğuyla beraber Suresi / Ayet –69 Ve mâ alellezîne yettekûne min hısâbihim min şey’in ve lâkin zikrâ leallehum yettekûnyettekûne. Ve takva sahibi olan kimselere, onların hesabından bir şey sorumluluk yoktur. Lâkin hatırlatmalıdır zikretmeleri gerektiği söylenmelidir. Böylece onlar, takva sahibi Suresi / Ayet –70 Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’şefîun, ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûnyekfurûne. Kendilerinin dînini bir oyun ve bir eğlence edinenleri bırak. Ve onları dünya hayatı aldattı. Ve de kazandıklarından kazandıkları nâkıs derecelerden dolayı nefsin helâk olacağını, onunla hatırlat. Onun için Allah’tan başka bir dost ve bir şefaatçi yoktur. O, bütün fidyeleri verse de ondan alınmaz kabul edilmez. İşte onlar kazandıklarından dolayı helâk olmuş kimselerdir. İnkâr etmiş oldukları şeylerden dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elîm bir azap Suresi / Ayet –71 Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemînâlemîne. De ki “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah’ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı, arkadaşlarının da “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki “Muhakkak ki, Allah’a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”En`âm Suresi / Ayet –72 Ve en ekîmûs salâte vettekûhvettekûhu, ve huvellezî ileyhi tuhşerûntuhşerûne. Ve namazı ikame etmek ile de emrolunduk. Ve ona karşı takva sahibi olun. Ve Zat’ına haşrolunacağınız, O’ Suresi / Ayet –73 Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakkhakkı, ve yevme yekûlu kun fe yekûnyekûnu, kavluhul hakkhakku, ve lehul mulku yevme yunfehu fîs sûrsûri, âlimul gaybi veş şehâdehşehâdeti, ve huvel hakîmul habîrhabîru. Ve semaları ve arzı yeryüzünü hak ile yaratan O’dur. Ve “Ol!” dediği gün herşey olur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sur’a üfürülür sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur. Bilineni görüneni ve bilinmeyeni gaybı bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar Suresi / Ayet –74 Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âlihehâliheten, innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubînmubînin. Ve İbrâhîm, babası Azer’e şöyle demişti “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben, seni ve kavmini apaçık dalâlette görüyorum.”En`âm Suresi / Ayet –75 Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınînmûkınîne. Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn yakîn hasıl edenlerden olması için yerin ve göklerin semaların melekûtunu gösteriyoruz gösteriyorduk.En`âm Suresi / Ayet –76 Fe lemmâ cenne aleyhil leylu reâ kevkebâkevkeben, kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle lâ uhıbbul âfilînâfilîne. Gece onun üzerini örtünce, gece olunca bir yıldız gördü. “Bu benim Rabbim” dedi. Fakat kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.” Suresi / Ayet –77 Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîndâllîne. Ay’ı doğarken görünce “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” Suresi / Ayet –78 Fe lemmâ reeş şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî,hâzâ ekberekberu, fe lemmâ efelet kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûntuşrikûne. Güneşi doğarken görünce “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince “Ey kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” Suresi / Ayet –79 İnnî veccehtu vechiye lillezî fatares semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikînmuşrikîne. Muhakkak ki ben, hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah’ın Zat’ına ben, müşriklerden Suresi / Ayet –80 Ve hâccehu kavmuhkavmuhu, kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedânhedâni, ve lâ ehâfu mâ tuşrıkûne bihî illâ en yeşâe rabbî şey’âşeyen, vesia rabbî kulle şey’in ilmâilmen, e fe lâ tetezekkerûntetezekkerûne. Ve kavmi onunla tartıştı. “Rabbim beni hidayete erdirmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ona ortak koştuklarınızdan, Rabbimin bir şeyi dilemesi hariç ben korkmam. Rabbim ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” Suresi / Ayet –81 Ve keyfe ehâfu mâ eşrektum ve lâ tehâfûne ennekum eşrektum billâhi mâ lem yunezzıl bihî aleykum sultânâsultânen, fe eyyul ferîkayni ehakku bil emnemni, in kuntum ta’melûnta’melûne. Ve size hakkında bir delil sultan indirilmeyen şeylerle ona şirk koşmaktan, siz korkmadığınız halde, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden putlardan nasıl korkarım. Şâyet biliyorsanız, artık iki gruptan hangisi emniyette olmayı daha çok hakediyor?En`âm Suresi / Ayet –82 Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehumbi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum muhtedûnmuhtedûne. Âmenû olan kimseler ve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar korkudan emindirler. Ve onlar hidayete Suresi / Ayet –83 Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ kavmihkavmihî, nerfeu derecâtin men neşâ’neşâu, inne rabbeke hakîmun alîmalîmun. Ve işte bunlar, İbrâhîm’e, kavmine karşı verdiğimiz delillerimizdir. Dilediğimiz kimselerin derecelerini artırırız. Muhakkak ki; senin Rabbin hakîm hükmün ve hikmetin sahibidir, alîmdir en iyi bilendir.En`âm Suresi / Ayet –84 Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbya’kûbe, kullen hedeynâ ve nûhânûhan hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihî dâvude ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûnhârûne ve kezâlike neczîl muhsinînmuhsinîne. Ve ona İshak ve Yâkub bağışladık. Hepsini hidayete erdirdik. Ve daha önce Nuh hidayete erdirdik ve onun zürriyetinden Davud Süleyman , Eyyub Yusuf Musa ve Harun da hidayete erdirdik. Ve işte böylece, muhsinleri Suresi / Ayet –85 Ve zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâsilyâse, kullun mines sâlihînsâlihîne. Ve Zekeriya Yahya İsa ve İlyas hepsi Suresi / Ayet –86 Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtâlûtan, ve kullen faddalnâ alel âlemînâlemîne. Ve İsmail ve İlyesea ve Yunus ve Lut hepsini âlemlere üstün Suresi / Ayet –87 Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîmmustekîmin. Ve onların babalarından, zürriyetlerinden nesillerinden ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm’e Allah’a ruhu ulaştıran yola hidayet ettik ulaştırdık.En`âm Suresi / Ayet –88 Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdihıbâdihî, ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûnya’melûne. İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu boşa giderdi.En`âm Suresi / Ayet –89 Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe vel hukme ven nubuvvehnubuvvete, fe in yekfur bihâ hâulâi fe kad vekkelnâ bihâ kavmen leysû bihâ bi kâfirînkâfirîne. İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Onlar eğer, onu inkâr ederlerse artık, onu inkâr etmeyecek bir kavmi ona vekil Suresi / Ayet –90 Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih, kul lâ es’elukum aleyhi ecrâecren, in huve illâ zikrâ lil âlemînâlemîne. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. Öyleyse onların hidayetine tâbî ol! “Ben, ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O ancak âlemler için bir zikirdir.” Suresi / Ayet –91 Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhualâ beşerin min şeyşey’in, kul men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden lin nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâkesîran, ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûnyel’abûne. “Ve Allah, beşere bir şey indirmedi.” dedikleri zaman O’nun kadrini hakkıyla takdir edemediler. “İnsanlar için hidayet edici ve bir nur olan Hz. Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi?” de. Onu kâğıtlara yazıp açıklıyorsunuz, çoğunu gizliyorsunuz. Babalarınızın ve sizin bilmediğiniz şeyler size öğretildi. “Allah” de, sonra onları daldıkları şeylerde bırak Suresi / Ayet –92 Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun musaddıkullezî beyne yedeyhi ve li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ, vellezîne yu’minûne bil âhireti yu’minûne bihî ve hum alâ salâtihim yuhâfizûnyuhâfizûne. Bu Kur’ân-ı Kerim, elleri arasındakini tasdik eden ve ahirete ve ona inanan, şehirlerin anası olan Mekke’de ve onun etrafında olan kimseleri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir Kitap’tır. Onlar, namazlarını muhafaza ederler devam ederler.En`âm Suresi / Ayet –93 Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâhenzelallâhu, ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûntestekbirûne. Allah’a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah’a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O’nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman Suresi / Ayet –94 Ve lekad ci’timûnâ furâdâ kemâ halaknâkum evvele merretin ve terektum mâ havvelnâkum verâe zuhûrikum, ve mâ nerâ meakum şufeâekumullezîne zeamtum ennehum fîkum şurekâ’şurekâû, lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum mâ kuntum tez’umûntez’umûne. Ve andolsun ki; sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize tek tek tek başına geldiniz ve size ne verdiysek neyin sahibi yaptıysak, ne lütfettiysek arkanızda bıraktınız terkettiniz. Sizinle ortak olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun, sizinle aranızdaki bağları koparılmış, haklarında zanda bulunmuş olduğunuz şeyler, sizden uzaklaşıp Suresi / Ayet –95 İnnallâhe fâlikul habbi ven nevâ, yuhrıcul hayye minel meyyiti ve muhricul meyyiti minel hayyhayyi, zâlikumullâhu fe ennâ tu’fekuntu’fekune. Muhakkak ki Allah, taneyi tohumu ve çekirdeği yarıp çıkarandır. Ölüden canlıyı çıkarır ve canlıdan ölüyü çıkarandır. İşte bu, Allah’tır. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?En`âm Suresi / Ayet –96 Fâlikul ısbâhısbâhı, ve cealel leyle sekenen veş şemse vel kamere husbânâhusbânen, zâlike takdîrul azîzil alîmalîmi. Sabahı fecr vaktini yarıp çıkarandır. Ve geceyi dinlenme sukûn vakti ve güneşi ve ayı hareketlerini çok ince hesaplarla dizayn ederek zamanı hesaplama ünitesi hesap vasıtası kıldı. İşte bu, azîz ve alîm olanın Allah’ın Suresi / Ayet –97 Ve huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel bahrbahri, kad fassalnal âyâti li kavmin ya’lemûnya’lemûne. Ve kara ve denizin karanlıklarında nefsin afetlerinin karanlığında onunla yolunuzu bulmanız hidayete ermeniz için yıldızları nebîler, resûller, mürşidler kılan O’dur. Bilen bir kavim için, âyetleri detayları ile Suresi / Ayet –98 Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve mustevda’mustevdaun, kad fassalnal âyâti li kavmin yefkahûnyefkahûne. Sizi bir tek nefsten Âdem yaratan ve böylece sizin için kararlı bir kalma yeri fizik vücudumuz için yeryüzü dünya, bir de emanet kalma yeri nefsimiz için cennet ve cehenneme gitmeden önce geçici olarak beklenilen yer; berzah âlemi dizayn eden O’dur. Fıkıh eden bir toplum için, âyetleri ayrı ayrı detayları ile Suresi / Ayet –99 Ve huvellezî enzele mines semâi mâ’mâen, fe ahrecnâ bihî nebate kulli şey’in fe ahrecnâ minhu hadıran nuhricu minhu habben muterâkibâmuterâkiben, ve minen nahli min tal’ıhâ kınvânun dâniyetun ve cennâtin min a’nâbin vez zeytûne ver rummâne muştebihen ve gayre muteşâbihmuteşâbihin, unzurû ilâ semerihî izâ esmere ve yen’ıhyen’ıhî, inne fî zâlikum le âyâtin li kavmin yu’minûnyu’minûne. Ve semadan suyu indiren O’dur. Böylece herşeyin nebatını bitkisini onunla su ile çıkarttık. Ve de ondan yeşillikler çıkarttık. Ondan da üst üste taneler başaklar ve hurma ağacının tomurcuklarından, sarkan hurma salkımları ve birbirine benzeyen ve benzemeyen üzüm bağları, zeytin ve nardan oluşan bahçeler çıkartırız. Onun meyvesine ürününe, meyve verdiği zaman ve olgunlaştığı zaman bak. Mü’min olan kavim için, bunlarda elbette âyetler deliller Suresi / Ayet –100 Ve cealû lillâhi şurekâel cinne ve halakahum ve harakû lehu benîne ve benâtin bi gayri ilmilmin, subhânehu ve teâlâ ammâ yasifûnyasifûne. Cinleri Allah’a ortak kıldılar. Onları da O Allah yarattı. İlimleri olmaksızın, “O’nun oğulları ve kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan’dır herşeyden münezzehtir, vasıflandırdıkları şeylerden Suresi / Ayet –101 Bedîus semâvâti vel ardardı, ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu sâhıbehsâhıbetun, ve halaka kulle şey’şeyin, ve huve bikulli şey’in alîmalîmun. Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O’nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi Suresi / Ayet –102 Zâlikumullâhu rabbukum, lâ ilâhe illâ huve, hâliku kulli şey’in fa’budûhfa’budûhu,ve huve alâ kulli şey’in vekîlvekîlun. Rabbiniz, işte bu Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. Herşeyi yaratandır. Artık O’na kul olun! Ve O, herşeye Suresi / Ayet –103 Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsârebsâru ve huvel lâtîful habîrhabîru. Görme hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını idrak eder. Ve O, lâtiftir, herşeyden Suresi / Ayet –104 Kad câekum basâiru min rabbikum fe men ebsara fe li nefsihnefsihi ve men amiye fe aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi hafîzhafîzin. Rabbinizden size basiretler kalp gözlerinize görme yeteneği gelmiştir. Artık kim bu basiretle kalp gözüyle görürse onun lehinedir kendi nefsi içindir. Kimin de kalp gözü kör kalırsa, o taktirde onun aleyhinedir. Ve ben, sizin üzerinize muhafız Suresi / Ayet –105 Ve kezâlike nusarriful âyâti ve li yekûlû dereste ve li nubeyyinehu li kavmin ya’lemûnya’lemûne. Ve işte böyle âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz. Ve “Sen ders bu ilmi almışsın.” desinler diye ve onu, bilen bir kavme beyan etmemiz Suresi / Ayet –106 İttebi’ mâ uhıye ileyke min rabbikrabbike, lâ ilâhe illâ huve, ve a’rıd anil muşrikînmuşrikîne. Rabbinden sana vahyolunana tâbî ol. O’ndan başka ilâh yoktur. Ve müşriklerden yüz Suresi / Ayet –107 Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâhafîzan, ve mâ ente aleyhim bi vekîlvekîlin. Şâyet Allah dileseydi, şirk koşmazlardı. Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara vekil de Suresi / Ayet –108 Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilmilmin, kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûnya’melûne. Allah’tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde ilimleri olmadan, haddi aşarak Allah’a söverler. İşte böyle bütün ümmetlere amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rab’lerinedir. O zaman, yapmış oldukları şeyleri, onlara haber Suresi / Ayet –109 Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câethum âyetun le yu’minunne bihbihâ, kul innemel ayâtu indallâhi ve mâ yuş’irukum ennehâ izâ câet lâ yu’minûnyu’minûne. Ve eğer onlara bir âyet mucize gelirse, ona mutlaka inanacaklarına dair, Allah’a en kuvvetli yeminleri ile yemin ettiler. “Muhakkak ki; âyetler mucizeler ancak Allah’ın katındadır İndi İlâhi’dedir” de. Ve âyet geldiği zaman onların inanmayacaklarının siz farkında Suresi / Ayet –110 Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârehum kemâ lem yu’minû bihî evvele merretin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûnya’mehûne. Ve onların fuad hassalarını nefsin kalbinin idrak hassalarını ve basiretlerini nefsin kalp gözünün görme hassalarını evvelce O’na inanmadıkları mü’min olmadıkları ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları, azgınlıkları içinde şaşkın Suresi / Ayet –111 Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumulmevtâ ve haşernâ aleyhim kulle şey’in kubulen mâ kânû li yu’minû illâ en yeşâallâhu ve lâkinne ekserehum yechelûnyechelûne. Ve eğer Biz, gerçekten onlara melekler indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı, herşeyi onların karşısında toplasaydık, Allah’ın dilemesi hariç inanacak değillerdi. Ve lâkin onların çoğu cahillik Suresi / Ayet –112 Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâgurûran, ve lev şâe rabbuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûnyefterûne. Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin şeytanları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel süslü sözler vahyederler fısıldarlar. Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket bırak.En`âm Suresi / Ayet –113 Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bil âhıreti ve li yerdavhu ve li yakterifû mâ hum mukterifûnmukterifûne. Ve ahirete inanmayanların gönülleri ona onlara; insan ve cin şeytanlara meyletsin ve ondan razı olsunlar. Ve onlar, kazandıkları şeyleri kazanmaya devam Suresi / Ayet –114 E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe mufassalamufassalan, vellezîne âteynâhumul kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne minel mumterînmumterîne. Artık Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Size Kitab’ı açıklanmıştafsilatlı olarak indiren O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nun, senin Rabbinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma!En`âm Suresi / Ayet –115 Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adlaadlen, lâ mubeddile li kelimâtihkelimâtihî, ve huves semîul alîmalîmu. Ve Rabbinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi Suresi / Ayet –116 Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâhsebîlillâhi, in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûnyahrusûne. Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalan Suresi / Ayet –117 İnne rabbeke huve a’lemu men yadıllu an sebîlihsebîlihi, ve huve a’lemu bil muhtedînmuhtedîne. Muhakkak ki senin Rabbin, Kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Ve O, hidayete erenleri de en iyi Suresi / Ayet –118 Fe kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi in kuntum bi âyâtihî mu’minînmu’minîne. Eğer siz, O’nun Allah’ın âyetlerine inananlarsanız; o zaman üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden Suresi / Ayet –119 Ve mâ lekum ellâ te’kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi ve kad fassale lekum mâ harreme aleykum illâ madturirtum ileyhileyhi, ve inne kesîren le yudıllûne bi ehvâihim bi gayri ilmilmin, inne rabbeke huve a’lemu bil mu’tedînmu’tedîne. Size ne oluyor ki; üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden yemiyorsunuz? Darda kalıp, ona mecbur olduğunuz şeyler hariç; size haram kıldığı şeyleri size ayrı ayrı açıklamıştı. Muhakkak ki; onların çoğu, bir ilimleri olmaksızın, kendi hevesleri ile başkalarını dalâlette bırakıyorlar. Muhakkak ki; senin Rabbin, o haddi aşanları en iyi Suresi / Ayet –120 Ve zerû zâhirel ismi ve bâtınehbâtınehu, innellezîne yeksibûnel isme seyuczevne bimâ kânû yakterifûnyakterifûne. Ve günahın açıkta olanını da, gizli olanını da terkedin. Muhakkak ki; günah işleyenler kazananlar, kazandıklarından dolayı yakında Suresi / Ayet –121 Ve lâ te’kulû mimmâ lem yuzkerismullâhî aleyhi ve innehu le fıskfıskun, ve inneş şeyâtîne le yûhûne ilâ evliyâihim li yucâdilûkum ve in eta’tumûhum innekum le muşrikûnmuşrikûne. Ve üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeylerden yemeyin. Ve muhakkak ki; o fısktır. Ve şeytanlar, mutlaka sizinle mücâdele etmeleri için dostlarına vahyederler. Ve şâyet onlara itaat ederseniz uyarsanız, mutlaka siz müşrikler Suresi / Ayet –122 E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûnya’melûne. Ölü Allah’a ulaşmayı dilememiş iken ona on iki ihsan vererek dirilttiğimiz ve insanlar arasında onunla yürüyeceği nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde olup, ondan çıkamayacak kimse gibi midir? Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü Suresi / Ayet –123 Ve kezâlike cealnâ fî kulli karyetin ekâbire mucrimîhâ li yemkurû fîhâ, ve mâ yemkurûne illâ bi enfusihim ve mâ yeş’urûnyeş’urûne. Ve işte böylece, her kasabada şehirde onun mücrimlerini günah işleyenlerini, orada sahtekârlık hile yapmaları için liderler yaptık. Kendilerinden başkasını aldatmazlar ve farkında Suresi / Ayet –124 Ve izâ câethum âyetun kâlû len nu’mine hattâ nu’tâ misle mâ ûtiye rusulullâhrusulullâhi, allâhu a’lemu haysu yec’alu risâletehrisâletehu, seyusîbullezîne ecremû sagârun indallâhi ve azâbun şedîdun bimâ kânû yemkurûnyemkurûne. Onlara bir âyet geldiği zaman “Allah’ın resûllerine verilen şeyin aynısı bize de verilmedikçe verilinceye kadar asla inanmayız.” dediler. Risaletini kime vereceğini Allah, en iyi bilendir. Cürüm işleyen günah işleyen kimselere, yapmış oldukları hileler sebebiyle yakında Allah’ın huzurunda bir zillet küçüklük, aşağılık ve şiddetli azap isabet edecektir gelecektir.En`âm Suresi / Ayet –125 Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâmislâmi, ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûnyu’minûne. Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve Allah’a teslime İslâm’a açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap Suresi / Ayet –126 Ve hâzâ sırâtu rabbike mustekîmmustekîmen, kad fassalnâl âyâti li kavmin yezzekkerûnyezzekkerûne. Ve bu, senin Rabbine istikametlenmiş yönlendirilmiş yoldur. Allah’a götüren yoldur. Tezekkür eden bir kavim için âyetleri ayrı ayrı Suresi / Ayet –127 Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûnya’melûne. Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu teslim yurdu vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O Allah, onların Suresi / Ayet –128 Ve yevme yahşuruhum cemîacemîan, yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel insinsi ve kâle evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenellezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîmalîmun. Ve onların hepsini biraraya topladığı gün Allahû Tealâ şöyle buyuracaktır “Ey cin topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız tagutların arasına insanları da kattınız.” Onlara dost olan insanlardan bir kısmı şöyle dedi “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına sonuna eriştik.” Allahû Tealâ “Allah’ın dilediği şey cehennemin yok olma zamanı gelmesi hali hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedî kalacak olanlarsınız.” buyurdu. Muhakkak ki senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi Suresi / Ayet –129 Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûnyeksibûne. Ve işte böylece kazanmış olduklarından günahlarından dolayı zalimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz musallat ederiz.En`âm Suresi / Ayet –130 Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirînkâfirîne. Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller elçiler gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit Suresi / Ayet –131 Zâlike en lem yekun rabbuke muhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ gâfilûngâfilûne. İşte bu, senin Rabbinin, ülke halkı gaflet içindeyken uyarılmadan, ülkeleri zulümle helâk edici Suresi / Ayet –132 Ve li kullin derecâtun mimmâ amilû, ve mâ rabbukebi gâfilin ammâ ya’melûnya’melûne. Ve herkes için yaptıklarından dolayı dereceler vardır. Ve senin Rabbin, onların yaptıkları şeylerden gâfil Suresi / Ayet –133 Ve rabbukel ganiyyu zur rahmehrahmeti, in yeşe’ yuzhibkum ve yestahlif min ba’dikum mâ yeşâu kemâ enşeekum min zurriyyeti kavmin âharînâharîne. Ve senin Rabbin ganidir zengindir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur rahmet sahibidir. Dilerse sizi giderir yok eder, sizi başka bir kavmin zürriyetinden neslinden yarattığı gibi, sizden sonra da yerinize dilediğini getirir halef yapar.En`âm Suresi / Ayet –134 İnne mâ tûadûne le âtin ve mâ entum bi mu’cizînmu’cizîne. Muhakkak ki; size vaadedilen vaadolunduğunuz şey mutlaka gelecektir. Ve siz, aciz bırakacak değilsiniz önleyemezsiniz.En`âm Suresi / Ayet –135 Kul yâ kavmi’melû alâ mâ kânetikum innî âmilâmilun, fe sevfe ta’lemûne men tekûnu lehu âkıbetud dârdâri, innehu lâ yuflihuz zâlimûnzâlimûne. De ki “Ey kavmim, yapacağınız şeyi yapın! Muhakkak ki; ben de yapıyorum. Artık bu yurdun sonunun kimin olacağını yakında bileceksiniz. Çünkü zalimler felâha eremezler.”En`âm Suresi / Ayet –136 Ve cealû lillâhi mimmâ zeree minel harsi vel en’âmi nasîbenfe kâlû hâzâ lillâhi bi za’mihim ve hâzâ li şurekâinâ, fe mâ kâne li şurekâihim fe lâ yasılu ilâllahi ve mâ kâne lillâhi fe huve yasilu ilâ şurekâihim, sâe mâ yahkumûnyahkumûne. O’nun Allah’ın yaratıp, çoğalttığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah için pay ayırdılar. Ve böylece kendi zanlarınca “Bu Allah için ve bu da ortaklarımız için.” dediler. Fakat ortakları için olan; Allah’a ulaşmaz ama Allah için olan; o, onların ortaklarına ulaşır. Hükmettikleri şey ne Suresi / Ayet –137 Ve kezâlike zeyyene li kesîrin minel muşrikîne katle evlâdihim şurekâuhum li yurdûhum ve li yelbisû aleyhim dînehum, ve lev şâellâhu mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûnyefterûne. Ve böylece onların ortakları, müşriklerin çoğuna, onları helâk etmek için ve onlara kendilerinin dînini karıştırmaları için, evlâtlarını öldürmeyi güzel gösterdiler süslediler. Allah dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları ve uydurdukları şeyleri Suresi / Ayet –138 Ve kâlû hâzihi en’âmun ve harsun hicrun lâ yat’amuhâ illâ men neşâu bi za’mihim ve en’âmun hurrimet zuhûruhâ ve en’âmun lâ yezkurûnesmallâhi aleyhaftirâen aleyhaleyhi se yeczîhim bimâ kânû yefterûnyefterûne. Onlar, kendi zanları ile “Bizim dilediğimiz kimseler hariç bu hayvanlar ve ekinler haramdır, onları yemeyin!” dediler. Bir kısım hayvanların sırtına binmek haram kılındı. Ve bir kısım hayvanların da onlara iftira ederek, üzerlerine Allah’ın ismini anmıyorlar onları besmele ile kesmiyorlar. Allah iftira etmiş olduklarından dolayı onları yakında Suresi / Ayet –139 Ve kâlû mâ fî butûni hazihil en’âmi hâlisatun li zukûrinâ ve muharremun alâ ezvâcinâ, ve in yekun meyteten fe hum fîhi şurekâu, se yeczîhim vasfehum, innehu hakîmun alîmalîmun. Ve şöyle dediler “Bu hayvanların karnında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir. Eşlerimize hanımlarımıza haramdır. Şâyet ölü olursa, o taktirde erkek ve kadınlar onu yemekte, onlar ortaktırlar.” Allah bu vasıflandırmalarından dolayı onları yakında cezalandıracak. Muhakkak ki O; hüküm sahibidir, en iyi Suresi / Ayet –140 Ve kad hasirellezîne katelû evlâdehum sefehan bi gayri ilmin ve harremû mâ rezekahumullâhuftirâen alâllâhalâllâhi, kad dallû ve mâ kânû muhtedînmuhtedîne. Ve bir ilmi olmaksızın akılsızca aptalca evlâdını öldürenler hüsrana uğramışlardır. Ve Allah’a iftira ederek, Allah’ın onları rızıklandırdığı şeyleri haram kılan kimseler, dalâlette kalmışlardır ve hidayete ermiş Suresi / Ayet –141 Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayre ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayre muteşâbihmuteşâbihin, kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifînmusrifîne. Ve asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, yenilen çeşitli ekinleri,birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları yaratan O’ verdiği zaman, onun ürününden yeyin. Onun hasad edildiği gün, onun hakkını verin. İsraf ziyan etmeyin. Muhakkak ki; O, müsrifleri israf edenleri Suresi / Ayet –142 Ve minel en’âmi hamûleten ve ferşâferşan, kulû mimmâ rezekakumullâhu ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytânşeytâni,innehu lekum aduvvun mubînmubînun. Hayvanlardan yük taşıyanlar ve kesim hayvanı olanlar var. Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden kesim hayvanlarından yeyin. Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki; o, size apaçık Suresi / Ayet –143 Semâniyete ezvâcezvâcin, minad da’nisneyni ve minel ma’zisneynma’zisneyni, kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeynunseyeyni, nebbiûnî bi ilmin in kuntum sâdıkînsâdıkîne. Eşli biri dişi, biri erkek olarak sekiz adet yük ve kesim hayvanı yarattı âyet-142; koyundan iki, keçiden iki. De ki “İki erkek mi veya iki dişi mi? Ya da iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Eğer siz sadıklarsanız, bana bir ilimle haber veriniz.”En`âm Suresi / Ayet –144 Ve minel ibilisneyni ve minel bakarisneynbakarisneyni, kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeynunseyeyni, em kuntum şuhedâe iz vassâkumullâhu bi hâzâ, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben li yudillen nâse bi gayri ilmilmin, innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimînzâlimîne. Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki “İki erkek mi veya iki dişi mi? Ya da iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Veya Allah’ın bununla size vasiyet ettiğine farz kıldığına şahit mi oldunuz?” Bir ilimleri olmaksızın insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan söyleyen iftira edenden daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete Suresi / Ayet –145 Kul lâ ecidu fî mâ ûhiye ileyye muharremen alâ tâimin yat’amuhu illâ en yekûne meyteten ev demen mesfûhan ev lâhme hinzîrin fe innehu ricsun ev fıskan uhille li gayrillâhi bihbihî, fe menidturra gayre bâgın ve lâ âdin fe inne rabbeke gafûrun rahîmrahîmun. De ki “Bana vahyolunan şeylerde, yenilen yiyecek üzerinde, ölü olan veya akıtılmış kan veya domuz eti ki; o, muhakkak murdardır, veya fısk ile Allah’tan başkası için boğazlanandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” Artık kim darda kalırsa, haddi aşması meyletmesi ve hakka tecavüz etmesi hariç; o taktirde, senin Rabbin muhakkak ki; Gafur’dur mağfiret edendir ve Rahîm rahmet nuru gönderen Suresi / Ayet –146 Ve alellezîne hâdû harremnâ kulle zî zufurzufurin, ve minel bakari vel ganemi harremnâ aleyhim şuhûmehumâ illâ mâ hamelet zuhûruhumâ evil havâyâ ev mahteleta bi azmazmin, zâlike cezeynâhum bi bagyihim ve innâ le sâdikûnsâdikûne. Ve yahudi olanlara; tırnaklı hayvanların hepsi ve inekten ve koyundan ikisinin de sırtında taşıdığı veya bağırsaklarında olan veya kemiğe karışmış olanları hariç, iç yağını haram böyle onları azgınlıkları sebebiyle cezalandırdık. Muhakkak ki biz, gerçekten Suresi / Ayet –147 Fe in kezzebûke fe kul rabbukum zû rahmetin vâsi’ahvâsi’atin, ve lâ yureddu be’suhu anil kavmil mucrimînmucrimîne. Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki “Sizin Rabbiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O’nun azabı, mücrimler suçlular kavminden geri çevrilemez.”En`âm Suresi / Ayet –148 Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min şey’şey’in, kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ tahrusûntahrusûne. Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki “Sizin yanınızda ilimden bir şey var mı? Öyleyse varsa onu bize çıkarın. Siz ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”En`âm Suresi / Ayet –149 Kul fe lillâhil huccetul bâligahbâligatu, fe lev şâe le hedâkum ecmaînecmaîne. De ki “Artık en kuvvetli delil, Allah’ındır. Öyleyse eğer O Allah dileseydi, elbette sizin hepinizi hidayete erdirirdi.”En`âm Suresi / Ayet –150 Kul helumme şuhedâekumullezîne yeşhedûne ennallâhe harreme hâzâ, fe in şehidû fe lâ teşhed meahum, ve lâ tettebi’ ehvâellezîne kezzebû bi âyâtinâ vellezîne lâ yu’minûne bil âhireti ve hum bi rabbihim ya’dilûnya’dilûne. “Allah’ın bunu haram kıldığına şahitlik eden şahitlerinizi getirin.” de. Artık şâyet onlar şahitlik ederlerse, onlarla beraber sen şahitlik etme. Ahirete inanmayan ve âyetlerimizi yalanlayan kimselerin heveslerine tâbî olma. Ve onlar, Rab’lerine eş tutuyorlar ortak koşuyorlar.En`âm Suresi / Ayet –151 Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’âşey’en, ve bil vâlideyni ihsânâihsânen, ve lâ taktulû evlâdekum min imlakimlakin, nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batanbatane, ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakkhakkı, zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûnta’kılûne. De ki “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O’na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk fakirlik sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet emir etti. Böylece siz, akıl edersiniz.”En`âm Suresi / Ayet –152 Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeheşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıstkıstı, lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûntezekkerûne. Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında bir şey ile sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin ifa edin. Böylece tezekkür edersiniz diye, Allah işte böyle, size onunla vasiyet emir Suresi / Ayet –153 Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhfettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlihsebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûntettekûne. Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve başka yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet ettiemretti. Umulur ki böylece siz takva sahibi Suresi / Ayet –154 Summe âteynâ mûsel kitâbe tamâmen alellezî ahsene ve tafsîlen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten leallehum bi likâi rabbihim yu’minûnyu’minûne. Sonra Musa ahsen olanlara tamamlayıcı olarak, herşeyi açıklayan ve rahmet olan ve hidayete erdiren kitabı Tevrat’ı verdik. Böylece onlar, Rab’lerine mülâki olacaklarına inanırlar îmân ederler.En`âm Suresi / Ayet –155 Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun fettebiûhu vettekû leallekum turhamûnturhamûne. Ve indirdiğimiz bu kitap mübarektir. Öyleyse O’na tâbî olun. Ve takva sahibi olun. Böylece siz rahmet olunursunuz rahmete ulaşırsınız.En`âm Suresi / Ayet –156 En tekûlû innemâ unzilel kitâbu alâ tâifeteyni min kablinâ ve in kunnâ an dirâsetihim le gâfilîngâfilîne. “Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa indirildi. Ve biz onların okuduklarından gerçekten gâfildik.” dersiniz diye dememeniz için.En`âm Suresi / Ayet –157 Ev tekûlû lev ennâ unzile aleynel kitâbu le kunnâ ehdâ minhum, fe kad câekum beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmehrahmetun, fe men azlemu mimmen kezzebe bi âyâtillâhi ve sadefe anhâ, se neczîllezîne yasdifûne an âyâtinâ sûel azâbi bimâ kânû yasdifûnyasdifûne. Veya “Eğer bize de bir kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayete ererdik.” dersiniz. İşte size Rabbinizden hidayet hidayete erdiren, beyyine delil ve rahmet gelmiştir. Öyleyse kim, Allah’ın âyetlerini yalanlayandan ve O’ndan yüz çeviren kimseden daha zalimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmiş olmalarından dolayı ağır kötü bir azapla Suresi / Ayet –158 Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du âyâti rabbikrabbike, yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâhayran, kul intezırû innâ muntezırûnmuntezırûne. Onlar illâ, onlara meleklerin gelmesini mi veya senin Rabbinin gelmesini mi veya senin Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin mucizelerin geldiği gün, daha önce îmân etmemişse âmenû olmamışsa veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki “Bekleyin! Muhakkak ki; biz de bekleyenleriz.”En`âm Suresi / Ayet –159 İnnellezîne ferrekû dînehum ve kânû şiyean leste minhum fî şey’şey’in, innemâ emruhum ilâllâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûnyef’alûne. Muhakkak ki; onlar, onların dînini tefrik ettiler parça parça ayırdılar ve grup grup oldular. Senin onlarla bir ilgin yok. Onların işi sadece Allah’a aittir. Sonra yapmış oldukları şeyleri, onlara haber Suresi / Ayet –160 Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûnyuzlemûne. Kim Allah’ın huzuruna bir hasene ile gelirse, artık onun on misli, kim bir seyyie ile gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Ve onlar Suresi / Ayet –161 Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîmmustekîmin dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâhanîfen, ve mâ kâne minel muşrikînmuşrikîne. “Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm’e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm’in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden Suresi / Ayet –162 Kul inne salâtî ve nusukî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemînâlemîne. “Muhakkak ki; benim namazım, kurbanım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” Suresi / Ayet – 163 Lâ şerîke lehlehu, ve bi zâlike umirtu ve ene evvelul muslimînmuslimîne. O’nun ortağı yoktur. Ve ben bununla emrolundum. Ve ben, müslümanların teslim olanların Suresi / Ayet –164 Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’şey’in, ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyhaleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûntahtelifûne. “O herşeyin Rabbi iken, Allah’tan başka Rab mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait olandan başkasını kazanmaz. Ve bir günahkâr, başkasının günahını yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber Suresi / Ayet –165 Ve huvellezî cealekum halâifelardı ve refea ba’dakum fevka ba’dın derecâtin li yebluvekum fî mâ âtâkum, inne rabbeke serîul ikâbi ve innehu le gafûrun rahîmrahîmun. Ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için, bir kısmınızın derecelerini diğer bir kısmınızın üstüne yükselten O’dur. Muhakkak ki; senin Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve muhakkak ki; O, mutlaka Gafur’dur mağfiret edendir, Rahîm rahmet nuru gönderen’ Diğer KonularKuran-ı Kerim Hakkında BilgiKuran-ı Kerim Tüm Sureler ListesiKur’ân-ı Kerim Nüzul İniş Sırasına göre SurelerNahl Suresi 90. Ayet TefsiriFatır Suresi 1. Ayet TefsiriFâtır Suresi 29 ve 30. AyetleriFatiha SuresiBakara SuresiBakara Suresi FaziletleriYasin suresiKısa Namaz Sureleri En'âm Sûresi Konusu Esasen İslâm’ın inanç esaslarının işlendiği bu sûrede özetle şu mevzular yer almaktadır › Allah’ın birliğinin delilleri; ilim, irade, kudret gibi sıfatları beyân edilerek şirkin geçersizliği ve âhirette sebep olacağı vahim neticeleri haber verilir. İslâm inancını kabul etmeyen kâfirlerin, Kur’an’ın davetine bigâne kaldıkları takdirde, kendilerinden önceki kâfirlerin uğradıkları hazin akıbete uğrayacakları ikazı yapılır. › Peygamberin tebliğ vazifesi ve bu vazifeyi ifâ ederken kullandığı imkânların sınırlı oluşu, zengin veya fakir her seviyeden muhatapla münâsebetleri ele alınmakta, özellikle çevreden gelen baskılar sebebiyle fakir müslümanlara olması gereken ilginin azaltılmaması istenmektedir. › Tevhid mücâdelesinde Resûlullah ve etrafındaki müslümanları teselli etmek, münkirlerden gelecek eziyetlere karşı sabırlı olmaya teşvik etmek ve takip edilmesi gereken bir tebliğ metodunu öğretmek gayesiyle Hz. İbrâhim’in putperest kavmiyle olan münâsebetleri, onları şirkten vazgeçirmek için getirdiği deliller üzerinde durulur. Efendimiz’den önceki bütün peygamberlerin hep aynı hidâyet yolunun yolcuları oldukları ve insanları bu doğru yola davet ettikleri, dolayısıyla Peygamberimiz’e düşen vazifenin onların nurlu izinden yürümek olduğu beyân edilir. › Bir kısım hayvanlar ve ziraat mahsulleriyle alakalı olarak putperest Arapların benimsedikleri yanlış uygulamalar dile getirilip reddedilir ve bu hususta uyulması gereken İslâmî kâideler açıklanır. Haram ve helâli belirleme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğu ortaya konur. › Son olarak ana-babaya iyilik, çocukları öldürmemek, günahları terk etmek, yetim malı yememek, adâletli olmak ve benzeri gibi İslâm’ın temel ahlâkî esasları tekrar edilerek tabi olunacak dosdoğru yolun bu olduğu, bütün ilâhî kitapların hep bu esasları getirdiği, dolayısıyla ölüp âhiret gerçeği ile karşılaşmadan önce bu esaslara uygun bir şekilde iman ederek sadece Allah için bir kulluk yapmanın gereği üzerinde durulur. Yaratılmış olmanın ve imtihan edilmenin gayesi de zaten budur. En'âm Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada 6., iniş sırasına göre 55. sûredir. Hicr sûresinden sonra, Sâffât sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Tamamına yakınının Mekke’de indiği hususunda ittifak vardır. Abdullah b. Ömer’e ulaşan bir rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur “Enâm sûresi bana toplu olarak indi. melek tesbih ve hamd sözleriyle bu sûrenin inişine eşlik etti” Taberânî, el-Mucemü’s-sağ^r, I, 145. Abdullah b. Abbas’tan aktarılan bir rivayette de Mekke’de “bir defada” indiği teyit edilmiştir Taberânî, el-Mucemü’l-kebîr, XX, 215. Ancak birkaç âyetinin Medine’de indiğine dair görüşler de vardır bk. İbn Atıyye, II, 265; Elmalılı, III, 1861.

enam suresi 95 ayet neva